Memurlar, Hizmetçiler ve Yolcu

Risale-i Nur ‘da iki türlü yol teması vardır, biri insanın yolcu olduğu, diğeri insanın bu yolda yürürken karşısına çıkan iki tercihli yol. Hidayet yolu ve dalalet yolu.Bediüzzaman insana hitap eder. “Senin önünde iki yol var, biri ehl-i dalaletin vekilinin gösterdiği şekavetli yoldur, diğeri Kur’an-ı Hakim’in tarif ettiği saadetli yoldur

Bediüzzaman, bu iki yolun muvazenelerini çok sözlerde özellikle Küçük Sözler’de anlatmıştır. Yolculuk teması edebiyatın değişmez temalarındandır, Türk ve Dünya edebiyatında birçok eser yolculuk teması üzerine kurulmuştur. Bediüzzaman, kültür ve edebiyat ile dini birlikte anlatır; kendinden önceki din telkincilerinin anlatmadığı boyutta anlatım şekilleri kullanır, temaları ve kültür tarihinin önemli konularını din ile birlikte verir. Bunları din ile birlikte vermeyip yalın bir din anlatımı, dinin toplumda yeterince anlaşılmamasını doğurmuştur.

Bediüzzaman’ın eserlerinin kültür ve edebiyat ve felsefi temalarla anlatımını başardığımız söylenemez, hala klasik anlatımlarda ısrar ediyoruz. Halbuki kendisi öyle değil. Ene Risalesinde, benliği, bir felsefe tarihi hülasası şeklinde anlatır, bazan bir kurmaca bazan ise özetlemelerle anlatır. Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfı yine yol ile ilgilidir, burada hidayet ve dalalet yolunu karşılaştırır, eserlerin bir harikası olan Ayet ül Kübra, tam bir yol risalesidir; orada, kainatı semavi, arzi dolaşan bir seyyah vardır, yolculuk izlenimlerini anlatır, Kerem’in Aslı’yı aradığı gibi her gördüğü şeyden Allah’ı sorar.

İnsan yolcusu ile ona hizmet edenler vardır, büyük hizmetçiler. Bediüzzaman onlara “Büyük memurlar”der. İşte büyük memurların anlatımı. “Hem madem bu misafirhane-i dünyanın sobalı lambası birdir ve ruznameli kandili birdir ve rahmetli süngeri birdir ve ateşli aşçısı birdir, hayatlı şurubu birdir ve himayetli tarlası birdir.. bir bir bin birler kadar” Sobalı lamba güneştir; hem ısıtır, hem pişirir, ne garip, hem ısıtıyor hem ağaçların dallarında doprağın üstünde ve altında meyve ve zebzelerimizi onları ikinci defa pişireceğimiz şekilde kıvamında pişiriyor. Ruznameli kandil ile ayı kasteder; hem günlerimizi belirler, hem de geceleri yakıldığı için kandile benzetir. Ne kadar farklı bakıyor, klasik bakış açılarının ülfetini kırmak için bu imajları yapıyor. Rahmetli sünger, yağmurdur. Süngere benzetmesi, ne kadar olay ile hayat arasında bağ kurduğunu belirtir, rahmetli ise bütün varlık onun sayesinde yaşar. Hayatlı şurub ise sudur; buradaki edebiyatı ve imaj kültürünü görüyoruz değil mi?O, kainatı ve herşeyi yeniden keşfetmiştir, yeniden görmek, eleştirinin önemli konularındandır. İngilizler ona reviev derler, yeniden bakmak. Bediüzzaman büyük bir anlatım ustasıdır, herşeye yeniden bakar ve bizi şaşırtır ve düşünmeye sevk eder. Ya buna ne diyelim, himayetli tarla? Himaye, koruma demek. Demek tarlalar ve toprak, bizim himaye edicimizdir. Onlar arkamızda olmasa nasıl yaşarız, bizi koruyan oradan çıkan şeyler, en başta buğday daha sonra diğer tahıllar ve arkasından bir aksesuar ile bize sunulan, ağaçlar ve meyveler…

Garson hizmetçi durumundaki ağaçları anlatır. “Bahar mevsiminde Cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs- misal libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip, hizmetkar ederek onların latif elleri olan dallarıyla çeşit çeşit, en tatlı, en musanna meyveleri bize takdim etmek.” Ne kadar itibar edilen bir canlıyız, herşey bize hizmetkar herşey bizim memurumuz. Acaba ne ister bizden amirimiz, onu da peygambere sor.

Memurları anlatır; “hem gayet kerim bir misafirperverdir ki bu yüksek ve büyük memurlarını, zihayat yolcularına hizmetkar edip istirahatlarına çalıştırıyor.” Yüksek ve büyük memurlar, hava, su, toprak, tarla, güneş, ay. Ne kadar amirlerine ve emirlerine dikkat ediyorlar. Kainat kurulduğu günden beri bize hizmette hiç ara vermiyorlar, hiç tatile çıkmıyorlar, hiç tembellik etmiyorlar, “yeter be bıktım” demiyorlar.

Küçük memurlar, hizmetçiler; arı, ne kadar işini seviyor, geziyor, görüyor, topluyor getiriyor; koyun ne kadar uysal başı önünde kimse ile davası yok, dolaşıp toplayıp süte dönüştürüp, memelerini ellere teslim edip gidip, yatıyor. Düşünen insana hayat ve yaratılış bir anlam fırtınası, ne zihin dayanır ne de baş. İnsana hizmet onlara öyle haz veriyor ki inansın inanmasın belli bir sıra ve dağılımla insana hizmet ediyorlar. “Evet kainatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hacatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak.” Bütün varlık, bizim etrafmızda hikmet dairesinde toplanmış, adeta bizi bir cetvel ile bizim ile bize hizmet edenler arasında bir mesafe, geometri kullanmış; güneşin uzaklığı hikmet dairesinde, ayın yine öyle, ama meyvelerin mesafesi farklı. Herşey bize göre, bizim onlardan istifademize göre yerlerini almışlar, intizam ve inayet ile bize koşuyorlar; hepsi birden koşamazdı, koşsa kaos olurdu. Bilim, bu sanatlı ve esrarlı tabloları nasıl değiştirmiş, birileri oturmuş, bu harika dizilişi nasıl yanlış yorumlamış.

İşte biz yolcuyuz, yolculuğa hazırlamak için kainatın sahibi bize büyük ve yüksek memurlar vermiş. Büyük ve yüksek memurlar. Burada ironik olarak bizim devlet memurlarına bir gönderme var, asıl memur, güneş yüksek ve büyük bir memur. Çünkü emri yüksek yerden alıyor, emri büyük yerden alıyor. Kainatı yaratmadan önce bu memur ve hizmetçileri nerede, ne zaman, nasıl bize hizmete sunacağı konusunda tasarım dairesi olan İmamı Mübinde neler neler olmuş. Her şeyi yerli yerine koymak için kainatın mimarı doğuş öncesinden ne planlar yapmış, sonra plan çizilmiş, “ol!” demiş, olmuş.

Yolcu neşesini bu mısralarla ifade eder;

Bak kitab-ı kainatın safha-i renginine; derin ve çok anlamlı sayfalara bakıp düşünmeyi örgütlüyor.“Hame-i zerrin-i kudret gör ne tasvir eylemiş”; Allah’ın altın uçlu kalemi, ne kadar harika tasvir etmiş varlıkları, “gör ne” derken dikkat çekmek istiyor. Öyle tasvir etmiş ki “kalmamış bir nokta muzlim çeşm-i dil erbabına” Gönül gözü ile bakan bir karanlık nokta göremiyor. Her taraf anlam katarları ile dolu.“Sanki ayatın Hüda nur ile tahrir eylemiş”; delillerini nur ile ışık ile yazmış, yani kendini gösteren bir şekilde.

Daha derin bir metin;

Kitâb-ı ‘âlemin evrâkıdır eb’âd-ı nâ-mahdûd. Yani Kainat kitabının yazarının kağıt kıtlığı yok, kağıtları adört değil, sayısız boyutta ve ebatta arı bir sahife; kuşlar bir sahife, semavat ne kadar büyük bir kağıt sahife, binlerce yazı yazılır. Ne imaj değil mi… Bu âlem kitabının satırları, dünyanın olaylarının satırlarıdır; olaylar satırlardır bu kitapta. Mesela, Asrı Saadet nasıl büyük ve anlamlı bir hadisat-ı dehr. Bu satırların eserleri de sayılmaz derecede, olaylardan ne kadar çok dersler alınır demek mi? Alemde her mevcut cisimleşmiş çok anlamlı lafızlardır, sözlerdir. Bütün bu hizmetçiler ve memurlar onlar değil mi?

İki ayağın üstüne koca bir baş ve kainata açılan beş pencere ile anlam sağnağı olan bu kainatta.. cümleyi herkes kendine göre doldursun. Anfiniş art, bitmemiş sanat metinleri çok anlamlıdır. Kainat bitmemiş bir metindir, hergün yeniden doğar ve yeni manalar sürer gözümüzün önüne.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: