Nerede idik, nereye geldik?

İnsanlığa adalet ile hakim olmak için, Osmanlı devleti Allah’ın insanlığa gönderdiği Kur’anı Kerim’deki kanunu tatbik ederek, adaletini dünyaya göstermiştir. Fakat ne yazık ki bir asırdan önce başlayarak bilhassa son asırda, dine karşı yapılan inkılaplarla din düşmanları hedeflerine ulaştılar. O hale geldik ki dıştaki müslümanlar Türkiye’ye gelince halkın bilhassa hanımların olumsuz kıyafeti ile ne hale geldiğimizi görünce ben acaba avrupadamıyım kendilerine diyorlardı.

Buna bir delil de: Ben 1987 senesinde hacda iken araplardan bazısı bana soruyorlardı? Türkiye’de hala müslüman var mı? Bu bize gösteriyor ki Türkiye’de yaşayan müslümanları dinsiz bırakmak için dış düşmanlar, içteki düşmanlar ile birleşerek halkın bir kısmını dinsiz bıraktılar. (Her hangi cemaate bağlı olanlar hariç) çoğu avrupanın modasına uyup hayatlarına devam ettiler. Bu sebepten Türkiye de ecdattan kalan İslam ahlakını halkımızın çoğu bilmiyor.

Balkanlardaki Türkler, düşmandan kurtulup Türkiye’ye gelmeleri için muracaat etmişler. Nihayet 1952’de Adnan Menderes ile Yugoslavya’nın lideri Tito anlaştılar. Oradaki Türkler Türkiye’ye gelsinler. Ondan sonra müslüman için düşman idaresi altında yaşamak çok zor olduğundan orada Türk olmayan Boşnaklar nüfus dairesinde rüşvet vererek Türk olup Türkiye’ye geliyorlardı, Arnavutlar öyle, Pomaklar öyle. 1960’a kadar iki buçuk milyon nüfus Türkiye’ye geldikleri halde ben Türk olduğum halde Türkiye’de dine karşı inkılaplardan ötürü oranın hocaları Türkiye’ye gelmeye fetva vermediklerinden ben gelmedim. Ancak Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Rirale-i Nur eserlerinde bazıları balkanlara geldikten sonra oradaki hocalar şimdi isteyen gidebilir diyerek fetva verdiler ve ben ancak 1970’te geldim. Benden başka çalışanım olmadığı halde çok az parayla 8 nüfusu minibüse attım geldim. Allahın yardımıyla Allahtan başka kimseye muhtaç olmadan, yaşadım, yaşıyorum.

Allah’a çok şükür Türkiye’miz o dini baskılardan kurtuldu ki o kadar baskılı günler geçirildi ki müslümanlar bunu beklemiyordu. Fakat Allah’ın rahmeti başımıza öyle bir zatı getirdi ki bütün dünyadaki dürüst müslümanlar ile avrupadaki düşmanlar hayran kalıyorlar. Düşmanları çoğunu, Amerika’yı dahi dize çöktürdü liderimiz. Düşünün Amerika liderinin karşısında Ecevitr rükua varır gibi eğiliyordu. Bizim başımızda sayın uzun adam dimdik, onlarınki bacaklarını üst üste attı ise bizim ki hemen atıyor. Hatta korona virüs için onlara giden yardımlarımız, onları çok şaşırttı.
Şimdi osmanlı devrinde yaşanan İslam ahlakından biraz bahsedeceğim.

Ben balkanlarda yedi federe devletinden oluşan Yugoslavya’da doğup-büyüdüm. 1937 doğumluyum. Orada 33 sene yaşadım. Oradaki sosyalist lider Tito öldükten sonra federe devletler tekrar dağıldı, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Bosna falan kendi başına devlet oldular. Ben Evladı Fatihan’dan biriyim. Babamın soyu Konya Karaman oğullarından, Annemin de: Tokat Dündar Oğullarındandır. Orada yaşadığım yer Bilaç isminde bir Osmanlı kasabacığıydı. Bilaç’taki osmanlının kışlalarının temellerini gördüm. Hatta buraya geldikten sonra yaşlı bir bakkal oranın tarla ve meraların adlarını bana sayarak anlattı ki o zat orada askerlik yapmış.

Biz orada bütün hayatımızda dinimizi tatbike gayret ederdik. Ev yapan müslümanlar evini kıbleye doğru kurarlardı. Evin tuvaletini yaparken tuvaletin önü kıblenin ters tarafına çevirirlerdi. Her ne kadar evlerin avluları büyüktü. Onunla beraber evin hanımı avludayken, sokak ve caddelerden gezen erkekler, hanımları görmemeleri için avlunun çevresinde insan boyundan yüksek duvar ile çevrelerdik. Hatta hanımlar ezan vakitlerini dikkatle takip ederek, hoca ezanı okuması için minareye çıkınca ezan okuyan hoca, hanımı görmemesi için ezan vakti hanımlar avluya çıkmazdı.

Müslümanların hanımlarının yüzlerinde peçe vardı. Vücudunun hatları görünmemesi için pantolon şöyle dursun, entari bile giymezlerdi. 12 metre kumaştan şalvar giyerlerdi. Sokakta pardüse yok, çarşaf giyerlerdi. Her ne kadar hanımın yüzü erkeklere haram değil ise de hanımın yüzü saçından çok erkeğin şehvet duygularını uyandırdığından osmanlı devrinden kalma dini bir adet kadınların yüzleri görünmemesi için, yüzlerine peçe takarlardı. Sokakta caddede erkek hanımı ile gezerken, hanımı kolundan tutmak şöyle dursun hanım iki üç metre erkeğin arkasından gezerdi.

Müslüman erkekler asla takkesiz gezmezlerdi. Benim bir hoca dayım vardı. Makedonyanın Üskübünde fetva veren hocaların arkadaşı idi. Hocaların fetvasından sonra: 1971 de oğlu temelli geldi babası Türkiyede başından sarığını çekerler diye temelli gelmedi. O turist olarak geldi. Sokakta polisler sarığını derse, hemen sarıklı fotoğrafıyla turist pasaportunu gösterirdi ve polisler ilişemezdi.
Eve yabancı biri geldiği zaman hanımlar kat’iyyen çıkmazlardı. Hanım ve çocuklar evin odasında iken, baba ve hürmete layık biri dışarıdan gelince hanım dahil çocuklar ayağa kalkardılar.

Hatta evin içinde oturma düzeni evin köşe tarafında yaşlısı oturur. Sonra sırasıyla yaşa göre dizilirler. Tabii o zaman yemek masada yenilmezdi. Sofrayı kurarlardı baba veya dede başlamadan gençler başlamazdı. İlk lokmayı dede veya baba başlarken besmele çeker, sofradakiler herkes besmele çeker öyle başlarlardı. Tuza parmakla az basarak yemeğe başlanır ve sonunda yine parmakla tuza batırma sünnetini uygulardılar. Sofradan kalkarken herkes Elhamdülillah çekerek kalkarlardı.

Bir misafir gelince misafire saygı ve hürmet için akrabalar toplanır ve misafir gidinceye kadar çevredeki komşular da saygi ve hürmette bulunurlardı. Düğün mürvetine, ölüm taziyesine çevredekiler, herkes iştirak ederdi. Sokakta gezerken müslüman müslümana selam vermek sünnet olduğunu bilerek, muhakkak selam verirlerdi. Hele aynı binada yaşayanlar, biri diğerine kardeş gibi saygı ve hürmet etmekte noksanlık yapmazlardı. Hanımlar yüksek topuklu ayakkabıyla katiyyen gezmezlerdi.

Yeni evlenen erkek, babasını kaldığı dairede bir odada kalırdı. Ayrılıp başka daireye çıkmaları imkânsızdı. Damatta gelin de aynı fikirdeydiler. Biz anne babamızdan ayrı yerde yaşarsak bize Allah ihsan edeceği oğlumuzda evlenince bizden ayrı yaşar. Bu sebepten ayrı yaşamaya katiyyen tenezzül etmezlerdi.

Bu sebepten Şair demiş:
Ben bir Müslümanım candan tabi oldum Hüdaya.

Gözüm gönlüm tabi olmaz yüzsüzlüğe modaya.

Ne yazık ki şimdi oradakiler de Türkiye’yi taklit ederek sosyete hayat yaşıyorlar. Zaten orada müslümanlar az kaldı.

Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: