Nurların tahrif edildiği iddiası şeni bir bühtandır! (3)

“Risaleler tahrif edildi!”, diye hançerlerini yırtanların mal bulmuş mağribi gibi eğildikleri bir diğer serab İngilizlerin lehine hain bir elin Nurları tağyir ettiği iddiasıdır. Ortaya koydukları can alıcı delil, Hz. Üstad’ın mahiyet-i mâneviyesine henüz muttali olmadığı Kamal Atatürk’e hitaben bir serlevha ile 23 Kasım 1922’de takdim ettiği on maddelik beyannamenin altıncı maddesinde yer alan, “Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan İngiliz-i lain dindeki kayıtsızlığınızdan pek fazla istifade etti ve ediyor cümlesinin karşımıza Tarihçe-i Hayat’ta “Hasmınız ve İslamiyet düşmanı İngiliz, dindeki kayıdsızlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar” şeklinde, Mesnevi-i Nuriye’de ise, “Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan frenkler, dindeki lâkaydlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar” olarak çıkmasıdır.

Mesnevi’deki şekli Üstad’ın Kamal Atatürk’e takdim ettiği beyannamenin giriş kısmı ile bir iki ufak tadilde bulunarak 19 Ocak 1923’de Meclise takdim ettiği nüshadan külliyata geçmiştir. Bu her iki orijinal nüshayı Ahmed Akgündüz Hoca, “Risâle-i Nurlarda Tahrif İddiaları ve İlmî Cevaplar” adlı çalışmasında neşrederek farkın Üstad’ın tasarrufuna dayandığını ortaya koydu. Müteşekkirim…

Kaldı ki, bahsin nirengi noktası olan “Hasmınız ve İslamiyet düşmanı olan ifadesi bütün nüshalarda duruyorken meçhul birtakım hainlerin “la’in” kelimesini kaldırarak İngilizleri hoş göstermeye çalıştığını söylemek şuur ve iz’anı çatlatmakdır! Bu maksadla Nurların harim-i ismetine uzanan, uzanabilen habis bir el varsa böylesine küçük tağyirlerle mi kalır?

Zerre kadar şuur kırıntısı taşıyorsanız, Hutuvat-ı Sitte Risâlesi imha edilmeden Nurları heceleyen hiç kimsenin İngilizlerin lehinde bakmayacağını idrak edebilirsiniz. İstanbul İngiliz mel’unun işgali altında iken Hz. Üstad’ın hayatı pahasına kaleme alıp neşrettikten sonra birkaç fedâkar talebesi ile birlikte İstanbullulara dağıtarak karşı bir cephe meydana getirmek için destansı bir mücadele verdiği bu eser münteşirken böylesine aptalca bir iddia ortaya atılabilir mi? Bu aptallığı irtikab edenlere itibar edilebilir mi?

Hutuvat-ı Sitte destanını bütünüyle nakletmek isterdim, hakkı da var ancak yer darlığı sebebiyle sadece bir asırdır arzın afağında çınlayan o nârâ ile iktifa edelim:

Saniyen: O kof kuvvetin yüzde doksanı sana karşı itilâf kabul etmez. Muhâsım bir cereyan, atâlete mahkûm ediyor. Fazla kalan kuvvetinle dert ve dermanda müşterek olan âlem-i İslâmı susturacak, depretmeyecek derecede eski(si) gibi bir istibdat altında tutmaya ihtimal versen, şeytan iken eşeğin eşeği olursun! Hey ekpekü’l-küpekâ! Köpekten tekepküp etmiş köpek!” (Hey köpeklerin en köpeği! Köpekten de köpekleşmiş köpek!)

İngilizin yüzüne haykırılmış bu nârâ bir asırdır afakta çınlarken, İngilizler hoş gösterilmeye çalışılıyor, nasıl dersiniz vicdansızlar? Hadi Allah’dan korkmuyorsunuz, kuldan da mı utanmıyorsunuz? En doğrudan, en bedihî şekilde meselenin ana hedef ve maksadı ortada dururken, Üstad’ın farklı zamanlarda yaptığı tashihler arasında görülen ve mânâyı hiçbir şekilde bozmayan tadil tasarruflarına “tahrif” diyenin yüzüne Üstad’ın İngilizin yüzüne tükürdüğü gibi tükürmek gerekmiyor mu?

Hiddet ve tehevvürümün tezâhür eden kısmı bile sizi rahatsız ediyorsa, biliniz ki çok daha fazlasını yaşıyorum. Ancak kalem ve üslûbun disiplinini daha fazla bozmamak için yutkunmakla iktifa ediyorum. Zira biliyorum ki, bu şeni iftira ve iddiaların menşei kadran yüzler, hiçbir şekilde samimi ve masum değiller. Hakikati yüzlerce defa ortaya konmuş, farklı nüshalarda yeri olan, bozma kasdı taşımayan, Üstad’ın tasarrufu olan farklılıkları ikide bir korkunç bir hıyanet gibi ortaya atanların menşe ve mahiyetleri meçhulümüz değildir. Son makale ile hariç ve dahilde yeri olan bu şeni mihrakların zifirî dünyalarına hakikatin çiğ aydınlığını düşüreceğime şübheniz olmasın. Sadece şu kadarını makam münasebetiyle söylemek isterim ki, bu yersiz iddialara hizmet eden büyük ekseriyet tahkik etmeyen, hazırla beslenen samimi ama safdil bizimkilerdir. Zaten bu yazı serisinden bir muradım da onları içine düştükleri evham ve şüphelerden korumak ve kurtarmaya çalışmakdır.

“Hristiyanlık başta olmak üzere muharref semavî dinlerin hoş gösterildiği” safsatası da mahiyet itibariyle İngilizler için söylenenden farksız bir hezeyandır. Binaenaleyh misallendirmeye de, daha fazla izaha da sabır ve tahammülüm kalmadı. Yalnız şu kadarını söylemekle iktifa edeyim:

Külliyatın hemen tamamında ehl-i kitab ile küfr-ü mutlakta olanların arasındaki farka hakperestçe ve Kur’anî bir çerçevede itina gösterilmiştir. Ancak hiçbir zaman bu dinlerin muharref olduğu gözden kaçırılmamış, müntesiblerinin ehl-i Cehennem olduklarının ifade edilmesinde tereddüd gösterilmemiştir. Necadlarının da ancak İslâmiyetle şereflenmekte olduğu en sarih şekilde ifade edilmiştir. Üstad’ın en eski beyanlarından biri ile bahsi kapatalım:

Nasraniyet İslâmiyete Teslim Olacak
Nasraniyet, ya intifa ya ıstıfa bulacak. İslâm’a karşı teslim olup

terk-i silâh edecek.
Mükerreren yırtıldı, purutluğa tâ geldi, purutlukta görmedi ona

salah verecek.
Perde yine yırtıldı, mutlak dalale düştü. Bir kısmı lâkin, bazı

yakınlaştı tevhide; onda felâh görecek.
Hazırlanır şimdiden (*) yırtılmaya başlıyor. Sönmezse safvet

bulup İslâm’a mal olacak.
Bu bir sırr-ı azîmdir, ona remz u işaret; Fahr-i Rusül demiştir:

“İsa, Şer’im ile amel edip ümmetimden olacak.” (Sözler)

Hulâsa, Risale-i Nur Külliyatında Üstad’ın yıllar içinde, çoğu zaman da bir nüsha ile kıyaslamadan parlak zekâ, hafıza ve ummanlardan farksız bilgisinin telkin ettiği emniyetle mukayesesiz yaptığı tashihlerde esasa dokunmayan, bozmayan, ifade farklılıkları ile sınırlı ehemmiyetsiz farklılıklar vardır. Bu, her müellifin en tabiî hakkı iken Bediüzzaman’dan esirgemek kimsenin haddi değildir. Telifini istediği gibi kesip biçmeye hak ve selahiyeti vardır.

Bir yazar olarak kendimden hareketle söylemek isterim ki, mürur-u zaman sebebiyle eski kitablarımdan hangisini karıştıracak olsam hemen her sahifede müdahale ihtiyacı duyduğum noktalarla karşılaşıyorum. Bunların çok azı değişen yeni bilgilere bakarken, büyük ekseriyeti düşünceyi daha iyi ifade etme ihtiyacına bakıyor. Kendi eserlerimi tashih ederken yapacağım bu tasarrufun eski ve yeni baskılar arasında meydana getireceği fark ne ise Külliyat nüshaları arasındaki fark da o kabildendir.

Kaldı ki, bu farklılıklar sebebi ile ille de bir suçlu aranacaksa, o da çeyrek asır bilfiil Nurların matbaada basılmasına müsaade etmeyip yarım milyon nüshanın el ile çoğaltılmasına sebeb olan ceberrut Ankara iktidarıdır. Altı bin sahifelik bir külliyatın çok zor şartlarda bu çoklukta intişarının sebebiyet vereceği karışıklık ve farklılıklar bugün için işin içinden çıkılmaz çapta değilse bu parlak netice de Hz. Üstad ve sâdık talebelerinin büyük gayret ve fedakârlıklarının eseridir. Allah onlardan ebeden razı olsun…

Bununla birlikte gönül arzu eder ki, tarih sıralamaları da kaydedilerek, nüshalar arasındaki bu farklar dip notlarda muhafaza edilmek kaydı ile Üstad’ın en son tashihlerini esas alan yeni bir neşriyat yapılsın ve bundan sonrası da o şekilde devam etsin. Hüsnü Abinin bu ehemmiyetli meseleye, zaman kaybetmeksizin, bir ilim heyetinin muaveneti ile el atmasını hasseten rica ve temenni ediyorum. Hiç şübhesiz bu hizmeti o mübarek ağabeyimizden istemeye de beklemeye de hakkımız var.

Not: Devam edecek…

Hüseyin YILMAZ

Yazı serisinin linkleri

http://www.nurnet.org/nurlarin-tahrif-…-bir-buhtandir-1/

http://www.nurnet.org/nurlarin-tahrif-…-bir-buhtandir-2/

http://www.nurnet.org/nurlarin-tahrif-…-bir-buhtandir-3/ ‎

http://www.nurnet.org/nurlarin-tahrif-…-bir-buhtandir-4/

Kaynak: RisaleHaber