Müslümanlara Karşı Muhabbet Devam Etmeli

«Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuv­ve­tin inkişafına en müessir sebeptir bâki kal­malı.» (Tarihçe-i Hayat sh: 133)

«Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve bir­bi­rinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebî tahak­kümü altında ezilen anâsır ve  kabâil-i  İslâmiye içinde, fikr-i mil­liyetle birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman te­lâkki etmek öyle bir felâkettir ki, ta­rif edil­mez. Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılan­lara arka çevirip si­neğin ısırmasına karşı mukabele et­mek gibi bir di­vane­likle, büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doy­mak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda onlara ehem­miyet vermeyip, belki mânen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fik­riyle şark vilâyetlerindeki va­tandaşlara veya ce­nup ta­rafındaki dindaşlara adâvet bes­leyip on­lara karşı cephe almak, çok zararları ve mehâli­kiyle beraber, o cenup ef­radları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın.

Cenuptan gelen Kur’ân nuru var İslâmiyet ziyası gelmiş o içimizde vardır ve her yerde bu­lunur. İşte o din­daşlara adâvet ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ân’a do­kunur. İslâmiyet ve Kur’ân’a karşı adâvet ise, bütün bu vatandaşla­rın hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviye­sine bir nevi adâvettir. Hamiyet namına hayat-ı içtima­iyeye hizmet edeyim diye iki hayatın temel taşlarını ha­rap etmek, hamiyet değil, hamâkattir!» (Mektubat sh: 323)

Dünya ahvalinin geleceğine bakan bir endişe ve müjde:

«Ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki; bu geniş boğuşmaların neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; Âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünya’nın, Hristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ana ittihad edip tâbi’ olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.» (Kastamonu Lâhikası sh: 25)

Yanlış anlayış cezayı hak ettirir:

«Bu asırdaki ehl-i İslâmın fevkalâde safderun­luğu ve dehşetli cânileri de âlicenâbâne af­fetmesi ve bir tek hase­neyi, binler seyyiatı işleyen ve bin­ler mânevî ve maddî hukuk-u ibâdı mahveden adam­dan görse, ona bir nevi taraftar çık­masıdır.  Bu su­retle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğ­yan, safdil ta­raf­tarla ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâ­sına terettüp eden musibet-i âmmenin de­vamına ve idame­sine, belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verir­ler “Biz buna müsteha­kız” derler.» (Kastamonu Lâhikası sh: 25)

«Binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i âkıbetine ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârâne ta­raftar ol­mak ve merhametkârâne ce­zadan kurtulma­larına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana deh­şetli bir merha­metsizlik ve şenî bir gadirdir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 75)

Evet zulme de­ğil taraftar olmak veya merakla o cereyanları takip et­mek ve onların yalan, aldatıcı propa­gandalarını dinle­mek ve mü­teessirane mücadelelerini seyretmek, belki o acip zulüm­lere bakmak da caiz değil. Çünkü zulme rıza zu­lümdür ta­raftar olsa, zâlim olur. (Kastamonu Lâhikası sh: 207)

«Umumî musibet, ekseriyetin hatasın­dan ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zalim eş­hâsın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltiha­ken taraftar olmasıyla mânen iş­tirak eder, mu­si­bet-i âmmeye sebebiyet verir.» (Sözler sh: 172)

Risale-i Nur Külliyatından kısmen nakledilen mezkûr sarih beyanlar, mü­’minler arasında adavetin/düşmanlığın  ka­t’iyetle caiz olmadığını gösteriyor.

Ancak bazı mü’minlerin hatalı anlayış ve hareket­lerin­den doğabilecek zararların önlenmesi bakımından bunların tashihi için yapılan müsbet ve meşru olan ha­tırlatma, ikaz ve kardeşliğin gerektirdiği üslûb içinde ve adavet hissinin ka­rıştırılmadığı  ilmi ten­kid bir vazifedir. Bu tarz ikazat ve tenkidle adavet iltibas edilme­melidir.  

İMAN HİZMETKÂRLARI NETİCEYİ DÜŞÜNMEZLER

İman hizmeti yolunda çekilen hapishane ve sair me­şakkat­lerin ilahî cihet­ten yapılan imtihanın şehadet­name­sini (diplomasını) almaya vesile olduğunu müjdeleyen Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Vazifemiz olan hizmet-i imaniyeyi ih­lâsla yap­maya çalışmalı, vazife-i İlâhiye olan mu­vaffakiyet ve hayırlı ne­ticeleri vermek cihetine karış­mamalı­yız. Bu çile­hanedeki sıkıntı­lara sabır içinde şükretmeliyiz. Amelimizin makbu­liyetine bir alâ­met ve kudsî mücahedemizin imti­ha­nında tam bir şeha­detnâme almamıza bir emâredir bilme­liyiz.» (Şualar sh: 482)

«Risale-i Nur’un gaye ve maksadı ta­mamen uh­revî ve rıza-yı İlâhî dairesinde imana hizmet etmek ol­duğundan, netice verdiği sair dünyevî iyilikler dolayısıyla, hayat-ı içtimaiyeye ait bir faydasıdır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 197)

Mezkûr tercihli nakillerde açıkça görülüyor ki, Risale-i Nur’un ve Nurculuk hareketinin en birinci ve asıl vazifesi olan,  hakaik-i imaniyeyi keşf ve neşr ile iman kurtarmak değişmez bir esastır.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır