“Millî” Eğitime Doğru (İnşaallah)

Millî Eğitim müfredatında yapılması planlanan ve bir ay süreyle askıya çıkarılarak tartışmaya açılan değişiklikler, daha önce bu konuyla ilgili olarak yazdığımız üç yazıyı hatırlattı. Sırasıyla sunacağımız bu yazılardan birincisi, 22 Mart 2012 tarihinde “Millî Eğitime Geçiş Ne Zaman?” başlığıyla Son Devir’de yayınlanmıştı:

Sadece kesintisiz eğitim tuzağından kurtulmakla kalmadık. Bu arada çocuklarımız beş yaşında okula başlama imkânına kavuştu. Mecburî eğitim on iki yıla çıkıyor. Tabletlerimiz de geliyor. Bunlar, iyi haberlerimiz.

Kötü habere gelince:

Eğitim sistemimiz bildiğiniz gibi. O cephede herhangi bir değişme ve düzelme emaresi yok. Sistemimiz, Millî Eğitim Temel Kanununun ilk cümlelerinde ifadesini bulan hedefe doğru hizmet vermeye devam ediyor:

“Türk milletinin bütün fertlerini Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar haline getirmek.”

Gerçi bu amacı gerçekleştirmeye yarayacak, propaganda ve ritüel seviyesinden öteye geçebilen bir eğitim faaliyetinin okullarımızda cereyan ettiğini söylemek güçtür; bu bakımdan konu tartışmaya değer görülmeyebilir. Fakat böyle ideolojik yaklaşımlar, insanlara bizzat birşey veremese de, verilmesi gereken şeyi önleme kapasiteleri bakımından ciddîye alınmalıdır. Eğitim sistemimize hakim olan ideolojik anlayışın ise, insanları, bizim değerlerimizi şekillendiren Kur’ân’ın ders verdiği anlayış ve kavrayıştan sistemli bir şekilde uzaklaştırdığında şüphe yoktur.

***

Kur’ân’ın dersleri hayatla iç içedir. O, herşeye ibret ve hikmet gözüyle bakmayı bize öğretir. Üzerinde yaşadığımız gezegen, rahmeti herşeyi kuşatan bir Yaratıcı tarafından bizim için döşenmiş, zemini çiçeklerle ve tavanı yıldızlarla süslenmiş, bodrumuna her türlü ihtiyaç maddelerimiz depolanmış bir yuvadır. Gökteki Güneş bizim için asılmış bir lâmba, Ay bizim için oraya yerleştirilmiş bir takvimdir. Denizler Allah’ın emriyle bulut olur, rüzgâr Onun emriyle rahmetini bize müjdeler. Yerden bitkileri bizim için O çıkarır, bize şifa olsun diye arıya bal yapmayı O öğretir.

Özetle: Kur’ân’ın dünyası iki temel üzerine bina edilmiştir:

(1) Burada herşey Allah’ın eseridir.

(2) Burada olup biten herşeyin bize bakan hikmet ve amaçları vardır.

***

Eğitim sistemimizin Batıdan iktibas ettiği anlayış ise, bunun tam tersine, failsizlik ve abesiyet esasları üzerine kurulmuştur. Bu dünyada herşey kendi kendine olur. Hiçbir şey şu veya bu gaye için yapılmış değildir; o gayeler her nasılsa tesadüfen vücut bulur. İnsanın bu kâinatta özel bir yeri yoktur; kimse ona acımaz, kimse onu gözetmez, kimse onun hatırı için yerin ve göğün nimetlerini ortaya sermez. Zaten nimet diye birşey de yoktur; herşey tüketilecek bir metâdır. Rahmet, hikmet gibi kavramların ise adı bile bilinmez.

Yapılmakta olan yenilikleri kim hangi yönden savunursa savunsun, inkâr edilemeyecek bir gerçek var ortada:

Ana kucağından alıp okul sıralarına oturttuğumuz çocuklara dünyayı işte bu şekilde öğretiyoruz!

***

Batı yerine Kur’ân’ın bakış açısını benimseyen bir eğitim anlayışı, biliyoruz ki, bazılarına çok yabancı gelecektir. Fakat bazılarına! O kadar. Zira bu bakış açısı, bütün dinlerin temelinde yatan anlayışın ta kendisidir. Eğer Türk milletinin bütün fertlerini Atatürkçü yapmak vicdan özgürlüğüne müdahale teşkil etmiyorsa, milletin manevî değerleri kadar bütün dinlerin de ortak temelini teşkil eden bir bakış açısını “millî” eğitimimize esas yapmak hangi mantıkla vicdan özgürlüğüne müdahale sayılacaktır?

Eğer takip edilen sistem Batı ile bizim aramızda tarafsız bir bölgeyi teşkil etseydi, “Bırakalım da çocuklar yetişkin çağa geldiklerinde kendi inançlarını seçsinler” şeklindeki mülâhazalarda belki bir haklılık payı aranabilirdi. Fakat failsizlik ve hikmetsizlik esaslarına takıntılı bir anlayışın, doğrudan doğruya dinsiz nesiller yetiştirmeyi amaçlayan bir anlayıştan farkı nedir? Varlık âlemini toptan abesiyet çukuruna attıktan sonra, yarım yamalak din dersleriyle yahut aile veya bireylerin kendi çabalarıyla bu tahribatı tamir etmeye çalışmaktan beklenecek en iyimser sonuç, olsa olsa bir “mühtedî imanı” olacaktır.

***

Kesintisiz eğitimle hedef alınan şeyin, dinî inançlardan uzak nesiller yetiştirmek için hiçbir önlemi eksik bırakmamak olduğunu bugün herkes biliyor. Lâkin kesintisiz eğitimi kesintiliye çevirmekle problemin çözüldüğünü sanmayalım. Okula başlama yaşını düşürmenin ise, çocukları failsizlik ve abesiyet esaslarına dayalı bir dünya görüşüyle formatlama işini daha da sağlama alacağı apaçık ortadadır. En iyisi, gelin, makyajla günü kurtarmak yerine, eğitim sistemimizin temellerine inelim; orada yapılması gereken bir dünya dolusu güçlendirme çalışması bizi bekliyor.

Türk milletinin bütün fertlerini ilke ve inkılâplara göre formatlayacak olanlar ise biraz beklesinler.

Herkes yetişkin çağa gelince Atatürkçü olup olmayacağına kendisi karar verir!

ÜMİT ŞİMŞEK

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: