Pek Aziz ve muterem kardeşlerim!
Allahu azimüşşan insanı iman ve ibadet için yarattığını bir çok ayetlerde bildirdikten sonra, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam dahi üç hadisi şerif ile imanın ehemmiyetini şöyle sıralamaktadır:
(1) “Tek bir kişinin imanının kurtarılmasına sebep olan kimse: Sahralar dolusu kırmızı koyun sadaka vermekten daha hayırlısını yapmıştır “.
2) “Tek bir kişinin imanının kurtulmasına sebep olan kimse, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır .”
(3)”Tek birinin imanının kurtulmasına sebep olan bir hayırseverden daha hayırlı bir kimseyi güneş ısıtmamıştır.” Bu kaynaklar bize imanla yaşayıp onunla can vermenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu bildiriyorlar. Üstelik bencillikten kurtulup başkalarının da imanlarını kurtarmaya çalışmak icap ediyor.
Üstadımız Bediüzzaman Hazretretleri dahi bunu te’kid edecek şöyle bir ifade kullanıyor:” İnsanın imanını kurtarma hadisesi: Bu zemin yüzündeki hakimiyeti amme dâvasından daha ehemmiyetli bir dâvadır.” Bu itibarla “herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dava açılmış ki: Her adamın, eğer alman ve ingiliz kadar kuvveti ve(onlardaki kadar) serveti olsa ve aklı da varsa , o tek davayı kazanmak için bilatereddüd (hiç çekinmeden) sarf edecektir.” Nasıl sarfetmesin ki karşılığında, bu dünya büyüklüğünde bir çiftliği kazanma imkânı elde etmiş oluyor. Ve o çiftlikte sonsuz bir zamanda mutlu yaşamayı, iman edip Müslüman gibi yaşamak için çalışana Allah va’d etmiştir.
Evet! Bu insan ibadet için yaradıldığıni anlamak için bakın Allah ayeti kerimesinde nasıl buyuruyor meâlen:“Ben Cinnileri ve İnsanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”. Evet mezkur ayeti kerimeden de anlaşılıyor ki, insanın hakiki vazifesi Allaha iman ve Ona ibadet etmektir. Üstadımızın da, “insanın bu dünyaya gönderilişinin hikmeti ve gayesi, Halık-ı kâinati tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir” sözü yukarıdaki Ayet ve hadisi şeriflerin manalarını ifade ettiğini gösteriyor. İmanın ne kadar çok ehemmiyetli ve büyük bir zenginlik olduğunu daha iyi anlamamız için bir misal vereyim: Mesela bir zalim 5 oğlunu öldürüp kulübeciğini harap eden mazlum bir babaya: Haşmetli bir Padişah ciddi sahip çıktığını göstermek için o mazlum babaya dese gel senin düşmanından ben istedığin şekilde intikamını alacağım; bu da Padişahın o güzel teklifine karşı Padişaha: Halimi görüyorsun Evlatlarımı diriltemezsin ama katil zalimi öldürüp bana bir kulübe yapsan yeter. Padişah da katili öldürdükten sonra onu alıp mükemmel has sarayına yerleştırıp işte sana hizmetçiler; istediğın yiyecekleri ve her çeşit hizmetlerini sana yapacaklar ve işte bu kasaların anahtarlarını sana veriyorum orada her çeşit döviz ve mücevherat var, serbest alabilirsin ve bunların hayrını gör seni Allaha ısmarlıyorum diyerek gitse. Anlatabilirmisiniz bu zat Padişaha karşı nasıl bir minnetdarlık hisseder. Halbuki meal-esef bir saat sonra bu zatın ölmesi muhtemel. Yani İman karşılığında kazanılacak sonsuz ve görülmemiş mutluluk karşısında Padişahın verdıkleri tümü bir hiç mesabesınde kalır.
Biz yukarıdaki kaynakları ve delilleri nazara verdikten sonra, bir Nur talebesinin Risale-i Nurda serd edilen delillerle kendi imanını taklitten kurtarıp takviye ettikten sonra, “bu zamanda en büyük bir ihsan (iyilik yapma hasleti) bir vazife, kendi îmânını kurtarmak ve başkasının imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.” Bu ihsanı ve bu vazifeyi yaparken biz nasıl bir üslup bir metot kullanmamız icap edeceğini, 50 küsur sene Risale-i Nurlardan istifadeye çalışarak bu eserlerin bana verdıkleri tecrübelerden istifade ederek derim: Hısım akrabalarımıza, komşularımıza, ve iş çevresınde görüştüğümüz kimselerin imanlarını kurtarmaya nasıl ve hangi metodla nekadar çalışmamız lazım olduğunu aşağıda ki yazılarımdan daha iyi anlaşılacağıni tahmin ediyorum.
En evvela Üstadın tavsiyesi üzere İhlas risalesini laekal (En azından) 15 günde bir def’a, çok dikkat ederek okumak lazım geliyor, ben kendimde acaba buradaki prensiplerin % kaçını tatbik ediyorum düşüncesi ile okursak öteki mes’eleler daha kolay hallolmuş olur. Nur talebeleri fedakârdırlar bu fedakârlığı dahi yalnız ve yalnız ihlastan aldıklarına asla şüphenız olmasın.
Bir def’a düşünün ki, acaba bu nasıl bir fedakârlık: Nur Talebesi: Ücret dağıtılırken kendisıni arkaya atıp din kardeşıni öne atar, hizmet icab ettıği yerde ise başkasını değil kendini öne sürer. İşte bu kardeş bu şekilde fedakârlığın mükemmel bir örneğıni ortaya sermiş olur. İhlastan doğan fedakarlıkla bu kardeş, başkasına iman hakikatını anlatmama tembelliğine düşmemek için, bu davada kemmiyyet (sayı çokluğu) değil keyfiyyet (kalite) önemlidir demez. Ancak Vazifesini noksansız yaptıktan sonra kemmiyetin azlığından sıkılmaz. Dikkat edilirse kemiyet hakkında, Üstad İhlas risalesinde: Kemmiyet mühim değil demiyor, belki kemiyet o kadar medarı nazar olmamalı diyor. Ve her kelime her yerde her zaman aynı ehemmiyette olmadığıni bilmek lazım. Üstadımız Risaleleri Neşretmeye başladığı zaman kemmiyyeti nerede bulacak, o zaman keyfiyet (kalite) ne kadar mühim olduğunu, sizin idrakînıza havale ediyorum.
Bir örnek vereyim: Üstad kalitenin ehemmiyetini öne sürmese idi Risale-i Nurun o yasak günlerinde Şerafettin Kartal Ağabey Kayseri dersanesinde 4 kişi ile 4 sene nasıl sabrederdi. Ne zamana kadar dört kişiyle devam edeceğız diyenlere karşı, bu davada kemmiyetin ehemmiyeti yok demekten başka ne diyecekti. Amma ondan sonra O Ağabey ve kardeşlerin çalışmaları neticesinde dershanede 4 ten 400 çıkıyor ve Şerafeddin Ağabeyin ihlasla ne pahasına olursa olsun davasına bağlılığı neticesinde, haksız olarak 16 defa hapsediliyor ve berat edip çıkabiliyor. Kayseri’den sonra Kütahya’yıda ihya eden Şerafeddin Ağabey onun doğum yeri olan Simav’daki medrese şöyle dursun, mükemmel 4 katlı Hanımlar dershanesının açılışında hanımla berabar katılmak bize de nasip oldu. Allah ondan ve onun gibi da’vasına sadık Ağabeylerden ve kardeşlerden ebediyyen razı olsun.
Risale-i Nur kimseyi yalvarmaz sözü ise: Evet o yalvarmaz amma, Nur talebesi teşhisini koyup kazanma ümidi olan kimseyi çeşitli yollarla ve metodlarla iknâ etmeye çalışır ve yalvarır, neticeyi yine Allaha bırakır. Üstad Lem’alar kitabının bir haşiyesinde bir hikaye ile buna bir açıklama getıriyor şöyle ki: Büzürücümherden sormuşlar neden “Umera bilmedıklerini öğrenmek için ulemanın kapısına gitmiyorlar? Ulema Umeranın kapısına gidip bilmedikleri mes’eleleri onlara öğretiyorlar?” Cevaben demiş ki: “Umera ilmin kıymetini bilmiyorlar ki gidip sorsunlar.” Bundan biz şu dersi alıyoruz:
Tabii zeki ve ümit verici kimseler varken, kafası çalışmaz ve günahlarıyla kalbini karartan ve duygularını dumura uğratanlarla uğraşmayız. Dikkat edin onlarla uğraşmayacağız demiyorum, ötekiler varken bunlarla uğraşmıyacağız ve uğraşırken yani reçeteleri yazarken dikkatli olup, ata et ite ot atma hamakatına düşmeyeceyiz. Fakat Hiç unutmayacağız ki çevremizdekiler Nurların kıymetıni bilmediklerınden gelmiyorlarsa, bizde mi onların yanlarına gitmeyelim, her şeyi nazara alarak bize İman hakikatlarını anlatmak için yanımıza gelenler olmasa idi, yani onları Allah bize göndermese idi düşünün bu gün biz ne halde kalmış olurduk. Nur talebesi Doktor gibi olacak. Nasıl ki Doktor hastayı tedavi etmek için, çekinmeden hastanın nahoş kokulu yaralarına ve iltihaplarına kadar eğilir tedavi etmeye uğraşıp netice almağa çalışır. Aynen bunun gibi, Nur talebesi de muhatabının kûsuruna bakmadan, Aman kardeşime birşeyler vereyim de , belki kendisinin ebedi azaptan kurtulmasına sebep olabilirim düşüncesi ile hiç çekinmeden vazifeyi yapmaya çalışır.
Bu hususta İhlas Risalesinde bize çok güzel örnek ibareleri var; “Tariki hakta gidenlere refakatla iftihar etmek suretiyle vazife yapmak ve imamlık şerefıni onlara bırakmak ve hak yolunda gidenlerin kim olursa olsun kendimizden daha iyi olduğunun ihtimali ile enaniyetten vaz geçip ihlasi kazanmak” prinsibi bize çok mühim ders veriyor. Yine “Ey ehli hak! Ey hakperest ehli şeriat ve ehli hakikat ve ehli tarikat , bu müthiş marazi ihtilafa karşi birbirinizin kusurunu görmeyerek yekdiğerınızın ayibına karşi birbirınızın kusurunu görmemek için gözünüzü yumunuz.” Evet başkasını iyi kendimızi kusurlu görmeye bizim prinsibımız olacak. Her hangi dini mes’eleleri arkadaşımızla tartışırken bile, hakperestlik ve insaf düsturu olan İnşâallah arkadaşım haklı çıkar temennisinde bulunacağız. Çünkü karşımızda ki haklı çıkarsa hem kibirden kurtuluruz hem de bilmediğimiz bir meseleyi öğrenmiş oluruz. Mademki biz fazilet furuşluk yapıp “gıpta damarını tahrikten” yasaklanmişiz. Hatta “en latif ve güzel bir hakikati imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en masumane zararsır menfaattır. mümkün ise nefsimize bir hodgamlık gelmemek için istemeyen bir arkadaşla yaptırılmasi hoşunuza gitsin. “Eğer ben sevap kazanayim bu güzel mes’leyi ben söyleyeyim” Arzunuz varsa, çendan (gerçi) onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mabeyninizde (sizin aranızda ) ki sırri ihlasa zarar gelebilir”. Biz bu Düsturu kendimize numune-i imtisal yapmaya gayret edenlerden olmalıyız. Ehli hizmet, davasına hizmette muvaffak olmak için bu prinsip tükenmez bir kaynaktır.
Kıymetli kardeşlerim! “Ehli hakla ittifak etmek, davada muvaffak olmanın bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medari olduğunu” asla unutmayacağız. Şimdi dairede ufak defek ihtilaf olabilir, bir merkezden idare edilebilen İstanbulun tek 40 m karelik Kirazlı Mescid sokağının devri geçti o devir çok şükür ki kapandı, biz onlardan birilerini tutup diğerlerine kösmek şöyle dursun,ehli sünnet dairesınde kim olursa olsun onları sevmeye çalışacağız Tüm müslimanların, hassaten Nur talabelerin çok dikkat etmeleri lazım gelen bir husus şu ki , bir kimsenin Allahın yoluna gelmesi için, sebep kim olursa olsun kaidesine tarafdar olmak gerektir. Müslümanlarla beraber olmak onları sevmek şöyle dursun, bu fitneli zamanda zındıkayı (ateistleri) def’etmek için İsevilerin (Hristiyanların) ruhani kısmı ile bile birleşme zamanı olduğunu Üstadımız Peygamberimiz (a.s.m.) mın bu güzel hadisi şerifini bize haber veriyor. Hatalı kimselere karşı bizim vazifemiz ona küsüp kovmak değil, belki kusurlari için ona tevbeyi öğretip onu kazanmak lazım, Yani Kardeşlerimize karşi İlim ve hilım (yumuşaklık) prensiplerine dayanarak müspet hareket ederek kardeşler arasında tefani (kendimızi yok sayma) düsturunu tatbik etmek şarti ile hedefimıze ulaşacağız.
Biz öyle kimselerden olmayacayız ki: Hüsni zanla hareket etmesi mümkün iken zavallı hüsnü zanla hareket etmez, karşısındaki ne kadar iyi olsa yine muhakkak bir kusurunu arayıp bulacak. Bu çok kötü bir haslettir. Halbuki, müslüman su-i zanla değil hüsnü zanla mükelleftir, Kusuru olmayan pek yok ama varsada biz o kusursuzları değil, her tarafı bizim gibi suçlu kimselerle uğraşacağız. Biz: “Sahili selamet olan darüs-selama Ümmeti Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkarmaya çalışan hademeler” olduğumuzdan ötürü, kardeşlerin nefislerini kendi nefislerine tercih eden Sahabe r.a gibi olmalıyız, ve ancak bu şekilde Hz Ali r .a. ve Şâhi Geylani k.s gibi kahramanları arkamızda zahir (yardımcı) ve başımızda Üstad olarak tutabileceğiz. Yine Üstadımızın dediği gibi: “Mühim ve büyük hayırlı işlerin çok mani’leri olur, şeytanlar o hizmetin hizmetçileri ile çok uğraşır. Bu büyük hizmetlerde muvaffak olmak için bu mani’lere (engellere) karşi ihlas kuvvetine dayanmak gerektir, İhlası kıracak esbabtan (sebeplerden) yılandan akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.” O esnada Yusuf (a.s.) dediğini de unutmayalım” “Nefis kütülükleri çok emreder, kurtuluş ancak Allahın rahmetine sığınmakla olur”.
Biz her zaman her çeşit kardeşlere dershanenin kapısını açık tutacağız, Kardeşlerimizin dershaneye gelmelerine engel teşkil edecek sebeplere kat’iyyen tevessül etmeyeceğiz, hususi alemimizde şahsi fazilet yapabiliriz ama farz namazlarına daha yeni alışmaya çabalayan kardeşler yanında asla fazilefuruşluk yaparak nafile ibadetten bahsetmeyeceyiz, ders yaparken her zaman karşımızda kimler var. Onlari nazari i’tibara alarak ona göre ders yapacayız. Ve ders yapabilecek kardeşler derse gelirken hazırlıklı olacak, hiç farkı yok isterse ona ders yapmayı teklif etsinler isterse etmesinler. Üstadımızın neşredilmeyen ifadelerıni toplayan çok tecrübeli bir Ağabeyin bana gönderdıği bir yazısında Üstadın şöyle bir ifadesi geçiyor “Kardeşlerimden ne için sakal bırakmadığımı benden sormak istediklerini hissediyorum; Onlara cevaben bende derim ki: İleride Risale-i Nur talebeleri çoğalacağını biliyorum, eğer ben sakal bırakırsam onlarda sakal bırakırlar, fakat gençlere sakal kötü gösterildiğinden gençlerin sakaldan ötürü Nurlara dahil olmamaya sakal engel olabilir düşüncesi ile bırakmıyorum” demiş ve Üstadımızın sakal bırakmamasına sebeplerden b itanesi de bu imiş.
Ben yurtdışına yani Rumeliye Risale-i Nur hizmetine gideceğimi bilse idim bende sakal bırakmaz idim. Sakal sünnetıne ters bakmadığımızı bildirmek için biz yaşlılara Ağabeylerden sakal izni verildiği için sakal bıraktım ve ben sakalımı fazla uzatmıyorum, ama gene de yurt dışında sakalımın hizmete engel olduğunu fark ediyorum. Hulasa ben sakal bıraktığım için çok korkuyorum ve endişe ediyorum: Ahirette Aleyhissalatu vesselam sakal bıraktığımdan ötürü beni yanından kovarsa acaba halım ne olur. Çünkü belki sakalım sebep oldu ki yurtdışında herhangi müslüman genç sakalımdan ötürü yanıma yaklaşamadi ki iman hakikatlardan hisse alsın.
Az önce dedığım gibi daireye herkes gelebilir sakallısıda sakalsızı da. Fakat Nur dairesindeki gençlerin sakal bıraması, dışardan gelen gençlerin dershaneye gelmemelerine kuvvetli bir sebep teşkil ettiğinden ötürü dershanedeki kardeşlerim sakal bırakmadıkları için çok isabet ediyorlar. Allah onlardan razı olsun. Ve dershaneye bakan Esnaf ağabeylerden Allah ebeden razı olsun ki, dershanede kalan fedakâr kardeşlere yeni elbiseler alıp temiz gezdiriyorlar. Çünkü bugün zevahiri feth etme şartı var. Bilhassa dershaneye yeni gelenler, karşılarına çıkanların üstüne başına bakıyorlar ona göre değerlendiriyorlar. Bugünkü eshabi suffa buna dikkat etmeli ki davasına hizmet edebilsin. Hulasa, biz Muhabbet fedaileriyiz. Acz, Fakr, Şefkat, Tefekkür Şiari üzere kurulan da’vanın mensuplarıyız. Siyaset ve menfaattan uzak duran, SEVGİ, İLGİ, BİLGİ, kaidesi ile hareket eden kusuru başkasında değil, kendinde arayan bir kervanın kemter müntesibiyiz
Eddâî vel-müsted-î(Dua edıp dua bekleyen)
Bu sitedeki yazıları okuyanları çok seven pür kusuru kûsur kardeşiniz.
Abdülkadir Haktanır
www.NurNet.org