Münafığın ana dayanağı, yalandır

İşarat-ül i’cazdaki ifadeler yalanın ne kadar dehşetli bir şey olduğunu anlamak ve anlatmak için herhalde yeterli…Lakin uygulamada cevazı var denilen kȋnaye, (gerçeğe yakın) kelimesi sanki bazen bazıları tarafından yanlış yorumlanıyor gibi geldi bana. Bu meseleyi sizlerin müzakeresine havale ediyorum…

Mesela birisi işyerinde veya evde cevap vermek istemediği birisi telefonla aradığında odadan çıkıverip kendisi hakkında “O dışarı çıktı” veya “Şu an burda değil” gibi bir söz söylettirip “Kȋnaye caizdir, kizbden sayılmaz” fetvasıyla amel ettiğimizi sanıyoruz. Bu davranışta bir kizb olduğunu (çünkü (kȋnaye) kesin değil) vicdanen hissediyor ama ifade edemiyordum. Ben Muhakematı okurken baş taraflarında kinaiyat izah edilirken dikkatimi çekti ki: sıdk ve kizb maani-i ulaya değil maani-i saneviye raci’dir. Yani kelamın zahiri değil anlaşılan mana sıdk ve kizb terazisinden geçmesi gerekiyor. Eğer “O dışarı çıktı” sözü kinaye olarak kullanıldığı söyleniyorsa, suret-i mana yani kelamın zahiri olan odadan çıkmış olmanın doğru olması bizi kurtarmıyor. Çünki kȋnaiyatta maani-i ula maksad değil. Tıpkı “Kayışının bendi uzundur”dan uzun boylu olmak anlaşıldığı gibi o kelamla örfen kasdedilen ve muhatabın da anladığı evden veya işyerinden çıkmak olduğuna göre biz kizbe giriyoruz diye düşünüyorum.

        Yok eğer bu tutum kȋnaiyatla savunulmuyorsa “Yalan mı kardeşim çıktığım” gibi daha basit bir müdafaaysa bu durumda da en azından karşımızdakini aldatma niyetinde olduğumuzu unutmamalıyız. Aldatma da kizbin temel ruhunu teşkil eder herhalde. Siz ey gizli düşmanlar ve zendeka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle sebebsiz meşgul eden insafsızlar! Kat’î biliniz ve titreyiniz ki; siz idam-ı ebedî ile ve ebedî haps-i münferid ile mahkûm oluyorsunuz. İntikamımız sizden pekçok muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz. 14.Ş: 369

        Hem gizli münafıklar hakikat-ı İslâmiyete tarîkat namını takıp, bu milletin dinine taarruz ettiklerine karşı galibane mukabele edenler, tarîkatla ittiham edilmezler. Cem’iyet ise, uhuvvet-i İslâmiye cihetinde bir uhrevî kardeşliktir. Yoksa siyasî cem’iyet olmadığına, üç mahkeme hüküm vermişler. O cihette beraet ettirmişler. 14.Ş: 272

        Sâbık mahkemelerde dava ettiğim ve hüccetlerini gösterdiğimiz gibi; bizim gizli düşmanlarımız ve hükûmeti iğfal ve bir kısım erkânını evhamlandıran ve adliyeleri aleyhimize sevkeden resmî ve gayr-ı resmî muarızlarımız, ya gayet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış veya anarşilik hesabına gayet gaddar bir ihtilâlcidir veya İslâmiyete ve hakikat-ı Kur’an’a karşı mürtedane mücadele eden bir dessas zındıktır ki; bize hücum etmek için istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka medeniyet namını takmakla, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun namını vermekle; hem bizi perişan, hem hükûmeti iğfal, hem adliyeyi bizimle manasız meşgul eylediler. Onları Kahhar-ı Zülcelal’in kahrına havale edip, kendimizi onların şerrinden muhafaza için “Hasbünallahü ve ni’melvekil” kal’asına iltica ederiz. 14.Ş: 377-378

        Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmek, milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumu varken, beni sıkması îma eder ki; kırk seneden beri benim ile mücadele eden gizli zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli birer resmî makam elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise, ya bilmiyor veya müsaade ediyor diye çok emareler bana endişe veriyor… Reis Bey! Müsaadenizle çok hayret ettiğim bir şeyi soracağım. Neden hiç siyasete karışmadığım halde, ehl-i siyaset beni bütün hukuk-u medeniyeden ve hukuk-u hürriyetten belki hukuk-u hayattan iskat ediyorlar? Hattâ yüz cinayeti bulunan gibi, beni üçbuçuk ay tecrid-i mutlak içinde hayatıma suikasd edenler; onbir defa zehirleyen gizli düşmanlarımın şerrinden beni muhafazaya çalışan çok dikkatli kardeşlerimin ve sadık hizmetçilerimin de benim ile temaslarını yasak etmişler ve ihtiyarlık ve gurbet ve hastalık içinde, yalnızlığımdan daimî ünsiyet ettiğim mübarek ve zararsız kitablarımın mütalaasından dahi beni mahrum etmişler?

14.Ş: 382

Maalesef Müslümanların hususan aldıkları tefekkür dersleriyle tevil kabiliyeti güçlü olan Nur talebelerinin çok az bir kısmında bu hata gözlemlenebiliyor. Cenab-ı Hakk cümlemizi muhafaza buyursun,amin.

KİZB-YALANI “Bima kânu yekzibun” Ayeti Kerime ıspatlıyor

Yedinci cümleyi teşkil eden -nin veçh-i irtibatı:

Münâfıkların  mezkûr  cinayetleri arasında yalnız kizb ile vasıflandırılması, kizbin şiddet-i kubh ve çirkinliğine işarettir. Bu işaret dahi, kizbin ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şahid-i sadıktır. Zira kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i İlâhiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvâlini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsvây eden, kizbdir.

İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir.

Bu âyet, insanları, bilhassa Müslümanları dikkate dâvet eder.

Sual: Bir maslahata binaen kizbin caiz olduğu söylenilmektedir. Öyle midir?

Cevap: Evet, kat’î ve zarurî bir maslahat için mesağ-ı şer’î vardır. Fakat hakikate bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zira usûl-i şeriatta takarrur ettiği veçhile, mazbut ve miktarı muayyen olmayan bir şey, hükümlere illet ve medar olamaz; çünkü, miktarı bir had altına alınmadığından suistimale uğrar. Maahaza, bir şeyin zararı menfaatine galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-ı muteber olur. Maslahat, o şeyi terk etmekte olur.

Evet, âlemde görünen bu kadar inkılâplar ve karışıklıklar, zararın, özür telâkki edilen maslahata galebe etmesine bir şahittir.

Fakat kȋnaye veya târiz suretiyle, yani gayr-ı sarih bir kelimeyle söylenilen yalan, kizbden sayılmaz.

Hülâsa, yol ikidir: Ya sükût etmektir; çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır; çünkü İslâmiyetin esası, sıdktır. İmanın hassası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâmın nizamı, sıdktır. Nev-i beşeri kâbe-i kemalâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiramı bütün insanlara tefevvuk ettiren, sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâmı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır.

Selam ve muhabbetle

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: