Nefs-i Emmâre
Psikoloji bilimi insanı id, ego ve süperego şeklinde 3 fizikî, duygusal ve düşünce boyutlu yapı olarak ele alıyor. İd, insanın fiziksel ihtiyaçları konusunda kendini sergileyen ham kendiliğidir. Ego, insanın duygusal cephesinin teşkil ettiği ham kişiliğidir. Süper–ego ise insanın düşünce dünyasında ortaya çıkan ham kimliğidir. Bu üç yön, terbiyeye muhtaç verimli birer arazi gibidirler. Kur’an ve din bu 3 yönü sırasıyla nefs, kalp ( gönül ) ve akıl olarak sınıflandırır. Hem onlardan yansıyan bilinçli yapıları da sırasıyla nefsâniyet, şahsiyet ve enâniyet olarak ifade eder. Onların terbiye edilmesi sonucu ortaya çıkan mükemmel, aydınlık ve güzel hallerine ise, “ nefs–i zekiyye ”, “ ferdiyet ” ve “ hüviyet ” der. Üstad Bediüzzaman ihlas hakkındaki 21. Lem’a adlı eserini bu iç terbiye için kaleme almış ve kendisi de, bu anlattığı hakikatleri ömür boyunca yaşama savaşını vermiştir.
Nefis, Arapça kökü itibariyle, kirli ve kirlenen bir kana dayanan, nefes alıp veren ve ölümü mukadder olan canlı yapı demektir. Nefis kelimesi ile, nefes lafzı aynı köktendir. Bütün canlılar nefes alır ve verirler. Karadaki ağaçlar ve bitkiler, gözenek solunumu yaparlarken denizdeki balıklar, solungaçlarıyla nefes alır verirler. Toprak altındaki ve üstündeki böcekler, trake solunumu yaparlarken; memeli kara ve deniz canlıları ile insanlar, gökteki uçuşan ve yumurtayla çoğalan kuşlar ise, akciğer solunumu yaparlar. Hem bir canlının ölümünü bildiren en net alâmetin yememek ve içmemek değil nefes alıp vermemek olması gösterir ki, canlılık ve nefes ayrı düşünülemez. Bu manada nefis, en veciz ifadeyle, nefes alıp veren demektir. Bu manada Kur’an son derece bilimsel bir ifade ile der: “ Her nefis, ölümü tadacak ve bir gün nefesi kesilecektir. ”[1] Âyette canlı manasında “ hayy ” tabiri kullanılmayıp “ nefis ” kelimesi kullanılması nefis terbiyesinde en tesirli ve köklü uygulamanın nefes terbiyesi olduğuna da işaret eder. Zâten bütün tarikatlerin bireysel veya toplu zikirleri, bir nefes terbiyesidir. Nefsin bu yönleri olmakla beraber insanın psikolojik yönü bağlamında Kur’an iki nefis tabiri kullanır.
- Kişinin kendisi ve zâtı manasında… Yani insanın beden–duygu–düşünce yönlerini topluca ifade sadedinde… Bu manada mesela der: “ Musa dedi: ‘ Ey Rabbim! Ben nefsime zulmettim. Beni bağışla! ’ ” ( Kasas sûresi, 16 )
- Kişinin ham kendiliğini ifade etme noktasında… Bu konuda mesela Hz. Yûsuf’a (AS) şöyle dedirtir: “ Ben, nefsimi aklamam. Hakikat bu ki, nefis daima kötülüğü emredicidir. ” ( Yûsuf sûresi, 53 )
Terbiyeye açık ve yatkın olan herhangi bir konu ve nesne, aldığı terbiyenin kalitesine, yoğunluğuna ve seviyesine göre farklı farklı güzellikleri sergilemeye başlar. Ayrıca gittikçe mükemmelleşir. Aynen öyle de insanın nefis denilen ham kendiliği de, aldığı terbiyeye göre şekillenir ve farklı özellik ve güzellikleri sergilemeye başlar. Kur’an insan nefsinin bu kemal yolculuğunu 7 istasyonlu bir seyahat ile ifade eder ve isimlendirir:
- Nefs-i Emmâre… “ Yûsuf dedi: ‘ Ben nefsimi, aklamam. Hakikat bu ki, nefis daima kötülüğü emredicidir. ’ ” ( Yûsuf Sûresi, 53 )
- Nefs-i Levvâme… “ Kıyamet gününe ve kendini kınayan nefse yemin olsun ki! ” ( Kıyamet Sûresi, 1-2 )
- Nefs-i Mülheme… “ Nefsi yaratan, ona hâkim olan ve onu düzenleyene and olsun ki O, nefse fücûru ( günahları ) ve takvâyı ( günahtan kaçınmayı ) ilham eder. ” ( Şems Sûresi, 7-8 )
- Nefs-i Mutmainne… “ Ey itminana ve sükûnete ermiş nefis! ” ( Fecr Sûresi, 27 )
- Nefs-i Râdıyye… “ Rabbine Ondan râzı olan bir nefis olarak dön, ‘ Ben, Sendenim ’ de! ” ( Fecr Sûresi, 28 )
- Nefs-i Mardiyye… “ Rabbine, Rabbi kendisinden razı olan bir nefis olarak rücu’ et, ‘ Ben, Sendenim, Seninim, Senin için vârım ve yaşıyorum ’ de! ” ( Fecir Sûresi, 28 )
- Nefs-i Zekiyye… “ Musa dedi: ‘ Yoksa Sen, bir nefsi katletmemiş tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Sen çok çirkin bir iş yaptın. ’ ” ( Kehf Sûresi, 74 )
Ehl-i tasavvuf, nefsin son seviyesine, kemale erdiği için, “ nefs-i kâmile ”; bulanıklığından kurtulup durulaştığı için “ nefs-i sâfiye ”; kofluktan kurtulduğu için “ nefs-i samîme ” vesaire isimler verirler. Kur’an o temiz seviyeyi başka isimle ifade ediyor. Nefisteki kofluğun, bulanıklığın ve kusurluluğun temeli onun manevi kirleridir, der. Madem nefsin tedavisi ve yüceliği, “ tezkiye ” ile oluyor. O halde onun tertemiz, sâbit ve sonsuz pak halini anlatan “ zekiyye ” tabiri onun kemal seviyesinin sıfatı ve adı olmalıdır. Ki Kur’an, bu şekilde, bu âyette bir çocuk masumiyetinde nefsin kemal seviyesini isimlendirir.
Bu 7 mertebeden 3 tanesi çok önemli ve tehlikeli sonuçlar doğurduğundan dolayı Kur’anda onlar üzerine yemin edilir. Arapça gramerinde ve edebiyatında bir üsluptur ki, mühim, kıymetli ve dikkat edilmesi istenilen şey üzerine yemin edilir. Mesela: “ Yaşadığın hakikat dolu hayata ve ömre yemin olsun ki yâ Muhammed! ” ( Hicr Sûresi, 72 ) âyetinde olduğu gibi…
Bu 3 mertebe emmâre, levvâme ve mülheme’dir. Çünkü nefis ancak 4. seviye olan mutmainne ile imana erip Allah’a muhatap olacak seviyeye yükselir ve Cennet’e girebilecek dereceyi kazanır. Yani kişi o seviyeyle ancak mayınlı araziden, güvenli bir alana çıkar. Nasıl mayınlı arazide yürüyene “ Sağını-solunu gözetle! Bastığın yere dikkat et ” denilir. Aynen öyle de nefsin bu 3 aşamasında da aynı dikkat ve itina gerektiği için Kur’an yemin ediyor. Üstad Bediüzzaman bu Kur’anî yeminin tefsirini şöyle yapar ve tehlike yönlerini açar:
“ Hazer et ( sakın ), dikkatle bas, batmaktan kork! Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem’a ( manevi parıltı ), bir işarette, bir öpmede batma! Dünyayı yutan büyük letâiflerini ( manevi özelliklerini ) onda batırma! Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. ” ( Lem’alar, 17. Lem’a, 14. Nota, 3. Remiz ) Kibrit başı kadar bir ateşin milyonlarca ağacı yutması gibi… Üstad demek istiyor ki:
“ Sen bir askersin. Unutma, senin temiz rızkın, çantandaki kumanyadır. Etrafındaki hainlerin bir zehirli lokması senin maddi hayatını bitirdiği gibi maneviyatın için de haram lokma aynıdır. ( Boğazına hâkim ol! ) Hem senin ağzından çıkmaması gereken bir şifreli kelime seni vatan haini yaptığı gibi, kibir ve kendini beğenmişlik kokan bir kelimen de seni manevi âlemin haini yapıp Cehenneme sokar. ( Diline hâkim ol! ) Hem bir düğmeye basmak nasıl bombaları patlatır ve kimyasal zincirleme reaksiyonları başlatır ve gerisini engelleyemezsin. Aynen öyle de bir işârette, bir öpmede batma! Gerisine dur diyemezsin! ( Irzına, namusuna hâkim ol! ) Seni satın almak için düşmanlar güzel ve parlak vaadlerde bulundukları gibi şeytanî hüviyette rüyalara ve benzeri manevi çengellere takılma! Lem’ayı aş, şuaya geç![2] Oradan da Güneşe yürü! ”
Eymen AKÇA
[1] Âl-i İmran sûresi, 185.
[2] Gündüz vakti elimize bir ayna alsak ve o aynayı güneşe doğru çevirsek, güneşten gelen ışığın aynaya gelene kadarki kısmına “ şua ” denilir. Aynada meydana gelen yansımaya “ cilve ”; aynadan başkasına yansıyan ışığa ise, “ lem’a ” denilir. Lem’a, maddeden yansıdığı için, lem’aya takılıp kalan kişi, sonuçta kişilere ve maddeye takılıp kalmış olur. Tevhid bakışı, kişiyi lem’adan alıp şuaya yükseltir. Sonra Hakikat Güneşi olan Allah’a yolculuk başlar.