Millî Eğitim Müfredatının Gündemde Olması Sebebiyle… (2)

Lavoisier ismi, bütün Lise 1. sınıf  Kimya kitaplarının ilk sahifelerinde, “Kimyanın Temel Kanunları” bahsinde, “Kütlenin Sakımı Kanunu” ile birlikte yer alır.
1743-1794 yılları arasında yaşamış olan bu Fransız kimyacı, kimya ilminde teraziyi sistematik olarak devamlı kullanarak, kendisinden önce yapılmış deneylerin neticelerini değerlendirmiş; kendisinin bazı deneyleri ile takviye edilmiş izahlar yapmış ve kimyevî reaksiyonlara giren maddelerin ağırlıkları toplamının reaksiyondan çıkan maddelerinkine eşit olduğunu, “Kütlenin Sakımı Kanunu” olarak ifade etmiştir. Bu kanunun Lise kimya kitaplarında yer alan sınırlı bir manâdaki “Hiçbir şey yoktan var olmaz; varken yok olmaz” ifadesinin ders kitapları ve öğretmenler tarafından çok iyi açıklanarak, yanlış anlamalar ve  anlatmalarla dinsizlik propagandasına malzeme yapılmasına mani olunması gerekmektedir.
Çünkü, Alman Fizikçi Albert Einstein 1905 yılında “Özel İzafiyet Teorisi” ile, maddenin yoğunlaşmış bir enerji olduğunu, enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye E=mc2 (E:erg-enerji, m: gram-kütle, c: cm/s-boşluktaki ışık hızı) basit formülüne göre dönüşebileceğini bilim âlemine kabul ettirerek, hem Lavoisier’in “Kütlenin Sakımı Kanunu”ndaki iddiasının yanlışlığını ortaya koymuş; hem de bilim ve teknolojide “Atom Çağı”nın öncüsü olmuştur.
Ancak E=mc2 formülünden hesaplanan kütlenin enerjiye eşdeğeri çok büyüktür. En şiddetli kimyevî reaksiyonlarda bile enerji haline dönüşen madde miktarı, en hassas terazilerle bile tartılabilme sınırının çok gerisinde ve hesaba katılmasına lüzum görülmeyebilecek kadar az olup burada yapılan hata kimyacıların çalışma hassasiyetlerinin çok dışında kaldığından, bugün de kimyevî reaksiyonlarda pratikte madde kaybolmamış kabul edilir; kimya denklemlerinin katsayılarının denkleştirilmesinde ve kimya reaksiyonlarıyla ilgili problemlerin çözümünde, E=mc2 formülüne göre kütlenin enerjiye dönüşmesi veya enerjiden kütle meydana gelmesi hesaplarının da yapılmaması, çözümde mühim hatalara sebep olmaz.
Fakat nükleer reaksiyonlarla ilgili hesaplarda, E=mc2 formülüne göre kütle-enerji dönüşümünün mutlaka gözönüne alınması icab eder. Atom bombası, hidrojen bombası, nükleer santrallar, güneş ve yıldızlarda neşredilen çok büyük enerjinin eşdeğeri olan kütle kayıpları ihmal edilemez. Böylece, Einstein’in keşfettiği E=mc2 formülüyle, Lavoisier’in “Kütlenin Sakımı Kanunu” açıkça reddedilmiş olmasına rağmen, kimya denklemleriyle alâkalı işlem ve hesaplarda niçin kullanılmakta devam edildiğinin sebebinin çok iyi açıklanarak, gençliğin inanç dünyasının şekillendiği lise çağında Allah’ın varlığının ve  yaratıcılığının inkâr edilmesi batağında ebedî hayatların mahvolmaması için, müfredatta yapılması gerekenler ihmal edilmemelidir.
Lavoisier’in 1789’da neşrettiği “Kütlenin Sakımı Kanunu”nun aslında yanlışlığının Einstein’in 1905’de neşrettiği Özel İzafiyet Teorisi’ndeki E=mc2 madde-enerji bağıntısıyla açık bir şekilde anlaşılmasına rağmen, sadece pratikte doğru kabul edilmesinin temin ettiği kolaylıklar sebebiyle kimya öğretiminde ve tatbikatında hâlâ kullanılmakta oluşu, biyoloji ilminde “Darwinizm” ile yapılmağa çalışılan manevî tahribatın benzerini daha az ölçüde de olsa kimya ilminde de yapmağa teşebbüs edenlerin, çok yanlış ve gençliği ifsada çalışmak gayretlerine maalesef malzeme teşkil edebilmektedir.
Ya bu mevzuun cahili ya da kasıtlı, kötü niyetli olan müfsîdler tarafından bazı zihinler  bulandırılmakta; maddenin ezeliyeti ve inkâr-ı uluhiyet sapıklıklarının müdafaasında, Lavoisier’in aslında yanlış olan fakat pratikte doğru kabul edilebilen (ve pratikte doğru kabul edilmesi gereken) “Kütlenin Sakımı Kanunu” dinsizlik propagandası için sahte bir delil gibi ortaya sürülmeğe çalışılmaktadır. Bu durumda, Lavoisier’in ismi ve onun “Kütlenin Sakımı Kanunu”, belki kıyamete kadar kimya kitaplarında kimyanın temel kanunlarından biri olarak yer alıp uygulanabilecek; fakat ayni zamanda, bazı mugalatacılara ve hakikat tahrifçilerine sahte delil, aldatma ve saptırma vasıtası da olabilecektir.
Lavoisier böylece, Kütlenin Sakımı Kanununun pratikte doğru kabulüyle bir bakıma kimya ilmine hizmet etmek, diğer taraftan da 18. asrın sonlarından 20. asrın başına kadar maddenin ezeliyeti ve inkâr-ı uluhiyet sapıklıklarına sahte bir delil sunmuş; Kader-i İlâhi de, belki onun bu mevzudaki sevabının da günahının da, dünyadaki karşılıklarını vermiştir:
Lavoisier isminin Genel Kimya kitaplarında kıyamete kadar yer alabilecek gibi gözükmesi ona dünyada şan ve şöhret mükafatı sayılabilirken, Fransız İhtilali sonrasında giyotinle başı kesilerek feci şekilde idamı da –ona idamı için isnat edilmiş olan suçla alâkasından ziyade- yanlış ifade ettiği kimya kanunuyla manen idamına sebeb olduklarının günahlarından “Sebeb olan yapan gibidir” kaidesiyle aldığı günah hisselerinin, dünyadaki peşin bir cezasını görmüş olabileceğini düşündürmektedir.
Bu mevzuun ilahî hikmetleriyle ilgili yönü de düşündürücü olmakla beraber; Millî Eğitim Müfredatımızın gündemde oluşuyla,  o Müfredat’ın hazırlığıyla, bu mevzudan bahseden ders kitaplarının yazılmasıyla, o ders kitaplarının kabul edilmesiyle, kimya derslerinde talebelere “Kimyanın Temel Kanunları” bahsi anlatılırken bu mevzuun hassasiyetine itina gösterilip yanlış anlamalarla gençlik çağından itibaren inanç sapkınlıklıklarına sebeb olunmaması ile ilgili yönleri de vardır ve bilhassa bu mühim yönlerinde gerekenler kesinlikle ihmal edilmemelidir.
 
Prof.Dr.Mustafa NUTKU