mesveret

Meşverette hamiyet ve dâvâ ruhu

Meşveret, hak ve hakikati ortaya koyma ve isabetli kararlar alma zeminidir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Bilmiyorsanız, bir bilenden sorun.” 1, işlerin daha düzenli ve isabetli yürütülmesi için istişare ve meşveret emredilmiştir.

Mâlûmu ilâm kabilinde, meşveret edilecek kimsenin bilgi, yetenek ve emin birisi olması gerekir. Meşveret üyeleri tarafından konu müzakereye açılır, nihaî karar çoğunluğun reyi ile belirlenir. 

Meşvereti en güzel belirleyen örnek davranışlardan biri, Hazreti Muhammed (asm), Uhut Savaşı öncesi Medine’de müşrikleri karşılamak fikrinde iken, kendi reyine muhalif olarak çoğunluğun reyine uymuş, Mescid-i Nebevi’yeye 5 Km. uzaklıkta bulunan Uhud Dağı’nda müşriklerle savaşmışlar.

Uhud Savaşı’nda bir kısım sahabeler, Peygamberimizin (asm) emrine muhalefet ederek yerlerini tek etmeleri neticesinde sahabeler zayiat vermişler. Başta Hazreti Hamza ile birlikte 70 sahabe şehit olmuştur. Buna rağmen Peygamberimiz (asm), arkadaşlarına kızmamış, hatta onları teselli etmiştir.

Efendimizin (asm) bu örnek davranışı bize de meşveretin neticesi ne olursa olsun ihtilâfa düşmeyin ve alınan kararlara uymayı hatırlatıyor. Bugün meşveret ile alınan bir kararın önemi bizce bilinmese de, daha sonra hakikati anlaşılabilir. Dolayısıyla meşveretin sabır ve tahammül ile neticesini beklemek gerekir. 

Bunu da unutmayalım ki, her alınan karar tam isabet etmeyebilir, eksik tarafı olabilir. Önemli olan birbirimize tahammül etmek ve olaylara bakış açımız güzel olsun.

Konumuza münasebet geldi: Bir zamanlar bir şeyh, müritleriyle bir yerden geçerlerken bir hayvan leşine rastlarlar. Ölmüş hayvanın pis kokusu etrafa dağılmış olduğundan müritler burunlarını kapatıp, yüzlerini çevirirken; şeyh tebessüm eder. “Ne kadar güzel dişleri var, inci gibi parlıyor.” der. Demek ki her çirkin görünen bir şeyin mutlaka güzel bir tarafı da var, onu nazara almak en güzelidir. 

Şahsî meselelerde payımıza düşen hakkımızdan vazgeçmektir. Hakka dayanan, bir dâvâyı ihtilâfa değil; ittihat ve ittifak ile perçinleştirmektir. Hizmetin devâmı ve selâmeti için fedekârlık etmektir.

Yoksa, “Başım kurban olsun” demek, çok kolaydır. Eğer bir şahıs haklı dahi olsa meşveretin hukuku namına, kendi hukukundan fedekârlıkta bulunsa, başını kurban etmekten daha üstün olur. İşte hamiyet ve dâvâ ruhu budur.

Leylâ ile Mecnun’un destanında geçen lâtif bir öykü ile yazımı bağlamak istiyorum: Mecnun çöllerde ahu (ceylan)’larla dolaştı. Ahuların gözleri Leylâ’nın gözlerine benzediği için onlardan ayrılmıyordu. Bizim de sevdâmız dâvâmızdır. Kardeşlerimiz de o dâvânın gözleridir. O gözleri dâvân için sevmelisin. Vessellâm……

11.03.2022

Rüstem Garzanlı

Dipnot:

1- Nahl, 16/43