Nesneleri Karakterize Etme ve Bediüzzaman

Kâinat canlı ve cansız varlıklardan oluşur. Klasik bir öğretidir, canlı ve cansız varlıklardan oluşan kâinat sözü. İnsan ruhuna ve aklına gıda sunmayan bir maksatlı öğreti cümlesidir.

İnsan günlük hayatında nesnelerle ilişkiler içindedir. Ceketini giyer, ayakkabısını giyer ve arabasına biner gideceği yere, otomobilinin camından bakarak gider, okulun merdivenlerinden çıkar, odasına girer.

İnsan yalnızlaştırılmış ve kendisi ile birlikte olan, kendi haz duvarlarını aşamayan bir varlık mıdır?

Yoksa etrafındaki canlı cansız bütün nesnelerle ruhsal ve bedensel irtibatları olan bir varlık mıdır?

İNSAN ve EŞYA

İnsan hem hayatını kolaylaştıran aksesuarlarıyla irtibatlıdır, hem de içinde yaşadığı kâinatla, ayrıca üyesi olduğu aile, mahalle, şehrin hayatı ile alakadardır.

Batı sanatı insanın eşyaları ile olan ilgilerini tiyatro, roman ve resim gibi sanat türleri ile ifade etmiştir. Eşyalar insanları hayata bilerek bilmeyerek bağlarlar. Yeni eşyaları alırken farkında olarak mutlu oluruz, ama bu mutluluk kısa bir süre sonra cilasını kaybeder, yeni ve kısa süreli eşya mutluluğu kendini gösterir.

Bizim geleneksel İslam kültüründe eşyalar sınırlıdır.

Medeniyet insanın ilişkiler ağını eşyalarla işgal etmiştir, insanın bedenine hizmet eden eşyalar ile zihnine hizmet eden kültürel eşyalar farklıdırlar. Tasavvufta bir lokma bir hırka bir yoksulluk değil, insanın efkârını eşyalara ve çevreye dağıtmaması için onu toplama işlemidir. Bir lokma, bir hırka lâilahe illallah demektir, Allah ve ilahlar ve la. İnsan ve en zaruri şey lokma ve hırka.! Bedeni sınırlama ruhu sınırlamadır, sınırlama üretken bir durumdur. Eşyalarının tanzimi ile uğra şan ruhunu tanzim edecek vakit bulamaz.

Savcı Bediüzzaman hapisteyken yanındakilerden birine sorar, bu adamın ne kadar parası var, neleri var biliyor musun? O da “ onun Kur’an‘ından başka bir şeyi yok ki “ der. “Ben kalbime başka şeyler koymamışım “der. Onun dünyevi şeylere ilgisi yoktur. “Çoluk çocuk gibi beni dünya ile bağlayan alakalarım da yok” der. O insan eşya ilgilerine “kalbini bağlamak “ der. İnsanın eli bağlı olunca nasıl iş göremezse, eşyalar ile bağımlı olan insanın da kalbi iş görmez. Ne kötü şey kalbini bağlamak! Kaybettiğimiz şeyler kalbimizi bağlayan iplerin ondan ayrılma acısının ağlamaya dönüşmesidir. Sadelik ruhun rahatı içindir. Çok renklilik insanın kendini hayatın objesi durumuna getirir.

İDEAL ve HEDEFLER

Bediüzzaman “gaye-i yi hayal olmazsa ezhan enelere dönüp etrafında gezerler diyor” Bu psikanalitik bir sözdür. İnsanın hayalinin bir gayesi olması gerekir, eğer yoksa o insan kendine döner kendi hayatının sıradan ayrıntısını gaye haline getirir.

Macellan’ın yeni iklimler keşfetmek isteği kendini aşmasıdır, kendi ile meşgul olsaydı, kendi içinde bağlı kalırdı.

“Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem “ diyen adamın hayalinin gayesi ortadadır.

Kalbini eşyalara bağlamak ne kadar sefil bir kelime onun için.

Hayalinin gayesi olmayan insanlar hafta sonlarını market market dolaşarak kısa süreli eşyalar izdivacı gerçekleştirdiğini görürsünüz, ne kadar da mutludurlar. Mutluluk olmadığını fark etmek zor şey.

Annem cenaze yıkamaya lastik ayakkabılarla gider, şatafattan hiç hoşlanmazdı. Mevlitlerde, cenazelerde söylediği gazellerle kendinden geçer, ben küçükken dizinde otururken çok hayretime giderdi. Ne kadar kendini bırakırdı, etrafındaki arkadaşları gazelin heyecanı ile delilirdi, ağlamalar, haykırmalar ne güzel günlerdi bu uhrevi sinemayı seyretmek.

Ne ruhtu Allah’ım televizyonu açık olan eve girmezdi.

Bir gün hatme kurarken bir türlü hatme kurulmaz, evin sahibine kız bu evde bir tuhaflık var der, meğerse evin beyi annemin gazellerini duymuş, dinlemek istemiş, o da hissetmiş, Evin hanımı beyini dışarı kovmuş “ Ben sana demedim mi hisseder “ diye, söylenir.

Bediüzzaman eşyalar ile arkadaş gibidir, onları garip , sahipsiz , şu koca kainatın içinde gurbette gibi görmez. İki taşı alır “ bakın hiçbiri birbirinin aynı değil “ der , sıradan taşların bile karakter özellikleri olduğunu söyler. Kendisini aydınlatan flüoresanların çöplüğe atılmasına bile isyan eder, bir çay kaşığına vefa gösterir, kırıldığı için çöpe atılan o kaşığı buldurur ve lehimlettirir, “insan oğlu çok nankör der”

KÂİNAT PİYANOSU

Bediüzzaman’ın eserlerinde eşyalar Tanrısal senfoniye her biri kendi misyonu ile katılırlar.

Necip Fazıl Senfonya şiirinde kainatı bir piyanonun çeşitli tuşlarından oluşan bir birliktelik olarak görür.

Bediüzzaman bütün kâinatı bir piyano gibi görür ve onların her bir tuşundan bir mana çıkarır ve hepsinin nasıl tevhid senfonisinden hissesi olduğunu anlatır.

Pencereler risalesi bu büyük piyano resitalinin en büyük bestelerinden biridir.

Birinci ve İkinci pencere eşya kelimesi ile başlar. “Bilmüşahade görüyoruz ki, bütün eşya hususan zihayat olanların pek çok muhtelif hacatı ve pek çok mütenevvi metalibi vardır. “ Eşyaların piri biz, bizim isteklerimiz ile ihtiyaçlarımız arasındaki ilişkiliyi anlatıyor.

İkinci cümle daha harika “ O matlapları, o hacetleri ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden münasip ve layık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor”

İkinci Percere’de eşyanın biçimlenmesindeki manevi ve maddi dikkati anlatır. O eşyanın insanın mülkiyetine girmesinin boğucu hazzını değil, onu biçimlendiren Allah’ın biçimlendirmesini nazara verir.

İşte eşyayı bize hizmetkarlıktan azledip, Allah’ın hizmetine sokmak , onu tiplikten, karakterliğe çıkarmak budur.

Boyacı rafındaki boya karaktersiz, ama bir ressamın fırçasından bir bezin üzerine akarsa olur karakter.” Eşya vucut ve teşahhusatlarında nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken, birdenbire gayet muntazam hakimane öyle bir teşahhus vechi veriliyor ki “ Vücut ve teşahhusat eşyanın şahsiyet, karakter olmasıdır. Çünkü bütün eşya birbirinden özellikleri ile ayrılıyor, bu karakterleştirmek.

Üçüncü pencerede yine eşyadan nebatat ve hayvanat ordularından bahseder. Nasıl yüksekten bakıyor , ne kadar üst bir pencereden bakıyor. Erzak, suret, silah , libas, talimat, terhisat gibi bu büyük eşya ordularını nasıl kaotik olmadan çıkarıp bir sıraya dizer.

Gelin fenomenologlar bakın eşyaya nasıl bakılır.
Dördünce de canlıların duaları söz konusudur.

NAKIŞÇI MAHARETLİ BİR USTA

Beşinci yine eşya ile başlar, daha sanatlı ve daha dikkatli bir gözlemdir bu pencere . “Görüyoruz ki (biz mi üstadım sen görüyorsun) Eşya hususan zihayat olanlar(hepimiz eşyayız) defi ve ani bir surette basit bir maddeden çıkan şeyler , gayet basit, şekilsiz, sanatsız olması lazım gelirken , çok meharete muhtaç bir hüsn-ü sanatta , çok zamana muhtaç ihtimamkarane nakışlarla münakkaş, çok alata muhtaç acib sanatlarla müzeyyen , çok maddelere muhtaç bir surette halk olunuyorlar. “ Sanat kelimesi ne vazgeçilmez bir kelime .

Çok meharete muhtaç bir hüsn ü sanat/ Bir şeyin sanat olması için meharet, beceri ve ustalık gerektirir. Demek yapan Sanatcı

Çok zamana muhtaç ihtimamkarane nakışlarla münakkaş /Nakış derinlikli bir sanat türü, ihtimam gerektirir hem de çok zamana muhtaç, bir seramiğin üzerine bir motif çizmek nakış, günlerini alır seramikcinin. Bu nakışları nakşeden elbette büyük bir Nakkaştır.

Çok alata muhtaç acib sanatlarla müzeyyen / acib sanatlar görülmemiş farklı sanatlar ile müzeyyen süslemiş onları bu da yine süsleyiciyi gösterir. / Bunlar sanat felsefesinin önemli konuları Bediüzzaman onları Alah’a uygulayarak beşeri sanatı dalalet yorumlarından tevhid yorumlarına çağırır. Nerdesin Selvador Dahi , v s

Çok maddelere muhtaç . Dördüncü ise çok maddelere muhtaç olma, onlar da bir sıra ile gelir ve yerlerini alırlar.

Bütün pencereler risalesi eşya parantezinde yorumlanmıştır.

TEVHİD DÜNYAMIZA NURANİ KATKILAR İÇİN YENİDEN BAKMAK

On ikinci Pencere ‘de yine cümle eşya ile başlar, bu sefer eşyaların kalıplarını biçim teorilerini anlatır. Ünlü bir marksist Marksizm ve Biçim diye bir eser yazmış, Bediüzzaman ve biçim diye bir eser yazılacak ama biz öldükten sonra. Yine bir marksist Lukac üç cilt estetiği için elli yıl çalışmış, ortaya bir Marksist estetik çıkarmış.

Bediüzzaman ve estetik yine biz öldükten sonra yazılacak, okuyalım arkadaşlar Allah bize İkra bismi rabbikellezi diyor, okuyalım sonra bakalım Bediüzzaman’a . On ikinci pencere’nin anahtar kelimeleri kalıp, suret, biçim , hudut’tur. Eşyanın suretlerinin k a d e r d a i r e s i n d e çizildiğini ve k u d r e t d a i r e s i n d e de giydirildiğini anlatır. Koca bir kitap bir paragraf.

On üç, On Dört, On beş her şey kelimesi ile başlar o da eşya demek. Deha bakmaz diyor yeniden keşfeder, Bediüzzaman bizim yanımızda yöremizde yer alan eşyalara yeniden bakar, eşyaların Kristof Kolombu, onları birden yeniden keşfeder. Kur’an da Allah “ Siz hala deveye bakmadınız mı ? “derken bizi halanın ironisine hapseder ve deveyi yeniden keşfetmeye çağırır.

Ayet ül kübra’nın ve Münacaat risalesinin eşyaları bizim tevhid dünyamıza nurani katkılar sunarlar. Yirmi Birinci Pencere‘de dünya sinemasının başrol oyuncusu güneşi anlatır. Nasıl bütün bu tanrısal sinemanın norm kişilerini biçimlendirdiğini ve sahneye hazırladığını yorumlar. Güneş ve arkadaşları olan büyük oyunculara dikkat eden dünya sahnesinde Bediüzzaman Otuz İkinci Pencere de Kainat denilen bu büyük ilahi oyunun en büyük karakteri olan Peygamberimizi anlatır. O “güneşler güneşidir” O gayet parlak, pek büyük ve çok nuranidir. Otuz üçüncü pencere piyanonun toplu yorumudur. Bütün bu eşyalar Kur’an penceresinden görülmüştür. Çünkü o”gayet parlak, nurani bir pencere-i camiadır”.

İşte eşyaları tanrısal karakterlerine çeviren bir büyük kalem ve göz: Bediüzzaman.

Prof. Dr. Himmet Uç