Müslümanı Mahv Eden, Kibir Ve Gururdur

Kibir, kendine büyüklük taslamak, manasına gelir. Dinî bir tabir olarak,  İslam ahlakına ve kişinin kulluk edebine uymayacak şekilde kendisini diğer insanlara karşı büyük sayması demektir, başkalarını hakir görmesi manasına gelir. Aslında insan Allah’ın bir mahluku olarak yalınız insanlara değil, diğer mahlukata karşı da büyüklenmeye hakkı yoktur. Kul ve mahluk olma cihetiyle bir eşitlik mevcuttur. Ancak Allah Teala hazretleri, insana, hilafet ve emanet gibi bazı ziyade mesuliyetler vererek, bunun gereği olarak diğer mahlukata karşı bir kısım  imtiyazlar (üstünlükler vermiştir; insan akıl ve irade sahibidir, diğer mahluklar üzerinde tasarruf yetkisi vardır. Bu imtiyazları (insandaki üstünlükleri) onu hayvanata karşı kibre değil, Cenab-ı Hakk’a karşı şükre ve hamde sevk etmelidir. Tıpkı meyveli bir ağacın yerlere eğilmesi gibi, insanî  imtiyazlara sahip beşeriyetin, Allah’ın huzurunda rükû-u ve secdeye eğilmesi. Yani insan secde-i şükür ve hamde kapanması gerekir, tekebbür etmesi (kibirlenmesi) değil.

Dinimiz,  her  hayrın, her  fazilet ve üstünlüğün Allah’tan geldiğini bize ders verir. Bu sebeple kişinin mazhar olduğu bazı faziletler sebebiyle hemcinsine karşı büyüklenmesini, bu nimetlere nankörlük kabul eder,  kendini başkasından üstün kabul etmek Allahın büyüklüğünden gaflet etmek demektir.  Bu sebeple İslam da kibir, şiddetle  reddedilen, huylardan biridir. Meseleye Kur’an-ı Kerim’in müteaddit (çok) ayetlerde yer  vermesi de kibrin din nazarında ne kadar kötü olduğunu anlamaya yeterlidir. Birkaç ayetin mealini kaydediyoruz:

“Yeryüzünde haksızlıkla  kibirlenenleri ayetlerimden çevireceğim” (A’raf 146).

“Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler” (Mü’min 35).

“(Peygamberler a.s. hep) futuhat istediler. (Buna kavuştular.) Hakka karşı alabildiğine inad eden her mütekebbir ise  nihayet   hüsrana uğradı” (İbrahim 15).

“(Allah) o büyüklük taslayanları sevmez” (Nahl 23).

“Andolsun ki (kâfirler), kendi kendilerine büyüklenmişler, azgınlıkta pek ileri gitmişlerdi” (Furkan 21).

“Bana kulluk etmeyi kibirlerine yedirmeyenler  alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir” (Mü’min 60)

“Yeryüzünde büyüklük taslayarak yürüme. Sen ne yeri yarabilir, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin. Bütün bunlar, Rabbinin katında çirkin sayılan günahlardır” (İsra 37-38).

“İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Allah kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi şüphesiz ki sevmez” (Lokman 18).

Şüphesiz Allah, kîbirlenen ve övünen kimseyi sevmez.Nisa / 36.

Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! (İsra / 37.)

Resulullah a.s.m. buyurdu ki: Kibirlenmekten sakınınız. Çünkü kul kibirlenmeye devam ettikçe Allah onun hakkında şöyle buyurur: “Kulumu zorbalar listesine yazın.        “Hz. Ebû  Umame (r.a) Camiüssagir (174)

Kur’an-ı Kerim’de kibre bu kadar yer verilmesinin sebebi, bu hal bir nevi küfürdür (Allahın nimetlerini hiçe saymayı) tazammun etmesindendir. Çünkü büyüklük, izzet, azamet ve üstünlük sadece Allah’a yakışır. Bir insan kendinde büyüklük taslarsa Allahın büyüklüğünü fark edemez. Bu insan her şeyini Allah’a borçlu olduğunu kabul eden bu biçare insanın kibir ne haddine! Kul kibirlendiği vakit, Büyüklük sırf Allah’a yakışan bir sıfattır. Allah’a karşı münazaaya, yarışa girmiş olmaktan daha kötü bir sıfat varmı ki? Gazâlî bu davranışı, bir hizmetçinin padişahın tacını giyerek onun tahtına oturup hükmetmeye kalkmasına benzetir. “Bir uşak için, bundan daha büyük bir cür’et, bundan daha vahim bir cinayet olur mu?” der ve: “Şüphesiz bu uşak, padişahın en ağır cezasını hak eder” diye hükmeder.  Nitekim kaydedeceğimiz ilk hadisi Kudside: Rabbimiz Teala hazretleri: “Azamet benim gömleğim, ululuk benim cübbemdir. Kim benimle bu hususta ortaklığa kalkışırsa, ben onun belini kırarım” buyurmuştur.

Kibirin zıddı tevazudur. Tevazuu alçak gönüllülük olarak ifade eder isek de,  esas itibariyle mazhar olunan nimetleri Allah’tan bilmeyi ifade eder. İslam büyükleri, tevazu nun insanları yücelteceğini, kibrin de alçaltacağını kabul eder. Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: “Alçak gönüllü, mütevazi ol ki, Allah seni yüceltsin. Kul kibirlenip böbürlendiği zaman Allah Teala hazretleri onu alçaltır Bu hususta Allah hadisi kudsisinde : “Ben kibirlenenleri alçaltırım, alçak günülü olanları de ma’nen yükseltirim.” Buyuruyor.

Ka’b (radıyallahu anh) şöyle ifade etmiştir: “Allah kime dünyalıktan bir nimet verdi de, adam bu nimetin şükrünü ödedi ve tevazuunu gösterdi ise, Allah Teala o nimetin menfaatini dünyada ona gösterdiği  gibi, ahirette de derecesini yükseltir. Fakat verdiği nimete şükretmez ve tevazu göstermezse, Allah Teala, dünyada o nimetten ona bir  kâr sağlamadığı gibi ahirette de ona cehennemden bir kapı açar; dilerse affeder, dilerse azab eder.” Kibir, Gazâlî’ye göre, Allah’a, peygamberlere ve diğer insanlara karşı yapılır. Her üçü de mezmun (zem edilmiş) ise de, en kötüsü Allah’a karşı olandır.

Bediüzzaman Hz., insanların  diğer mahlukata karşı da  kibre düşebileceğini ifade eder: “Ey insan! Kur’an’ın desatirindendir (düsturlarındandır) ki, Cenab-ı Hakk’ın masivasından (mahlukatından)  hiçbir şeyi, O’na taabbüd (ibadet edilecek) edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem sen kendini hiçbir şeyden, tekebbür edecek derecede büyük  tutma. Çünkü mahlukat, mabudiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi, mahlukiyet nisbetinde de birdirler.”

Kibir ve tevazu meselelerine zaman zaman temas eden Bediüzzaman, kibirin asıl kaynağının insandaki küçüklük olduğunu ifade eder. Ona göre: “…Sığar-ı nefs, tekebbürün menbaıdır. Zaaf, gururun  madenidir…” Bu temel düşünceden hareketle: “Büyük görünme küçülürsün” der ve devam eder:

“Ey  enesi (benliği) çifteli, kafası da kibirli,

Şu mizanı bilmeli:  “Her  adam için elbet,

Cemiyet-i beşerde, içtimâî binada,

Görmek görünmek için şu mertebe denilen,

Bir penceresi var. Ger pencere,

Kamet-i  kıymetinden (boyundan) yüksekse,

Tekebbürle tetâvül edecek, uzanacak.

Ger pencere, kamet-i himmetinden alçaksa,

Tevazula tekavvüs edecek ( bükülüp) eğilecek.

Kamillerde, büyüklük mikyasıdır, küçüklük,

Nâkıslarda, küçüklük mizanıdır büyüklür (tekebbür).”

Tekebbür kötü, tevazu iyi olmakla birlikte, Bediüzzaman bunların kullanılacağı yerin iyi tayin edilmesine dikkat çeker: “Zaifin kavîye karşı izzet-i nefsi, kavide tekebbür olur; kavînin zaife karşı tevazuu, zaifte tezellül olur. Bir  ulü’l-emrin (amirin) makamında ciddiyeti  vardır;( orada kendini küçük görmesi) mahviyeti, zillettir,  hanesindeki ciddiyeti, kibirdir, mahviyeti tevazudur…”

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: