Mehdi(as)’yi Bekleyenlere Hulusi abi’nin İbretlik Cevabı!

(HULUSİ Ağabeyin 12 eylül’den sonra bir zatın sualine verdiği çok ehemmiyetli cevabı)

Mehdi Al-i Resulun üç vazifesinden ilki olan hakaikı imaniyenin vuxzuhu ve isbatıdır. RİSALE-İ NUR DAİRESİ İÇİNDE OLACAKTIR. Bunda esas, ihlas, sadakat, tesanüddür. Bu hizmettekilerin birbirinde fani olmalarıyla bir şahs-ı manevi hükmünü alıp, birtek ferdi bir cemaata hükmedebilir bir duruma geldikten sonra Mehdi Al-i Resulün ikinci vazifesini de bu cemaat yapacaktır. Buna karşılık biz kendi içimizde parçalanmış, birinci vazifeyi yapacak duruma gelememişiz. Tefrikalara son verip birleşmeyi ihlas düsturları içinde arar isek sonuca varabiliriz. ÜSTADIN KOYDUĞU DÜSTURLAR YETMİYOR MU Kİ KENDİMİZE GÖRE YOL ÇİZELİM. BU SON DARBE (12 Eylül) bir ikaz-ı ilahidir. Hani o güvenilen reisler! Nerede meded beklenenler. BİZE DÜŞENİ YAPIP ALLAH’IN İŞİNE KARIŞMAYALIM.

Bize düşen; ihlas düsturları içinde kalıp vazifemizi tamamıyla belleyip yapmalıyız. Sırat-ı müstakime memuruz. Bizi Allah’ın rızasına götürecek yolda Allah’ın tevfikini istiyoruz. Güvenilebilir bir hale gelmeliyiz. Kalb-i selim olmalıyız. Rahmet-i ilahiyeyi celbeden Rahmete ihtiyacını hisseden bir cemaat lazım. Bu hali de Risale-i Nur’un şakirdlerinde görüyoruz. Bu halin devamı ile olur. Cenab-ı Hakkın iki türlü tecellisi vardır. Biri kahr diğeri lütuftur. Bizim de lütfa ihtiyacımız var. Rahmet ve inayet bizi şümulüne almıyorsa biz Risale-i Nur şakirdliğinden uzaklaşmışız demektir.

KURTULUŞ ÇARESİ RİSALE-İ NUR’UN İHLASDAİRESİ İÇİNE GİRMELİYİZ.BAŞKALARINA BAKMAYA, BAŞKA ÇARE ARAMAYA GEREK YOK. SİZE TAVİYEM İHLASLA HİDAYET YOLUDUR. RİSALE-İ NUR TALEBESİ OLMA YOLUNDA EĞER İNAYET VE RAHMETE DE MAZHAR OLMAK İSTİYORSANIZ, OKUYUP OKUTUN, NEFSİNİZE TATBİK EDİN, ANLAYIP ANLATABİLECEK NOKTAYA GELİN.

CADDE-İ KÜBRA-YI KUR’ANİYE OLAN ŞU MESLEĞİMİZDEN ŞİMDİ AYRILANLAR ALLAH RIZASI İÇİN (risale-i nur hizmetinde) MESAİYİ TERK EDENLERDİR.

İBRAHİM HULUSİ YAHYAGİL

***********

Risale-i Nur’dan konuyla ilgili dikkat edilmesi gereken bir yer;

Hem ben müteaddit insanları gördüm ki, bir nevi mehdî kendilerini biliyorlardı ve “Mehdî olacağım” diyorlardı. Bu zatlar yalancı ve aldatıcı değiller; belki aldanıyorlar. Gördüklerini hakikat zannediyorlar.

Esmâ-i İlâhînin nasıl ki tecelliyâtı, Arş-ı Âzam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var; ve o esmâya mazhariyet de, o nisbette tefavüt eder.

Öyle de, mazhariyet-i esmâdan ibaret olan merâtib-i velâyet dahi öylemütefavittir. Şu iltibasın en mühim sebebi şudur:

Makamât-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdî vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve Kutb-u Âzama has bir nisbeti göründüğü ve Hazret-i Hızır’ın bir münasebet-i hassası olduğu gibi, bazı meşâhirlemünasebettar bazı makamat var. Hattâ o makamlara Makam-ı Hızır,Makam-ı Üveys, Makam-ı Mehdiyet tabir edilir.

İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın cüz’î bir nümunesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebettarmeşhur zatlar zannediyorlar. Kendini Hızır telâkki eder veya Mehdî itikad eder veya Kutb-u Âzam tahayyül eder.

Eğer hubb-u caha talip enâniyeti yoksa, o halde mahkûm olmaz..

*****

Fakat muhabbetin bir vartası var ki: Ubûdiyetin sırrı olanniyazdan, mahviyetten, naza ve dâvâya atlar, mizansız hareket eder.Mâsivâ-yı İlâhiyeye teveccühü hengâmında mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismîye geçmesiyle, tiryak iken zehir olur.

Yani, gayrullahı sevdiği vakit, Cenâb-ı Hak hesabına ve Onun namına, Onun bir âyine-i esmâsı olmak cihetiyle rapt-ı kalb etmek lâzımken, bazan o zâtı, o zat hesabına, kendi kemâlât-ı şahsiyesi ve cemâl-i zâtîsinamına düşünüp, mânâ-yı ismiyle sever.

Allah’ı ve Peygamberi düşünmeden yine onları sevebilir. Bu muhabbet,muhabbetullaha vesile değil, perde oluyor. Mânâ-yı harfî ile olsa,muhabbetullaha vesile olur, belki cilvesidir denilebilir.

****

Bir kısım ehl-i zevk ve şevk, sülûkünde fahri, nazı, şatahatı, teveccüh-ü nâsı ve merciiyeti şükre, niyaza, tazarruâta ve nâstan istiğnâya tercih etmekle vartaya düşer.

Halbuki en yüksek mertebe ise, ubûdiyet-i Muhammediyedir ki, “mahbubiyet” ünvanıyla tabir edilir. Ubûdiyetin ise sırr-ı esası niyaz, şükür, tazarru, huşû, acz, fakr, halktan istiğnâ cihetiyle o hakikatinkemâline mazhar olur.

Bazı evliya-ı azîme, fahir ve naz ve şatahata muvakkaten, ihtiyarsız girmişler; fakat o noktada, ihtiyaren onlara iktida edilmez. Hâdidirler, mühdî değillerdir, arkalarından gidilmez..

Mektubat.29.Mektup 9. kısım