Nur mektebi

RİSALE-İ NUR’UN OKUYUCULARINA YANSIMALARI 

           Risale-i Nur, bir defa okunup rafa kaldırılan, ya da rafta kalıp zamanla tozlanan, orijinalitesini kaybeden silik,  yetersiz ve kıvamsız bir eser değildir; belki canlı bir kütübhane hükmündedir, bugün telif edilmiş, bugün kaleme alınmış gibi taze ve taravettârdır. Sanki, bizin suallerimize cevap olarak hazırlanmıştır;

Canlı ve hayattar, âlimane ve hakikatdar, müdellel ve müberhen bir eser olarak karşımızda arz-ı endam eder. Üslûbunun çekiciliği, beyanının zerafet ve letafeti kumsalları ıslatan tatlı dalgalar gibi fıtratları kendine çeker; büyük ruhlar, marifet âşıkları, o tatlı, o berrak ve o sâfi denize dalmak isterler.

           Risaleleri yeni okumaya başlayanlar için mûnis gelir; fıtrata, safvete ve samimiyete hitab eden  cümleler, onların ruhunu okşar. İlk çırpıda bazı ifade ve ma’nâları anlamada zihinler bazı zorluklar yaşasa bile, risaleler me’hazın kudsiyetinden telemmu’ ettiğinden,  ruhani zevkve “melekûti câzibe i’tibariyle ruha tatlı lezzetler, kalbe uyanışlar telkin eder. Derecesine göre diğer lâtife ve duygular da hisselerini alırlar.

             Evet, Risale-i Nurlar’da derin bir analiz, ince nükteler ile idraklere yöneliş ve enis bir dost gibi gönüllere sesleniş vardır. Onlarla kulağa  ahenk kazandıran bir hoş sada dökülür. Nazarlara bir ressam gibi hakikati “ibda” eden bir tasvir, iktidar ve mükemmelliği çarpar. Dimağlara derûni âhengi resmeden bir derinlik akseder. Hakikatleri pastoral olarak zihinlere resmeden bu güzellik, bakış ufkunu açar, iç dünyayı mest ve hayran eder.

           Evet, Risale-i Nur; kalbi bir teveccüh, hasbi bir gayret, ciddi bir iştiyak ile sürekli ve dikkatle okunur ve mütalaa edilirse; risalelerin okuyucularına aksetmeleri birkaç boyutta kendini gösterir.

         Nedir bu boyutlar?   Bunlara daha yakından bakmaya çalışalım;

Yansımanın boyutları fıtratlara göre farklılıklar gösterir. Genel bir çizgi içinde bakıldığında bu boyutlar; Fikri, ilmi, kalbi, kesbi, fiili, ameli, hissi, ve zevkidir. Okundukca, dikkatle yöneldikçe, safvet ve samimiyetle teveccüh etikçe bu açılımlar ziyadeleşir. Bakış dürbünleri ile temaşa zevki içinde; ihata, intikal cepheleriyle farklı pencereler,  lâtifeler açılır. Hakikat âlemi zihinlerde berraklaşır, netleşir, ma’nâlar billurlaşır. Fikri derinlik ve ilmi inceliklerin yanında his ve duygulardaki açılım ve telezzüz itibariyle de fıtratlarda farklı tecelliler zuhur eder. 

Bir kısım fıtratlar, hisseder, zevkeder, fakat lisan ile aktaramaz, kalıba dökemez, kelama yansıtamaz. Dili yoktur kalbimin  sırrına  ma’kestir onlar. Onlara göre, bu yoğunluk anlatılamaz; hissedilir, zevkedilir.  Bir iklimdir; içerisine girilir; başka dünyalara, başka diyarlara taşınamaz, başka mekanlara ulaştıralamaz.

        Bazılarında, kalpteki inşirah kaleme gelirken  donuklaşır, his donar, ma’nâ uçar. Kalbte canlı ve diri olan ma’nâlar hem kêlamda, hem kalemde cılızlaşır, sönükleşir.

               Bazıları, fikir ve ma’rifet dünyasının hakikatlerine ulaşır.

               Bazıları da  sûretine yetişir.

               Bazıları, çekirdekte kalır, külliyete çıkamaz.

               Bazıları  münteşir gövdeye tutunur, çiçeğe ulaşamaz.

               Bazıları çiçekleri aşar, yaprakları geçer, meyvelerle hemhâl olur; külliyete doğru adım atar. Fikri, ilmi, hissi ve ameli güzellikler ile beslenir.

                Bazılarından “fikir-duyguikilisi ölçülü dengededir. İtmi’inan ülkesinde soluklanır onlar. “Dört mevsim ılık gölgeli bir yazsırrına âyine olurlar.

                Bazıları ise, zevâhirde dolaşır, endam aynasında ve görüntü dünyasında vitrine çıkar. Görkemdir  dünyası onların: Afâkilerin dikkatlerini çekerler.

                Bazıları, hem fikreder, hem his eder, hem zevk eder, pek çok lâtifeleri ile süzerler, filitreleri mükemmeldir onların.

                Bazıları, gizli ve mestûr bir iklimde, “hafi-safi-kafi sırrı ile akar gider, ketumdurlar. İhlas vadisinin derinliklerinde derinden derine akar, dışarıya sızdırmaz; ne naz havasında, ne alkış da’vasında, ne zevahir dünyasındadır onlar. 

             Bazıları da “ihlasta devam, kelamda kıvampotasında erimeye mecburdurlar. Hakkı tâmim, hakikati beyan için konuşurlar. Sır dünyasının incelik ve güzeliklerini  teşhir ile fıtratları ateşlemek, hamiyetleri tutuşturmak için didinir, durur onlar. .

              Bazılarının zâhirlerine baksan bir şey göremezsin. Sırr-ı ihlasın “lahuti ihlasın“ içinde tevazu ve mahviyetkâr, şivesiyle yürür onlar. . Zâhir dünyasında pek bilinmezler, pek görünmezler. “Zahiren baksan, ilmihal bile bilmiyor.“   sırrı ile ümmi ve fıtri bir dünyanın azizleridir onlar.

             Bu mazhariyetler uzun çeker. Bu uzunluğu kısa kesip, kelâmın dar ve kısa boyutlarına değil, ma’nânın derin ve yüklü boyutlarında fikretmek, ibret almak ve dikkat etmek ile yol kat’etmek için bu cevelan sahalarını, bu temâşa turlarını -velev- bir kokucuk kadar bile olsa göstermeye çalışalım. Bu vâdide aktaracağımız bu güzel kokuların bir kısmı, alâküllihal dökülecek, bir kısmı uçacak, bir kısmı da kelâmın dar kalıplarına sığmayacaktır. Bu noksanlıklarla beraber bu iklimin güzelliklerinde fikir ve his eksenli bir temâşa yapalım. Perdeleri açmaya, güzellikler dünyasını  görmeye çalışalım.

              Evet, bu yansımaların boyutlarını, bu ”nurâni hava nın idraklere açılan, kalplere yansıyan güzelliklerini maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz;

  1. Said Nursi, eserlerinde kendi ruh dünyasının dilini terennüm eder. Asrın bedȋsi olan bu zat, hem lisanı, hem üslûbu hem de “inşa” ettiği hakikat dili itibariyle kendisinden evvelkilere benzemez. Metod ve muhteva, ma’nâ ve derinlik, beyan ve fikir, mantık ve muhakeme i’tibariyle yepyeni bir çığırdır açtığı yol..  O’nu dinlerken duyduklarımızı çok derinlikten geldiğini hissederiz.

2- Edebiyat çığırtkanlığı, kelâm cambazlığı ve üslûb züppeliği.

 yoktur beyanlarında. . Büyük heyacanların, derin iklimlerin, kudsi seslerin dalga dalga yayılışını duyar ve tatlı nağmelerin ince bestesini hissederiz.

derinliğine dalacağımız çok derin bir deryâdır risaleler. . Onları okudukça gözlerimiz biraz daha derinlere iner. Bakışlarımız kelimelerin arkasındaki ma’nâ tabakalarına kayar, iç dünyamızda bir seyahat başlar. Günler akıp gittikçe kendimizi biraz daha keşfederiz. Bu derinlikler bizi dikkatle bakışı, ma’nâ tabaklarını süzmeyi, hakikatler ile yüzyüze gelmeyi öğretir. Hakikatleri daha ciddi, daha samimi ve daha şevk ile kucaklarız. Bu açılımlar tatlı bir zevktir, fikri bir inkişaf, kalbi bir duyuştur; daha güzele doğru bir tırmanıştır. İç dünyamıza gittikçe mâmur bir iklime açıldığını hissederiz. Bu his dünyası bize yeni yeni gayretler, yeni yeni şevkler sunar; bir başka yönden bakarsak dünyayı ve içindekileri. . Bu bir sükûnet dünyası, bu bir surûr iklimidir deriz.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: