Nâbi’nin Hz. Peygamber aşkı

Osmanlı’nın ünlü şairlerinden biridir. Nâbi’nin içini Medine ve Hz. Resulü’nün aşkı yakmaktadır. Bir gün, İstanbul’dan kalkan hac kafilesine dâhil olur. İçinde bulunduğu kafile devrin âlimlerinden ve idarecilerinden oluşmaktadır. Medine’ye yaklaşılır, vakit gecedir. Ufukta Mescid- i Nebevi’nin minareleri görülünce durulur ve dua edilir. Herkes istirahate çekilir. Ancak Nâbi’yi bir türlü uyku tutmaz, büyük bir heyecanla çadırlarda dolanır durur. Bir an önce sabahın olmasını istemektedir. Çadırların arasında deli gibi dolaşırken, valilerden birini, sırtını çadır direğine dayamış, ayağını peygamberin şehrine, Medine’ye doğru uzatmış olduğunu görür. Bu durum Nâbi’ye göre ciddi bir saygısızlıktır. Hemen idareciyi tutup sarsar ve edebe davet eder. Bu manzara karşısında hiç de tasalanmadığını görür ve şu muhteşem naat dilinden dökülür: “Sakın terk-i edepten kuy-ı mahbub-ı Huda’dır bu Nazargah- ı ilahidir Makam-ı Mustafa’dır bu, Müraat-i edep şartıyla gir Nâbi bu dergâha, Metaf-ı kutsiyandır cilvegahı enbiyadır bu.” Vali bu cümlelerden haylice rahatsız olur ve kin besler. Kervan Medine’ye girdiği saatlerde müezzinler sabah ezanını okumaktadırlar. Kervandakiler huşu içinde ezanı dinlerler. Ezanlar bitmiştir ama minarelerden bütün müezzinler: “Sakın terk-i edepten kuy-ı Mahbub-i Huda’dır bu, Nazargah-ı ilahidir Makam-ı Mustafa’dır bu” naat’ını okumaya başlamışlardır. Herkes neler olduğunu birbirine sormaya başlar. Büyük sır az sonra çözülür. Müezzinler bu naat’ın hikâyesini şöyle anlatırlar: “Gece Allah Resulü (sav) rüyama girdi. ‘Ümmetimden çok sevdiğim Nâbi isminde birisi benim misafirim olarak geliyor. Kendisini bu naat’ı okuyarak karşılayın’ dedi. Bu bize rüyamızda öğretildi.”

AŞK-I MUHABBETVeysel Karani

“Bana, ‘Sen kimsin?’ diye sormayın. Ömrü azıcık kalmış bir HİÇ’im. Ben, hiçbir şeyim, hiçbir şeyim. Yürek vermediğiniz, ta içinize erişemez. İnsanlara baktım ki her biri kendisine bir sevgili edinmiş. Kimi kadın, kimi erkek. Bazısı nefis, bazısı da heva. Kimi mal, kimisi de şöhret. Herkes o sevgiliyle ölüm anına kadar beraber olabilmiş, bazısı da kabrin başına kadar beraber bulunabilmiş, toprağa verilince ona veda etmiş. Herkes sevgilisini karanlık bir kuytuya bırakıp geri dönüyor. Düşündüm. Kendime öyle bir sevgili bulayım ki, hayatımda ve vefatımda benimle beraber olsun. Ömrüm, özüm ve sözüm üç aşk üzerine örüldü: Allah aşkı, Peygamber aşkı ve Annem. Bana kendini üç kelimeyle anlat deseler; yetimlik, yalnızlık ve yolculuk derim… Babasız kalmanın acısını imanla doldurdum, yalnızlığımda Allah’a sağındım. Yolculuğumu Habibullah’ın aşkına adadım.“(2)

SEVME K     &   SEVEBİLMEK

İman etmedikçe cennete giremezsiniz” diyordu; fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: “birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!” Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbetin yürekte istikrar bulmuş hali olan iman, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi.

Dahası “Mü’min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!” diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu.

Onun sevgisi, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu. Uhud için diyordu ki; “Uhud, o bir dağ; ama o bizi sever, biz de onu severiz!”

Allah’ın bize gönderdiği Hz. Muhammed (sonsuz sayıda selam, hürmet ve muhabbet ona olsun).

Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emânetini kabzetmek zamanına kadar bizi emânette emîn kıl.(1)

AMİN AMİN ALLAHÜMME AMİN…

SELAM VE DUA İLE…

Hatice Başkan

www.NurNet.org

1.Sözler /6. Söz

2Aşk’a Yolculuk – Veysel Karani-272