Mü’min’de Dâvâ Nasıl Olmalı?

Dâvâ anlam itibariyle kısaca, sadakat ve bağlılık olarak ifade edilebilir. İslamiyet’e dâvâ değince evvelâ Kur’ân ve sünneti hayatında fiilen tatbik etmek ve imkânlar dâhilinde başkalarına da anlatmaktır.

Rehber-i Ekmel Efendimiz (asm)’ın dâvâsı “Tevhit ve nübüvveti ilân ederek “Lailahe İlallah Muhammedün Resûlüllah” demiştir. “Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler, ben yine bu dâvâdan vazgeçmem.” diyen Fahr-i âlem tüm zorluklara rağmen dâvâsına sadakatle bağlı kalmıştır. Kâinatın sebeb-i hilkatine vesile olan Efendimiz (asm)’in rahle-i Mübarek’inde yetişen Sahabe-i kiram de, dâvâları için ölümü göze almışlar. İşte Hazreti Bilâl-i Habeşî (r.a) kızgın kumlara ve taşlara rağmen Allah diyerek davası için ölümü göze alan sahabeler’den biri…

Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi şöyle demiş: “İslâm bugün öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil, ahiretini dahi feda etmeye hazır olacak”1 işte böyle bir fedakâr, davası için dünyayı aşan bir şahsiyet: Bediüzzaman!Ben iki elime iki dünyamı almışım. Tek dünyalı olanlar karşıma çıkmasın”2, demiş. Keza, “milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”3 diyen Bediüzzaman, şahsi davasına önem vermemiş, hatta dünyasını değil, ahiretini feda etmeye hazır olduğu bütün tarihçe-i hayatı şahittir. Büyük davaları ancak, yüksek şahsiyetler temsil edebilirler!..

İşte Kur’an gibi büyük bir hakikatin dellâlı olan Bediüzzaman, “Birinci Dünya Harbinden önce bir vakıa-i sadıkada, Ağrı Dağı’nın müthiş infilâk ettiğini, bu esnada mühim bir zat âmirâne bana diyor ki: İ’caz-ı Kur’ân’ı beyan et.”4, Bediüzzaman büyük bir dâvânın mümessili olduğunu bu rüya-yı sadıka ile anlamış ve bir ömür boyunca Kur’an’ın rehberliğinde hareket etmiştir. Peygamber (asm)’in içinde görüldüğü rüya, sadık rüyadır. O zaman Kur’an hesabına emir veren de Efendimiz (asm)’in olması kuvvetli bir delildir.

Bediüzzaman, bir gün iki minare yüksekliğinde ki Van kalesinin tepesinde ayağı kayıp aşağıya doğru yuvarlanınca, “Ey vah dâvâm!” diye haykırmış. Çünkü istikbalde telif edilecek Risale-i Nur eserlerini hisse-i kable’l- vuku ile anladığı için kendi canı ve hayatı için değil, belki daha telif edilmeyen Risale-i Nur için “Ey vah dâvâm” demiştir.

Bir dâvâ adamı ve ölümden korkmayan bir havârî Zübeyir Gündüzalp diyor ki: “Risale-i Nur uğrunda kurşunla öldürüleceksem, o kurşunlara çekinmeden göğsümü gereceğim. Üstadım Bediüzzaman için hançerlerle parçalanırsam etrafa sıçrayacak kanlarımın “Risale-i Nur, Risale-i Nur” yazmasını Rabbimden niyaz ediyorum.”5 nidasıyla dâvâsına olan sadakatini böylece izhar etmiş.…

Cemâl ve Celâl sahibi Yüce Allah (cc) Kur’an’ı Kerim’de mealen şöyle buyurur: “Mü’minlerden öyle erler vardır ki, Allah (cc)’a verdikleri sözde sadakat ettiler, kimi adağını ödedi, kimi de şehit olmayı bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler.”6

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

17.03.2015

Dipnotlar:

1-Said Nursi Tar.Hat.s.24

2-Münazarat,

3-Said Nursi Tarh.Hat. Tahliller s.82

5-Şualar, 14. Şua,Z.Gündüzalp,Afyon Mudaf.

6- Ahzap, 33/23