Mü’minin Namusu

Onu işittiğinizde, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların birbirleri hakkında iyi şeyler düşünerek, “Hâşâ, bu düpedüz iftiradır” demeleri gerekmez miydi?  Nur Sûresi, 24:12

Mü’minlerin toplum hayatı için zehir etkisine sahip bir tehlikeye bu âyet dikkatimizi çekiyor. Ve mü’minlere, bu tehlike karşısında nasıl bir tavır takınacaklarını çok sade ve kestirme bir dille anlatıyor.

Âyette söz konusu edilen tehlike, mü’minlerin namusunu ilgilendiren suçlamalardır. Ne yazık ki, toplumumuz, böyle konularda, âyetin bize örnek olarak gösterdiği olgun davranışları sergilemekten bir hayli uzakta bulunuyor.

Bugün bize çok rahat görünen şekillerde, insanlar hakkında gelişigüzel konuşabiliyoruz. Onların hoşlanmayacağı şeyleri arkalarından söylemekte bir sakınca görmüyoruz. Bu rahatlık içinde, bazan aslı olmayan iddialar, iftiralar bile dilden dile dolaşıp yayılabiliyor. Hattâ bu iddialar, insanların iffet ve namuslarını zan altına alacak seviyelere bile varabiliyor.

Oysa Kur’ân, son derece açık beyanlarıyla, herşeyden önce, dedikoduyu yasaklamıştır.

Hucurât Sûresinde [1] “ölü eti yemek” gibi tiksindirici bir iş olarak nitelendirilen bu fiilin daha da ötesi iftiradır.

İftiranın en kötüsü ise, insanların iffetlerini hedef alan iftiralardır ki, Kur’ân, böyle bir şayiayı işiten bir mü’minin nasıl tepki vermesi gerektiğini, Nur Sûresinin bu âyetinde açıkça bildiriyor:

“Hâşâ, bu düpedüz iftiradır!” deyip reddetmek…

Bu emirde dikkat çekici olan birşey vardır:

Bizden araştırma istenmiyor. Oysa başka bir yerde, “Bir fasık size bir haber getirdiğinde onu araştırın” [2] buyurulmuştur. Bir mü’min erkeğin veya bir mü’min kadının namusuyla ilgili bir iddiada ise, mü’minden beklenen şey, “Acaba bir hakikat payı olabilir mi?” diye kuruntuya kapılıp araştırma yapmak değil, daha işittiği anda, doğal bir refleksle bunu reddetmektir — tıpkı aksırıp öksürerek, tükürerek, istifrağ ederek, bünyeye zararlı bir maddeyi vücut dışına atar gibi!

Ayette “birbirleri hakkında iyi şeyler düşünmek” şeklinde tercüme etmeye çalıştığımız ifade, “kendileri için iyi şeyler düşünmek” şeklinde de anlaşılmaya müsaittir. Bunda da, mü’minleri tek bir vücut olarak gören ve bir kardeşi hakkında zan beslemek ile kendisi hakkında zan beslemek arasında fark görmeyen bir incelik vardır. Böylece, “Kendiniz hakkında nasıl iyi şeyler düşünüyorsanız, kardeşleriniz hakkında da aynen öyle düşünmelisiniz; topyekûn bir vücut olarak hayatınız buna bağlıdır” denmektedir.

 

Bu âyetin öncesi ve sonrası, durumun vahametini daha da büyük bir açıklıkla ortaya koyuyor. Daha önceki âyetlerde, böyle bir iddiayı ortaya atıp da dört şahitle ispat edemeyenler için “Seksen değnek vurun; bir daha da asla şahitliklerini kabul etmeyin” buyurulmuştur. Daha sonraki âyetlerde ise, bu konuda mü’mine yakışan tavır tekrar hatırlatılmaktadır:

O vakit siz bu iftirayı dilinize doluyor, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağzınızla söylüyor ve bunu kolay bir iş sanıyordunuz. Oysa bu Allah katında pek büyük birşeydi.

Onu işittiğiniz zaman “Bunu söylemek bize yakışmaz; hâşâ, bu büyük bir iftiradır” deseydiniz ne olurdu! [3]

Barla mektuplarından birinde, Bediüzzaman, bu âyetlerin, “böyle konuların dile dolanmaması, bu kapının tamamen kapatılması” amacı güttüğünü bildirir ve bu tür söylentileri yayanların “münafık gibi toplum hayatını ifsat ettiklerini” söyler.

Bunlar, pek ağır ithamlardır hiç kuşkusuz. Ancak bir mü’minin iffet ve namusunu dile dolayanların yaptığı iş de Allah katında pek büyük bir günahtır. Çünkü mü’minin Allah katında pek büyük ve şerefli bir mevkii vardır. Bu, dostun da, düşmanın da hiçbir zaman akıldan çıkarmaması gereken bir gerçektir. Belki kulaktan kulağa yayılan bir söylentiyi bir masum söz gibi ağza alıp tekrarlamak insana basit bir iş gibi gelebilir. Daha da kötüsü, zamanımızın iletişim araçları, bu sözleri birkaç kişi yerine binlerce veya milyonlarca kişiye de kolaylıkla ulaştırabilir. Fakat âyet, bize pek kolay görünen bu işin Allah katında çok büyük bir vebal anlamına geldiğini bize açıkça bildiriyor.

Onun içindir ki, bu zaman, insanın kulağından girene de, ağzından çıkana de her zamankinden fazla dikkat etmesini gerektiren bir zamandır.

ÜMİT ŞİMŞEK

[1] Bk. 49:12.

[2] Hucurât Sûresi, 49:6.

[3] Nur Sûresi, 24:15-16.