Müslümanların Kitabı, Kur’an Serapa Samimiyet Ve Hakkaniyetle Doludur

Carlyle (Karlayl) şöyle diyor: 

Kur’anı bir kere dikkatle okursanız, onun hususiyetlerini izhara başladığını görürsünüz. Kur’anın güzelliği, diğer bütün edebî (edebiyatla ilgili) eserlerin güzelliklerinden kabil-i temyizdir. (üstündür) Kur’anın başlıca hususiyetlerinden biri, onun asliyetidir. (degişmemiş olmasıdır) Benim fikir ve kanaatıma göre, Kur’an serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) cihana tebliğ ettiği davet, hak ve hakikattır.

CARLYLE 

MÜSLÜMANLIK, TECESSÜD (VÜCUDU GÖRÜNÜR) OLMAK VE TESLİS (ALLAH’IN KARISI VE OĞLU) AKÎDESİNİ (İNANCINI) REDDEDER 

İngiltere’nin en meşhur ve en büyük müverrihlerinden (tarihçilerinden) Edward Gibbon (Edvor Gibon) 

“Roma İmparatorluğunun İnhitat (düşme) ve sukutu” adlı eserinde şöyle diyor : 

Ganj Nehri ile, Bahr-ı Muhit-i Atlasî (Atlas Okyanusu) arasındaki memleketler; Kur’anı, bir kanun-u esasî ve teşriî (hayatın temel kanununun) hayatın ruhu olarak tanımışlardır. Kur’anın nazarında, satvetli (ezici)bir hükümdarla, zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kur’an, bu gibi esaslar üzerinde öyle bir teşri’ (kanun)vücuda getirmiştir ki, dünyada bir nazîri (örneği) yoktur. Müslümanlığın esasatı; (temeli) teslisiyet (üçlü inanış) ve Allah’ın tecessüdiyetini (vücutlu olmasını) ve vahdet-i vücud akidesini  reddetmektedir. Bu mutasavvıfane akideler (bu tasavvuf inançları)  üç kuvvetli uluhiyetin mevcudiyetini (üç Allahın varlığını) ve Mesih’in Allah’ın oğlu -hâşâ- olduğunu öğretmektedir. Fakat bu akideler, (inançlar) ancak mutaassıb (dinlerinin fanatiği) Hristiyanları tatmin edebilir. Halbuki Kur’an bu gibi karışıklıklardan, ibhamlardan âzadedir, (şüphelerden uzaktır)Kur’an, Allah’ın birliğine en kuvvetli delildir. Feylesofane (felsefeci)bir dimağa mâlik (sahip olan) bir muvahhid, (Allahın birliğine inanan) İslâmiyetin nokta-i nazarını kabul etmekte hiç tereddüd etmez. Müslümanlık, belki bugünkü inkişaf-ı fikrîmizin seviyesinden daha yüksek bir dindir.

EDWARD GİBBON 

Hâlıkın (Yaratıcının) Hukukuyla Mahlukatın (yaratılmışların) Hukukunu En Mükemmel Surette Ancak Müslümanlık Tarif Etmiştir 

Kur’anın telkin ve Hazret-i Muhammed’in tebliğ ettiği esâsâttan mükemmel bir ahlâk mecellesi (fikir topluluğu) vücud bulur. Esasat-ı Kur’aniyenin (Kur’anı esası) muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve ettikten sonra da Allah’a takarrüb (yaklaşma) etmek isteyen insanları Cenab-ı Hakk’a rabtettiğini (bağladığını) inkâr etmek mümkün değildir. Hâlık’ın (Allah’ın) hukuku ile mahlukun hukuku, ancak müslümanlık tarafından mükemmel bir surette tarif olunmuştur. Bunu yalnız Müslümanlar değil, Hristiyanlar da Mûsevîler (Yahudiler) de itiraf ediyorlar. 

MARMADÜKE PICKTAHALL (Marmadük Piktol) 

KUR’AN İLE KAVANİN-İ TABİİYE (tabiat kanunları) ARASINDA TAM BİR AHENK VARDIR 

Yeni keşfiyatın (buluşlar) veyahud ilim ve irfanın (fenlerin) yardımıyla hallolunan yahud halline uğraşılan mesail (meseleler) arasında bir mes’ele yoktur ki; İslâmiyetin esâsâtıyla taârruz etsin (ters düşsün). Bizim, Hristiyanlığı, kavanin-i tabiiye ile te’lif (tabiat kanunlari ile barışmak) için sarfettiğimiz mesaîye (çalışmaya) mukabil, Kur’an-ı Kerim ve Kur’anın tâlimiyle kavanîn-i tabiiye (tabiat kanunları) arasında tam bir âhenk görülmektedir. Kur’an, her hürmete şâyân (layık) olan eserdir. 

LEVAZAUNE (Lövazon) 

Kur’an, Bütün İyilik Ve Fazilet Esaslarını Muhtevidir (içine alır). İnsanı, Her Türlü Dalâletlerden (sapıklıktan) Korur. 

Kur’an, insanlara hukukullahı (Allahın hakkını) tanıtmış, mahlûkatın Hâlık’tan (Yaratıcıdan) ne bekleyeceğini, mahlûkatın Hâlık’la (yaratıklarla Yaratıcı arasında ki) münasebatını en sarih (açık) şekilde öğretmiştir. Kur’an ahlâk ve felsefenin bütün esasatını câmi’dir. (esaslarını içerir) Fazilet ve rezilet, hayır ve şer, eşyanın mahiyet-i hakikiyesi, (hakiki mahiyeti) hülâsa her mevzu Kur’anda ifade olunmuştur. Hikmet ve felsefenin esası olan adalet ve müsavatı öğreten ve başkalarına iyilik etmeyi, faziletkâr olmayı talim eden esaslar.. bunların hepsi Kur’anda vardır. Kur’an, insanı iktisad ve itidale (ılımlılığa) sevkeder, dalâletten (sapıklıktan) korur, ahlâkî za’fların (ahlaksızlıktan) karanlığından çıkarır, teâlî-i ahlâk ( yüksek ahlak) nuruna ulaştırır; insanın kusurlarını, hatalarını i’tilâ (düzelterek) ve kemale kalbeyler olgunlaştırır.

Müsteşrik SEDİO            

KUR’AN ÖYLE BİR PEYGAMBER SESİDİR Kİ, ONU BÜTÜN DÜNYA DİNLEYEBİLİR BU SESİN AKSİ (yankısı) SARAYLARDA, ÇÖLLERDE, ŞEHİRLERDE, DEVLETLERDE ÇINLAR!.. 

Kur’an şiir midir? Değildir, fakat O’nun şiir olup olmadığını tefrik  etmek (ayırmak) müşkildir. Kur’an şiirden daha yüksek bir şeydir. Mamafih (bununla beraber) Kur’an ne tarihtir, ne tercüme-i haldir, ne de İsa’nın (A.S.) dağda irad ettiği mev’ize (va’zettiği)  gibi bir mecmua-i eş’ardır (şiir gibidir). Hattâ Kur’an, ne Buda’nın telkinatı gibi bir maba’d-et tabiiye (metafizik) yahud mantık kitabı, ne de Eflatun’un herkese irad ettiği  (verdiği) nasihatlar gibidir. Bu, bir Peygamber’in sesidir. Öyle bir ses ki, onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi (yankısı) saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar! Bu sesin tebliğ ettiği din, evvelâ naşirlerini (onu yayanları) bulmuş, sonra teceddüdperver (yenilikçi) ve imar edici bir kuvvet şeklinde tecelli etmiştir (parlamıştır). Bu sâyededir ki; Yunanistan ile Asya’nın birleşen ışığı, Avrupa’nın zulümat-âbâd (sonzuza kadar) olan karanlıklarını yarmış ve bu hâdise, Hristiyanlığın en karanlık devirlerini yaşadığı zaman vuku’ bulmuştur.

Dr. JOHSON

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır