Mimarlık Sanatının Doruğu “Koca Sinan”

Mimar Sinan’ı elbette en iyi anlatacak olan onun şu günümüze kadar ulaşan eşsiz eserleridir şüphesiz. Biz de merhum Ziya Paşa’nın dediği gibi; “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz, / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” diyoruz ve yazımıza başlıyoruz.

Sinan’ın bütün eserleri adeta bir sanat harikası… Ama bu eserler arasında bir eser var ki Mimar Sinan ‘375 sanat ve marifet üzerine yapılmıştır’ dediği Selimiye Camisi’dir. Aynı zamanda “Şehzadebaşı çıraklık, Süleymaniye kalfalık, Selimiye ise ustalık eserimdir.” der ve ekler “Süleymaniye’de yakalayamadığım sesin akustik sistemini Selimiye’de yakaladım.” Bu konuya aşağıda değineceğiz.

Dünyanın yedi harikası oylamaya sunulduğu zaman nedense hep Ayasofya’dan bahsedilir ülkemizin sınırları içerisinde. Mimar Sinan’ın “Ustalık eserim” dediği Selimiye Camisi oylamaya bile dâhil edilmez. Seçimler biter ve yedi harika açıklandıktan birkaç gün sonra bazı gazetelerde “Yedi harikadan biri Edirne Selimiye Camii olması lazımdı” yazılarına rastlarız çoğu zaman. Bu da gösteriyor ki sadece yazarlarımız kendi imkânları ile tanımış bu harikulade eseri, hala vatandaşlarımıza tanıtamamışız.

Aslında Ayasofya’nın da hakkını yememek lazım. Çünkü Mimar Sinan’ı ateşleyen, bu eser için söylenen sözler olmuştur şüphesiz. “Ben Mimar Sinan” isimli yazısında Turgut Özakman şu ifadeleri kullanır:

“Tarih diyor ki: Doğu Roma İmparatoru Justinyanos, Ayasofya kilisesinin, eski İsrail Kralı Süleyman’ın Kudüs’te yaptırdığı ünlü tapınaktan daha büyük olmasını istemiş. Rivayet edilir ki bina bitince İmparator Justinyanos, kubbenin altında durmuş ve şöyle bağırmış: “Ey Süleyman! Seni yendim!

Mimar Sinan’ın zamanında ve öncesinde söylenen bazı sözlerse Sinan’ın dilinden şöyle yansır: Avrupa’nın mimar geçinenleri “Ayasofya kubbesi gibi büyük bir kubbe İslam Âleminde yapılmamıştır. Müslümanlara karşı galebemiz vardır” derlerdi. Yanlış görüşlerince o kadar büyük bir kubbeyi durdurmak son derece zordur. “Benzerini yapmak mümkün olsa yaparlardı” dedikleri bu zavallının yüreğinde bir ukde olup kalmıştı.

İşte bu sözler Sinan’ın içindeki kıvılcımı ateşler, yine kendi ifadesiyle “Ayasofya kubbesinden altı zira daha yüksek ve çevresini dört zira daha geniş” olan kubbeli eseri Selimiye Camisi’ni yapar.

Cami yapıldıktan sonra ne yaptıran 2. Selim ne de Mimar Sinan cami içerisinde “Ey Justinyanos! Seni yendim!” diye bağırmamışlardır. Ve yine latif bir hatıradır ki 2. Selim Mimar Sinan’ı Ayasofya’nın tadilatı için görevlendirir. Sinan önce kubbede tadilat yapar ve daha sonra Ayasofya’ya minare yaptırır ve der ki “Ayasofya elbette ki çok ihtiyarlamıştı, yaptırdığım minareler ile kollarının arasına iki baston koymuş oldum, böylelikle Ayasofya da kıyamete kadar baki kalacaktır.

Bir Japon mimarı Edirne’ye geldiği zaman Selimiye Camisi’nde kubbenin altına uzanır, bunu gören görevliler Japon’un yanına gelir ve “Ne için burada uzanıyorsunuz” diye sorar. Japon ‘Kubbenin düşmesini bekliyorum’ der. Görevliler, yüzyıllardır kubbenin bu şekilde durduğunu anlattıkları zaman Japon mimar çok şaşıracaktır.

Caminin sanatını anlamak için mimar olmaya gerek yok. İsterseniz avam gözüyle camiye biraz bakalım. İstanbul istikametinden Edirne’ye girdiğimiz zaman Edirne semalarında iki minarenin yükseldiği görünür. Selimiye ise dört minarelidir. İki minare görünmesinin sebebi ise minarelerdeki simetridir. Dayezade Mustafa Efendi, Risale-i Selimiye‘sinde bu durumu “Seferlerde farzlar kısaltılır, bu da Cenab-ı Hakkın insanlara sunmuş olduğu kolaylıktır. Farzları dört değil iki kılabilirsiniz” diyerek bu dört minarenin iki görünmesinin hikmetini anlatır. Dört minare Edirne’nin çevresinden iki ve üç olarak simetrik bir şekilde görüldüğü ortaya çıkar, sanki bir kare çizilmiş dört köşesine aynı boyutta dört minare.

Şimdi caminin tam karşısındayız. Selimiye adeta maketten yapılmış büyük bir mimariyi andırıyor. İnsanın aklı almıyor böyle bir mimari sanat olabilir mi diye? Hatta Selimiye’yi gören bir kısım insanlar “Bu eser bir insan yapısı değildir, gökten inme bir mabettir” demişlerdir. Caminin bazı kapılarında zincirlerin olduğunu görürüz. Başını eğmeden geçemezsin o zincirlerden. Bu zincirlere bazıları “Enaniyet Zinciri” der. Eskiden padişahlar bile bu zincirlerden başını eğip geçerlermiş. Bu zincirler huzur makamına girişteki ilk adım olarak ifade edilir ayrıca padişahım sen büyüksün ama unutma ki senden büyük Allah var sözünün sembolik hali olmuştur. Bazı zamanlar bu sözleri padişah camiye girerken kenara dizilmiş küçük talebelerden işitirlerdi “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var.”

Şimdi içerdeyiz. İlk dikkatimizi çeken camideki ses sistemi oluyor. Küçük çocuklar sesten memnun kalmışlar ki içeride annelerin sinirlenmesine inat, bir köşeden bir köşeye bağıra çağıra koşuşturuyorlar. Sinan’ın “Sesin netliğini Selimiye’de yakaladım” dediği akustik harika. Süleymaniye Camisi inşa edilirken Sinan’ın mihrapta nargile içtiği söylentisi yayılır. Bu söylenti, Kanuni’ye kadar varır. Kanuni, söylentiyi duyunca pek ihtimal vermez. Sinan gibi muhterem bir insanın camimin inşaatı sırasında mihrapta nargile içmesi hürmetsizliktir, o bu hürmetsizliği yapmaz der, fakat buna rağmen bir gün ansızın inşaata baskın yapar. Bakar ki, Sinan gerçekten de mihrapta nargile tokurdatıyor.

Mimarbaşı ne yapıyorsun burada?” der Kanuni.

Sultanım, görüyorsunuz ya, nargilemi tokurdatıyorum” diye cevap verir Sinan.

Mimarbaşı, camide nargile içilir mi, sen bu işi yapmazdın?” diye Kanuni sinirli bir şekilde sorar.

Sultanım dikkat edin, nargilemde tömbeki, tütün yoktur. Sadece suyun kaynamasından meydana gelen sesin camii içerisindeki sesin dağılımını kontrol ediyorum. Bu sayede hoca mihrapta namaz kıldırırken sesi camii içerisinde her bir yandan rahatlıkla duyulabilecek.” der Sinan. Süleymaniye’de başladığı bu akustik sistemi Selimiye Camisi’nde tam manasıyla ve daha az küp kullanarak elde etmiştir. Yerden yükselen ses aşağıya doğru sekiz kat daha artarak iniyor. Ama ne yazık ki tadilatlar Sinan’ın ses sistemini hırpalamaya yetmiş artmış bile. Ama hala akustik sistem kendini hissettirmekte.

Kışın gittiyseniz caminin içi ve yerlerin soğuk olduğunu göreceksiniz. Hâlbuki Sinan camiyi yaptığı zaman yanına inşa ettiği hamamın sularını caminin altından borular vasıtasıyla geçirip camiyi ısıtıyordu. E cami kadar ömrü yokmuş hamamın, Balkan Savaşları, Dünya Savaşları derken hamam sizlere ömür. Şu sıralar hamamı tadil ediyorlar, ama eski sistem geri gelir mi, meçhul. Unutmadan bu borular ile caminin depreme karşı tedbiri de alınmış oluyor. Mihrabın yanında bulunan iki silindir ile caminin dengede olup olmadığını yani depremden sonra yerinden oynayıp oynamadığını tahmin edebilmek için yerleştirilmiş bir sistemde mevcut. Bu arada silindirler dönmüyor şimdi. Korkmayın cami yerinden oynamadı. Bizim meraklı milletimizin silindirle oynamasına dayanamayan görevlilerimiz silindirin arkasını harçla kapamışlar. Hem merakta etmeyin “Kıyamet kopsa bile cami çökmeyecek” diyor Sinan. Rivayetlere göre Selimiye kare gibi yana yatıp yıkılacak, şayia manasındaki rivayetlerden bu.

Tek parçadan olan 25 basamaklı şahane bir minber karşımıza çıkar. 2. Selim, Sinan’dan minberin altın yapmasını ister. Sinan ise “Padişahım! Bu devirde altının alıcısı çoktur. Bir bıçak tedarik edip az zamanda bu minberi harap eder çalarlar. Ben öyle bir minber yapayım ki altından kıymetli olsun.” der.

Caminin arka iki minaresinde üç değişik yol vardır. Birinci yol bir ve üçüncü şerefeye, ikinci yol iki ve üçüncü şerefeye, üçüncü yol direkt üçüncü şerefeye gider ve gidenler birbirlerini görmeden üçüncü şerefede buluşurlar. Bu sistemi Sinan yine Edirne’de bulunan Üç Şerefeli Camisi’nin minaresinden örnek almış. Ama o minareye göre daha narin bir yapıyla ve ince bir kavisle iki minare göklere yükselir.

Minareler ilk yapıldığı zaman bir çocuk minarelerden birinin eğik olduğunu söyler. Mimar Sinan’ın kulağına eğik sözü gelince çocuğu çağırtır. Çocuğa hangi minarenin eğik olduğunu sorar ve daha sonra o minareyi iple bağlattırır. Ustalara minareyi çekin diye bağırırken bir yandan da çocuğa sorar “Evlat, minare düzeldi mi?” Çocuk bir noktadan sonra “Evet, düzeldi” der ve bu hadise de burada kapanır. Sinan’a “Niçin böyle yaptın, iple minare mi düzelir” diye sordukları zaman “Yalan da olsa insanların aklında şüphe bırakmamak lazım, şüphenin küçüğü büyüğü olmaz.” der.

Bazen küçücük evimizin, küçücük odalarında bile örümcekler ağlarından şikâyetçi oluruz. Selimiye gibi büyük bir mekânda da örümcek ağlarının olması normal karşılanacaktır elbette. Ama oda ne! Cami görevlileri çok titiz, cami içerisinde hiç örümceğin ağı yok. Şaka şaka bu kadar büyük bir yerde örümcek ağı olsa tamam olabilir ama temizlemesi en büyük işkence olurdu. İşte Sinan’ın dehası burada ortaya çıkıyor. Süleymaniye Camisi’nde asılı olan devekuşu yumurtalarını çıkarırlar. Sonra bir de bakarlar ki camide örümcek ağları ortaya çıkmaya başlar. Mesele anlaşılmıştır örümcek ağ yapmasını engelleyen devekuşu yumurtasıdır. Selimiye de ise Sinan devekuşu yumurtası asmamış ama yumurtayı harcın içerisine karıştırmıştır. Bu sayede örümceklerin önü kesilmiştir. Yüzyıllarca önce yapılan bu sistem neden evlerimizde de yapılmıyor ki? Ev hanımlarımızın birazcık işini azaltmış olurduk.

Selimiye, 2. Selim tarafından yaptırılır ama 2. Selim camisinin açılışı için yola çıktığı zaman Çorlu’da hakkın rahmetine kavuşur. Caminin içerisinde bulunan ve meşhur ters lalenin bulunduğu müezzin mahfilinin yapımı ise caminin inşaatından yaklaşık yüz sene sonra 3. Selim tarafından yapılır. Niye mi bunu anlatıyorum diye merak edenleriniz olabilir. Çünkü camiye gelen birçok insan 375 sanat harikasından birisine bile bakmadan Selimiye ve Sinan’la hiçbir alakası olmayan tamamen uydurma bir kabartma olarak yapılmış ters bir lale motifine bakıp gidiyorlar. Son yüzyılımıza kadar lale hakkında bir yazı bile kitaplarımızda bulunmazken Selimiye’deki sanatın ve Mimar Sinan’ın önüne geçirmeye çalıştıkları bu hurafe inanç yüzünden “Ters Lale yere geldiği zaman kıyamet kopacakmış!” gibi uydurmalarla tam bir sanat katliamı yapılmaktadır. Üzerine basarak tekrar etmek istiyorum. Selimiye’nin yapımında yüz yıl sonra yapılmış bir müezzin mahfilindeki ters lale ve son yüzyılımıza kadar geçen zaman dilimi içerisinde bahsedilmeyen bir lale. Yapılan bu mahfil yüzünden cami içi estetiğin zarar gördüğünü söyler Selimiye Camisi eski müezzini Nadi hoca. Söylediklerinde de haksız değildir bence.

Gel zaman, git zaman, Edirne defalarca elden düşer, Yunanlar, Bulgarlar, Ruslar Edirne’yi birkaç defa işgal ederler. Hatta Ruslar Selimiye’deki çinilerin bir kısmını söküp memleketlerine götürürler ya da kaba tabiriyle çalarlar. Hepsinin gözü Edirne üzerindedir. Ama “Selimiye gibi bir eser varken bizler nasıl hak dava edip de Edirne bizimdir, bizim elimizde kalacak, sınırlarımızın içine dâhil olacak” derler ve Selimiye sayesinde Edirne ülkemiz sınırları içerisindeki yerini muhafaza eder.

Sadece gözümüzün ucuyla seyrettiğimiz manzaradan bunlar çıktı. İşte Sinan işte Selimiye. Arif olana tek işaret yeter, devamı size ödev olsun.

Son sözü Sinan’a bırakalım, bakalım ne diyor; “Selimiye sırlardan bir sırdır, onu ancak arif olan anlar.

Kaynak: turunç kültür-sanat dergisi (4. Sayısı Sayfa:21/22)