Nasıl bir sevgi, kalbi doyurur?

kabeNakşibendi şeyhlerinden biri, müritleriyle birlikte hacca gitmiş. Kâbe’deyken bir müridine dönerek, “Eline bir çekiç al ve Kâbe’nin duvarını kırmaya başla!” demiş.

Mürit, şaşkın bir halde şeyhine bakarken şeyh efendi, “Mü’min kardeşinin kalbini kırmak, Kâbe’nin duvarını yıkmaktan daha kötüdür. Çünkü Kâbe, Hz. İbrahim’in yaptığı bir binadır, gönül ise evidir. Bu iki ev bir olabilir mi?” demiş.

Bu örnekten de anlaşıldığı üzere mutasavvıflar, “Kalp, Allah’ın evidir.” derler. Bunun için Yunus Emre,

Ararsan Hakk’ı içinde ara. Kudüs’te, Kâbe’de, hacda değildir…” demiştir.

Benim için kalp, zikirden hoşlanan makamdır. Kur’an-ı Kerim’de, “İyi bilin ki, kalpler Allah’ı anmakla mutmain olur.” buyrulmuş. (Rad/28)

Bir şahıs çok güzel bir beldeye tatile gitse, belki orada en güzel yemekleri yer, en güzel yerlerde dolaşır, yüksek mevkiden insanlarla sohbet eder, yer, içer, dolaşır. Amma gece yatağına yattığında bir şeylerin eksikliğini duyar. Çünkü aradığı, bağda bahçede değildir; içinde bir yerlerdedir… Çünkü nefsin doyması ayrı, kalbin mutmain olması apayrıdır… Bunları birbirine karıştırmanın sıkıntısını yaşıyordur…

Fakir, perişan, aç bir insan görsek, “iskelet gibi” deriz. Maddî açlık insanı nasıl perişan ederse, manevî açlık da insanı öyle perişan eder; manen aç olan insanların kalbi de iskeletleşmiştir… Mesela bir ağacı seyrederken, “Aman bana ne, ağaç işte!” diyen adamın durumuyla, o ağacın yapraklarının birbirine benzediğini, bunun bir tesadüf olamayacağını düşünen adamın durumu aynı değildir. Birinin kalbi aç, diğerinin kalbi mutmaindir. Bir portakalı yiyip yutanla, o portakalı yerken, kabuğunu, tadını, kokusu, içindeki vitamini düşünen kişinin kalbi aynı değildir. Dünyayı eğlence yeri gibi görenle, dünyanın yaratılışını düşünüp, göklere bu gözle bakanın kalbi aynı değildir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatına bakıyorum… Bir tarafta ömrünün büyük bölümünü sürgün ve hapislerde geçirmiş; tecrit, aleyhte propaganda, yakınlarıyla görüştürülmeme, defalarca zehirlenme gibi her türlü sıkıntıya maruz kalan bir Bediüzzaman var. Diğer tarafta “Bu sayede hakikat-ı imaniye her tarafta yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce talebesi yetişti.” diyen mutmain bir Bediüzzaman var…

Mutmain kalp, İslam’dan başka memnun olunacak bir alan aramayanın, “Allah’ın çizdiği sınırlar bana yeter!” diyenin kalbidir. Üstad’ın hayatında bunu açıkça görüyoruz…

Barla Lahikası’nda, Hulusi ve Sabri Ağabey’den bahsedilirken, “Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimmi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telakkileridir.” diyerek tarif ediliyor o mübarek ağabeylerimiz… En büyük hizmet, İslamiyet’i yaşamak olduğuna göre düşündüm ki, ben de İslamiyet’e uyduğum anlar kadar Allah’ı seviyorum… Sevgi, lafla olmaz. Mutlaka uygulama gerektirir. Öyleyse ben Allah’a itaat ettiğim kadar Allah’ı seviyorum.

Bebekler, ağlamakla bir şeyler ister. Annesini bulunca rahatlar, susar… Ruhun da aradığı tek şey, kendi sahibidir… Onu bulmadan, kalp doymaz…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi