Mü’minlere Muhabbet

Mü’minlere Muhabbet

«Benim mezhebim, muhabbete muhabbet et­mek­tir, hu­sumete husumet etmektir. Yani dünyada en sevdi­ğim şey muhab­bet ve en darıldığım şey de husu­met ve adâvettir.» (Münazarat sh: 77)

«Meselâ, mü’minler mâbeyninde husû­met ve adâ­vet bir seyyiedir. O seyyie içinde, kalb ve rûhu sıkıntı­larla boğa­cak bir azâb-ı vicdânîyi, âlicenap ruhlara hissetti­rir. Ben kendim, belki yüz defadan fazla tecrübe etmişim ki, bir mü’min kardeşe adâvetim vak­tinde, o adâvetten öyle bir azap çekiyordum şüphe bı­rak­mıyordu ki, bu seyyieme muaccel bir cezâdır, çekti­rili­yor.» (Osmanlıca Lem’alar sh: 684)

Müslümanlar arasında tarafgirliğin olmaması bir esastır.

«MÜ’MİNLERDE nifak ve şikak, kin ve adâ­vete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, ha­kikatçe ve hikmetçe ve in­saniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve ha­yat-ı içti­maiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merdut­tur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşe­riye için zehir­dir.» (Mektubat sh: 262)

 MÜ’MİNE ADAVETTEN KURTULMA ÇARESİ

«Eğer dersen: “İhtiyar benim elimde değil fıtra­tımda adâ­vet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vaz­geçemiyorum.”

Elcevap: Sû-i hulk ve fena haslet eseri gös­te­rilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve mukteza­sıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemi­yorsun. Senin, mânevî bir neda­met, gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslet­te haksız olduğunu anla­man, onun şerrinden seni kurtarır. Zaten bu Mektubun bu Mebhasını yazdık, tâ bu mânevî is­tiğfarı temin et­sin hak­sızlığı hak bilmesin, haklı hasmını haksızlıkla teşhir et­mesin.» (Mektubat sh: 267)

Haksızlık veya haklılık, Şeriatın sarih hükümlerine göre tesbit edilir. Beşerî düşünceler ve şahsî kanaatler ölçü olamaz. Meselâ, gıybetin haram ve caiz olan kısım­ları şer’î kaynaklarda açıkça kayıdlıdır. O hükümlere göre hareket etmek mecburiyeti var. Demek 3. paragrafta nazara verilen fena haslet yani kötü ahlâk eserleri ve haksız gıybet gibi amelî ve fiilî tezahürler, zâhir ölçü­lerdir ki, görülemeyen düşmanlık hissinin varlığını is­bat eder.

«Bir câni yüzünden çok mâsumları ihtiva eden bir gemi batırılmaz. Bir câni sıfat yüzünden, çok evsaf‑ı mâ­sumeyi muhtevî bir mü’mine adavet edilmez.

Lâsiyyema, sebeb-i muhabbet olan imân ve tevhid, Cebel-i Uhud gibidir. Sebeb-i adâvet olan şeyler çakıl taş­ları gibidir. Çakıl taşlarını Cebel-i Uhud’dan daha ağır te­lâkki etmek ne kadar akıl­sızlıksa, mü’minin mü’­mine adâ­veti, o kadar kalbsizliktir. Mü’minlerde adâ­vet, yalnız acımak mânâsında olabilir.

Elhasıl: İman muhabbeti, İslâmiyet uhuvveti istil­zam eder.» (Hutbe-i Şamiye sh: 144)

«Düşmanlarımızın seyyiatı—tecavüz olmamak şartıyla—adâvetinizi celb etmesin. Cehennem ve azab-ı İlâhî kâfidir on­lara…» (Hutbe-i Şamiye sh: 52)

«Bizim cemaatımizin meşrebi, muhabbete mu­habbet ve husumete husumettir. Yani, beyne’l-İslâm mu­habbete imdat ve husumet askerini bozmaktır.» (Hutbe-i Şamiye sh: 86)

KARDEŞLİĞİ MUHAFAZA ETMENİN KAİDELERİ

 Ehl-i iman arasında adaveti terk etmek  sarih beyanların ge­tirdiği bir esastır.

«İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir de­sise-i şey­taniye şudur ki: Bir mü’minin birtek seyyi­esiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsız­lar,  mü’­mine adâvet ederler.

Halbuki, Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, ha­senâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmey­ler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğun­dan, bazan birtek hasene ile çok sey­yiâtını ör­ter. Demek, bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında mu­amele gerek­tir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıkla­rına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhab­bete ve hürmete müste­haktır. Belki, kıymettar birtek ha­sene ile, çok seyyi­âtına nazar-ı afla bakmak lâ­zımdır.

Halbuki, insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şey­ta­nın telki­niyle, bir zâtın yüz hasenâtını birtek seyyie yü­zünden unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, günah­lara gi­rer.» (Lem’alar sh: 88)

«Mü’minin şe’ni, kerîm olmaktır. Senin ikra­mınla sana musahhar olur. Zâhiren leîm bile olsa, iman cihetinde kerîmdir.» (Mektubat sh: 265)4- tirdihi bir esastır.

«Mesleğimiz, sırr-ı ihlâsa dayanıp, hakaik-i ima­niye ol­duğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtima­iyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve ta­rafgirliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan te­cerrüt etmeye mes­leğimiz itibarıyla mec­buruz. Binler teessüf ki, şimdi müthiş yılanların hücumuna mâ­ruz biçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısır­ması gibi cüz’î kusuratı bahane ederek, birbirini ten­kitle, yılanların ve zındık mü­nafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım edi­yor­lar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 246)

«Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuv­vet, gü­cenmek ve tarafgirlik kaldırmaz.» (Şualar sh: 498)

«Tahtîecilik fikri, sû-i zan ve tarafgir­lik hissi­nin menbaı olduğundan, İslâmda lâzım olan tesanüd-ü ervah, tev­hid-i kulûb, tehâbbüb ve te­âvüne büyük rahne­ler açmıştır. Halbuki hüsn-ü zanla, muhab­bet ve vahdetle memuruz.» (Sünuhat Tuluat İşarat sh: 30)

«Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına gir­me­mek ister­seniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan isti­fade eden zalim­lere karşı Allah bize verdiği

kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahas­sun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hu­kuku­nuzu müdafaa edebilirsiniz.

Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşur­ken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbi­rine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvaze­nelerini bozup onlarla oynayabilir birini yu­karı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne ta­rafgirlik­lerinizden, kuvve­tiniz hiçe iner az bir kuvvetle ezilebi­lirsiniz. Hayat-ı içtimaiye­nizle alâkanız varsa,

Allahın Ayetlerini düstur-u âli­yeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şe­kavet-i uhreviyeden kurtulunuz.»  (Mektubat sh: 270)

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: