Müslümanın Bilmesi İçin Çok Zaruri Hakikatlar!

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ,Şerefli mahluk olan insan için İman kadar hiç bir şey mühim değildir. Allahın varlığına sıfatları ile inanmak lazım.  İmanı anlamaktan maksat, imanı içine, iliklerine sindirmektir. Tahkir edilecek şeye hürmet etmek, hürmet edilecek şeyi ise tahkir etmek,insanı imandan çıkarır. Ehli sünnet itikadı, asırlardan beri emin ellerden emin ellere geldi. Bu, büyük emanettir, miras falan değildir. Büyükler bu emanetin büyüklüğünü bildikleri ve gördükleri için, sıhhatleri pahasına insanlara bu emaneti ulaştırmak için, gece gündüz çalıştılar. Çünkü emanet çok büyük. Büyük emanetin büyük hesabı vardır. Allah göstermesin, bırak bir insanı, bir kediyi ateşe atsalar karşısında nasıl durup da eğlenebilir, nasıl gülebilir insan? İşte büyüklerin ızdırabı bu, onlar için dünya artık yoktur. Onların bir düşüncesi vardır; bir Allah’ın kulu daha yanmaktan nasıl kurtulur?

Bir büyük zata talebesi sorar: Efendim, Allahü teâlâ bir âyet-i kerimede mealen, “Ey iman edenler iman edin” buyuruyor. Bunların hem iman ettiklerini bildiriyor, hem de iman edin buyuruyor. Burada, “iman edin” ne demektir? Cevaben buyuruluyor ki:“Beni tanıyın” demektir. Efendim, herkes Allah diyor, tanıyor. Peki, tanıyın ne demektir? Habibimin getirdiklerine inanın, emir ve yasaklara uyun demektir. Tanımak, sevmek ve itaat etmek demektir. Allahü teâlâyı tanıyan onu sever. Onu seven de emir ve yasaklara uyar, yani farzları yapar haramlardan kaçınır. Allahü teâlâya ibadet yapılarak sevilir, tanınır. Peygamber efendimiz buyurdu ki: 3 kişinin Cennete girmesine ben kefilim:1-Gıybet etmeyen, 2- Şaka dahi olsa yalan söylemeyen,3- Güzel ahlak sahibi olan. Yine buyurdu ki:Cennette benim yanımda kim olur biliyor musunuz? Eshab-ı kiram sukut etti. Allah’ın resulü daha iyi bilir dediler. O zaman Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Cennette benim yanımda ahlakı en güzel olanınız bulunur.”

* Mezhep imamlarına, ehli sünnet âlimlerine, imam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklere tâbi olanlarla olmayanların farkı şudur: Tâbi olmadan hizmet etmeye kalkışanlar, akşam olunca çalışırlar. Yani karanlıkta ne yaptıklarını görmezler, yaparlar yıkarlar, kırarlar dökerler. Tâbi olanlar ise sabahleyin ışığın altında çalışırlar. Ne yaptıklarını görürler, yaparlar, yıkmazlar kırmazlar dökmezler.

* Size dininizi imanınızı öğreten, ehli sünnet üzere yetiştiren annenizin babanızın çok duasını alın. Onların hakkı ödenmez. Onlarla münakaşa etmeyin. Onlar ne derse haklıdır. Münakaşa ederseniz ipler kopar. Peygamber efendimize birisi geldi dua istedi, O da “Annenden iste” buyurdu. Annem öldü deyince “Babandan iste” buyurdu. Babam da öldü deyince “Teyzenden iste” buyurdu. İşte bu kadar önemli. Asıl bayram, son nefeste imanla ve şehadetle  çene kapatmaktır. Son nefeste Allah demektir. Son nefeste Allah demek için, onu çok söylemek lazım,  bu dünyada kim neyi çok söylerse son nefeste de onu söylemesi kolay olur. Müslümanın siması, kelamı, taamı hep şifadır. Yani yüzü de, sözü de, ikramı da hep şifadır.Allahü teâlâ bir kulunu korursa, kimse ona bir şey yapamaz.
İlim cahilliği götürür, fakat ahmaklığı götürmez.  Geleceğiniz bakımından iki büyük tehlike var: Biri israf, diğeri kibir.  İnsan gece gündüz tam bin sene tesbih çekse, bunun hepsi, yarım sayfa dinini imanını doğru öğreneceği kitap okumak yerine geçmez. Çünkü tesbih çekmek nafile ibadettir. Nafile farzın yanında denizde damla değildir. Akşam yatmadan yarım saat kitap okuyup, bütün gece yatsa daha kârlı olur. Bir insan bir mümine çatık kaşla baksa imansız gitme tehlikesi vardır. Gıybet etse, kalbini kırsa , çatık kaşla baksa. Tehlikeye düçar demektir. O yüzden Müslüman olarak birbirimizi sevmek mecburiyetindeyiz. Hepimiz büyük nimet içerisindeyiz. Hepimiz seçilmişiz. Allahü teâlâ, malı, rütbeyi isteyene verir, fakat imanı, ehli sünnet itikadını istediğine verir.

İman nimetinin şükrünü eda edebilmek için, birbirimizi sevmemiz şarttır. Ehli sünnet âlimleri, (Allahü teâlâya şükretmek için birbirinizi sevin) buyuruyorlar. Eğer birbirimizi çok seversek, çok faydaları var. Birincisi, Allahü teâlâya şükretmiş oluyoruz. Çünkü Allahü teâlâ verdiği nimetinin şükrünü istiyor. Onun şükrü de müminlerin birbirini sevmesidir. İkinci faydası, dünyada kim kimi severse ahirette beraber olacaktır. Üçüncüsü, birbirini Allah için sevenler, ahirette herkesin gıpta ettiği büyük nimetlere kavuşacak. Cenâb-ı Hakkın razı olduğu, sevdiği yerde buluşacaklardır.

İmanı muhafaza edip, imanla ölmek için, başkasının kusuruna karşı görmemezlikten gelmeli olur olmaz sözleri, işitmemeli, dili tutmalı. Ehli sünnet itikadını öğrenip, kendi hata ve kusurlarımızı düzeltmeye, eksiklerimizi tamamlamaya çalışmalı.

Biz dünya hayatında bir yolcuyuz. Bavulumuzu ahirette açacağız. Ona ne doldurduğumuza dikkat etmeli. Lüzumlu ve kıymetli şeyleri, gittiğimiz yere götürmek için geçerli şeyleri seçmeli. Onun bunun eşyasını da kendi bavulumuza koymayalım. Dünyada insanlar karışıktır. Müslümanlarla, kâfirler karışıktır. Allahü teâlâ Müslümanlara imanlarının karşılığı olarak, bu dünyada hemen nimetler vermiyor. Öyle olsaydı, kâfirler demek ki Müslüman olmak iyi bir şey deyip hemen iman ederlerdi; fakat gördüklerine iman etmiş olurlardı. Halbuki iman gaybidir, Muhammed aleyhisselamın bildirdiklerine iman etmek lazımdır. İman çok mühim ve hassastır, ya vardır ya da yoktur, ortası olmaz. Bir kimse Peygamber efendimizin getirdiği her şeye inansa, bir mevzuda acaba öyle mi-böyle mi dese, tereddüt etse veya bir meseleyi beğenmese, Allah korusun küfre girer. Birlik beraberlikte bereket, rahmet, ayrılıkta felaket, azab-ı ilahi vardır. Birbirinizi sevin. Dünya firak yeridir.

Dünya hırsı, para ve şöhret, iki aç kurdun zararından daha zararlıdır. Dünyalık, para, ahretimize hizmet etmek için bir gencin imanının kurtulmasına yardım etmek için isteyeceyiz.

İyiler, iyilikleri de bir heybeye doldurup beraberlerinde alıp gittiler. Gittiler, iyilikleri de götürdüler.

Bunu unutmamalı ki büyüklerin yolunun esası edeptir. Yaptıklarımız çok iyi şeyler, faydalı ve iyi işler olabilir; fakat bunlar edeple birleşmeyince bir işe yaramaz. Pehlivan, hasmını yenen değil, öfke anında öfkesini yenendir. Kim Allah içinse, Allahü teâlâ da onun içindir. Bundan uzaklaşan sıkıntıya düşer. İstigfar edin, mutlaka Onu affedici bulursunuz. Dua, kazayı ve belayı def eder.

Sıkıntıyı kendine anlatan, yani şükretmeyip, sabretmeyip oflayıp puflayıp duran, Allahü teâlâyı nefsine şikayet etmiş olur. Başkasına anlatan bu sefer anlattığına şikayet etmiş olur. Makbul insan üzüntülü, sıkıntılı olur. Bu üzüntüler, sıkıntılar onu makbul eder.

O günahı tekrar yapacam fikri ile pışmanlık olmaz. Büyle bir pışmanlık için çok makbul bir camide de istiğfar etsen pek fayda vermez. Peygamberimiz a.s.m. “Ennedametu tevbetun.” Buyuriyor. Yani bunda sonra o günahı katiyen yapmayacım demeli.

Dünya sultanı değil, ahiret sultanı olmaya bakmalı. Ahirette dünya sultanlığı işe yaramayacak. O kadar salih, iyi bir sultan olmasına rağmen dünya sultanı olduğu için, Yıldırım Han’ın türbesine giden yok. Fakat, ahiret sultanı olduğu için herkes damadı Emir Sultanın türbesine gidiyor. Dünyalık olan şeylerin Allah indinde sivri sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfire bir yudum su vermezdi. Kâfirler, dünyalığı çok vererek, onları felakete sürüklemektedir. Müminin Allah indinde kıymetli, makbul şeyleri toplamaya uğraşır. Dünyada kalacağı mallar onun kalbine azalır. Çünkü insanda  dünya sevgisi arttıkça, ahirete olan zararı da artar. Ahiret sevgisi arttıkça, dünyanın ona zararı azalır. Dünya ile ahiret, doğu ile batı gibidir. Birine yaklaşan, diğerinden uzaklaşır. Dünyalık peşinde koşmak, su üzerinde yürümeye benzer. Bunun ayaklarının ıslanmaması mümkün değildir. İslamiyet’e uymaya mani olan şeylere dünya denir. Allahü teâlâ bir kulunu severse, onu dünyada zâhid ve ahrete karşı râgıb yapar. Ayıplarını ona bildirir. Dünyada zâhid olanı, Allah sever. İnsanlar arasında zâhid olanlarıı insanlarda sever. Dünyalık arayanın zühde kavuşması güçtür. Ahireti ciddi arayan dünya malı da ona koşar gelir. Çünkü o onuda Allah yolunda harcamaktan çekinmez. Dünyalığa düşkün olmak, hataların başıdır. Yani her türlü hataya, günaha sebep olur.

* Dünya peşinde koşan kimse, şüpheli şeylere, sonra mekruhlara, sonra haramlara, hatta küfre dalar. Geçmiş ümmetlerin, Peygamberlerine a.s. inanmamalarına sebep, dünyaya düşkün olmaları idi. Dünya muhabbeti, sarhoş eden şaraba benzer. Bundan içen, ancak ölüm zamanında ayılır.

Musa aleyhisselam, Tûr dağına giderken, birinin çok ağladığını gördü. Ya Rabbi! Kulun, senin korkundan ağlıyor dedi. “Kan ağlasa dahi, onu affetmem. Çünkü o, dünyaya düşkündür” buyurdu. (Evet düya dünyada kalacak) Hadis-i şerifte, (Dünyayı helalden kazananında, ahirette hesabı vardır. Haramdan kazanana, azabı vardır) buyuruldu. Bir kimse, helal para ile bina yaparsa, insanlar, bundan faydalandığı müddetçe, kendisine sevap verilir. Cahillerin hakaret etmemeleri ve düşmanlara azametli, kuvvetli görünmek için, âlimlerin, âmirlerin libâs ve binalarının ziynetli olması lazımdır. Kâbe’yi şerif ilk görüldüğünde edilen dua red olunmaz. Kâbe’yi şerif ilk görüldüğünde yapıldığı gibi, bir mümin bir müminle karşılaştığında, yüzüne bakıp hiçbir şey düşünmeden dua ederse duası kabul olur. En güzel dua, selamün aleyküm’dür. Selama da fazlasıyla cevap vermek lazım. Ve aleyküm selam ve rahmetullah, demelidir. Selamın manası, sana dünya ve ahiret selameti diliyorum demektir. Zaten bütün mesele de bu değil mi? Fakat selam verirken düşünmeden rastgele vermemeliyiz. Selam verirken, şuurlu olarak manasını ve sünnet olduğunu düşünerek vermeliyiz.  Yüz bin şeytan, kötü bir din adamının yaptığını yapamaz. Şeytanı otururken görmüşler neden böyle boş oturup duruyorsun, insanları aldatmaya çalışmıyorsun demişler. O da, benim işimi kötü din adamları yapıyor bana iş kalmıyor demiş.

Evet kardeşlerim Yukarıda saydıklarımın tümünü daha net Üstad Bediüzzaman Hazretli Risale-i Nurlarda okuyanlara hibe etmiştir. Biz o mübarek eserleri kendimizi çok zorlayalım. Ufak tefek behanelerle onlardan ayrılmayalım. Dünyaya tapıp Yalınız dünya için çalışmak kötü ama: Ahiret için çalışanlara da para lazım, çünkü bugün parasız hiçbir kapı açılmıyor. Bu sebepten Üstad Bediüzzaman Hazretleri: “ Ecnebiler bizi maddeten kurunu vustada bıraktılar” Yani (Orta çagda) gene başka yerde: “ dini hizmet dahi maddeten terakkiye mütevakkiftir” diyor. Yani (Dine hizmette de maddeten ilerlemeye bağlıdır.) Be fakir de Allah’ımdan dua ederken  derim: Allahım göz açıp kapayıncaya kadar bizi nefsimize ve şeytanımıza terk etme! Bizi Risale-i Nur hizmetinden ayırma! Nefsimize ve şeytanımıza uydurup ayağımızı kaydırma! Ölünceye kadar Risale-i Nur hizmetinde hayatımızı devam ettireceğiz diye Sana söz verdik bundan bizi caydırma! Ya Rabbi! Bizi kur’anın ahkâmından ayırma, Kur’anı Kerimin tefsirlerinden bu zamanın ihtiyacına cevap veren Risale-i Nurları bol bol okumak, iyi anlamak İhlasla amel etmek bizlere nasip ve müyesser eyle. Amin sümme Amin!…

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: