Namaz Tesbihatının Sırrı..

Bediüzzaman tarikatların yaygın olduğu bir toplumda farklı bir tarik yol açmıştır. Bediüzzaman kendi tesis etmiş olduğu bu yolun bazı rükün derecesindeki eylemlerine bazı isimlendirmeler vermiştir, bunlardan biri de Tarikat-ı Muhammediye terkibi kelime grubudur. Namaz tesbihatı konusunda Bediüzzaman talebelerinin tenbellik etmemesi gerektiğini belirtir.

Çünkü Bediüzzaman bu tesbihatın seremonik sergilenişini Tarikat-ı Muhammediye diye isimlendirdiği tarikatın bir eylemi olarak isimlendirir. Ne demek tarikatı Muhammediye böyle bir tarikat var mıdır, çünkü tarikatler peygamberimizden, ashaptan sonra ortaya çıkmıştır. Bediüzzaman Nakşi ve Kadiri tarikatları ile alakadardır, kendinin birkaç cihetle nakşi olması yanında Abdülkadir Geylani hazretlerine daha bağlı olduğunu belirtir, ama ilimle uğraşmak tarikatların zikir ve fikir tarzlarından kendini uzak tuttuğunu söyler. Hayatı boyunca hem kendi hem de talebeleri Zat-ı Geylani’nin tasarrufatındadırlar. Onun la-tehaf korkma hitabına göre yaşamıştır. Nasıl Hz Ebubekir’e mağarada Peygamberimiz latehaf demişse, Zat-ı Geylani de Bediüzzaman’a aynı kelimeyi kullanmıştır. Namaz tesbihatını bir hatmeye benzetir.

Hatme tarikatların bir ortak ibadet şeklidir, bir merkezi yönetici etrafındaki halkaya takılanlara birlikte zikrin yollarını gösterir ve birilkte zikrederler. Bediüzzaman namaz tesbihatını da bir hatmeye benzeterek kendi kurduğu tarikatı bu eylemini izah etmiş olur. “Namaz tesbihatının sırrına göre, nasıl ki namazdan sonra tesbih ve zikir ve tehlille bir hatme-i muazzama-i Muhammediye (a.s.m.) ve zikir ve tesbih eden ve rû-yi zemin kadar geniş bir halka-i tahmidat-ı Ahmediye (a.s.m.) dairesine tasavvuran ve niyeten girmek medâr-ı füyuzat olduğu gibi, ben ve biz de, Risale-i Nur’un geniş daire-i dersinde ve halka-i envarında ders alan ve dua eden ve çalışan binler masum lisanların ve mübarek ihtiyarların dualarına ve âmâl-i salihalarına hissedar olmak ve dualarına âmin demek hükmünde olarak, onlarla tayy-ı mekân ederek, hayalen omuz omuza, diz dize bulunmak hayaliyle ve niyetiyle ve tasavvuruyla kendimizi fevkalhad bahtiyar biliyoruz. Hususan ahir ömrümde böyle kıymettar, masum manevi evlatları ve yüzer küçük Abdurrahman’ları bulmak, benim için dünyada bir cennet hayatı hükmüne geçiyor. “Kastamonu 84)

Bediüzzaman aynı minval üzere tesbihatı da Tarikat-ı Muhammediye olarak isimlendirir. Bu bahsi ince mesele olarak telakki eder. Buna sebeb de “bir kardeşin namaz tesbihatı konusunda tenbellik etmesidir.” Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velayet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti:

Nasıl ki, risalete inkılâp eden velayet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velayetlerin fevkindedir. Öyle de, o velayetin tarikatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:

Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat namazdan sonra sübhânallah, sübhânallah deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselamın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder. O azamet ve ulviyetle sübhânallah, sübhânallah der. Sonra o serzâkirin emr-i manevisiyle, ona ittibaen elhamdü lillâh, elhamdü lillâh dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselam) dairesinde yüz milyon müridlerin elhamdü lillâh, elhamdü lillâh’larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde elhamdü lillâh ile iştirak eder, ve hâkezâ Allahu ekber, Allahu ekber ve duadan sonra lâ ilâhe illâllah, lâ ilâhe illâllah otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselam halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık manayla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselama müteveccih olup “Binlerce salat sana Ya Resullalallah “. der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.” Kastamonu 72)

Mevlana Halid Hazretleri öldükten sonra bir müridi onun rüyasında görür, şeyh ona kırgın gibi durur, “ Neden efendim” deyince “ ben öldüğüm gün virdi terkettin” der , o da bir daha terketmeyeceği konusunda ona söz verir. Bediüzzaman tesbihatı yukardaki metinde velayeti Ahmediye’nin evradı olarak isimlendirir. Tesbihatı da tarikat-ı Muhammediye olarak isimlendirir, açtığı yolda tesbihat önemlidir, Nur talebesi vasfı bu tesbihata bağlı bir ünvandır.Aynı tarzı bir de hatmeye benzetir. ”Tesbihat-ı salatiyenin çok ehemmiyeti var” der. Bediüzzaman bu hatme ve tesbihat ve virdi namaz gibi büyük değişme ve ihsanların vaktinde yaptırarak aynı anda hatmenin çok geniş dairesini nazara verir. Beş vakitte yapılan tesbihatların bir araya gelmesi ve bütünlüğü ile sair tarikatların zikirlerinden daha fazla bir yoğunluk kazandığı da malumdur.Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu meslek hem gözlem ve tefekküre dayanan ancak çekirdekleri de tarikatlerde bulunan bir fiildir, akabinde de yine tarikatların esaslarını korumuştur. Yani Bediüzzaman daha gelişmiş bir Muhammedi tarikat kurmuştur. Bu metinde onun ıstılahlarına kendi meşrebince yeni yorumlar getirmiştir. Evrad, hatme, zikr vb..

Namazın arkasındaki tesbihatı sair tarikatların evradının fevkinde görür, yani bir tarikat tesis etmiştir ve diğerlerinden farklıdır. Ve mürid kelimesini kullanmakla da Peygamberimizin çevresinde bu ünvanı ihraz ettiklerini belirtir.”hatme-i Ahmediyenin dairesinde yüz milyon mürid” ifadesi bunu gösterir. Peygamberimiz de o zikrin reisidir. Bir kaç kişi ile yapılan hatme değil ona “hatme-i kübra “ der.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: