Nurs’a giderken barışı gördüm!

Barış süreci adeta baharın yeşilliğinde kırlara yayılmış hayvanların peşinden koşturan çobanların dilinde bir ahenk olmuştu.

Nasılsınız  dememizle o güler yüzlerden en derin bir sıcak kanlılıkla: “Allah razı olsun”.. “Çok şükür”. Hemen ardından “Valla biz güneyden geliyoruz. Bahar geldi biz de geliyoruz.”

Bitlis’te bir sempozyum vesilesiyle bulunuyoruz: Bitlis Valiliği, Bitlis Belediyesi, Bitlis Eren Üniversitesi, Risale Akademi ve AKAV’ın 08-12 Mayıs 2013 tarihleri arasında Bitlis’te ortaklaşa düzenlediği “Said Nursi Bitlis Günleri”nde “İnsanlık İçin Medeniyetin Yeniden İnşası” ekseninde yapılan Arama Konferansı ve Said Nursi Sempozyumu…

Tarihi “El-Eman Hanı”nda ki bu sempozyum alanı ile mevcut şehrin dokusu o kadar zıt ki bir anda değişik dünyalara gitmek gibi bir duygu dalgalanması yaşıyorum. Oldukça geniş salonları tarihi dokuyu hiç bozmadan düzenlemişler.

Nemrut’un tepesinde buğu buğu duman yükselirken diğer tepelerin üstünde, şapkamsı kar kümeleri duruyor…

Programa bir de Nursi’nin doğduğu köye bir gezi ekleniyor. Nurs’a doğru yola çıktık.

Bitlis’in Hizan ilçesinden doğuya ovaya doğru göçler peş peşe yol alıyorken karşılaşıyoruz. Yemyeşil çimenlerin yanı sıra, yeni dikilmiş fidanlar gibi kalıntı bir orman parçası dikkatimizi çekiyor. Ve soruyoruz. Bunu kimler ekti? Cevap “ Valla kimse ekmedi. Allah koymuş. Terörden kesmiştiler. Allah’tan yeniden çıktı” diyor.

Böyle uzayıp giderken sohbetimiz, söz barış sürecine geliyor.

Büyük bir mutluluk beliriyor yüzlerinde.”Allah razı olsun. Kim sebep olmuşsa, Allah razı olsun! Yoksa biz bu kadar rahat gelemezdik. Çatışma oluyordu. Mayın patlıyordu. Çok korkuyorduk. Şimdi herkes hayvan alıyor. yani güzel oldu valla!..”

                                                “Evet! Yani güzel olmuş valla!”

Derin vadiler arasından geçiyoruz. Köyler bu derelerin derin vadilerin arasından geçerken -ki çağıldayışları arasında adeta bir cennet bahçesi görüntüsü veriyor- fındık ağaçları, sonra ceviz ağaçları buralarda boy boy belirmişler. Bizim için oldukça değişik bir duyguydu. Hem seyredilmesi güzel hem de buralara daha önce “ancak panzer eşliğinde” geliniyorken bugün elini kolunu sallayanın gelebildiği yerler olması bakımından…

Ne değişmişti bu kadar kısa sürede? El-aman Hanı’nda Nursi konuşuluyorsa çobanlar özgürce hayvanlarını otlatır ve ülke barış havasında yaşarmış… Bir zihniyet devrimi yaşandı bu ülkede sessiz ve derinden. Evet, en derinde yerleşip, en kuvvetli fırtınaları tipileri savuşturarak baharda yeşeren tohumlar gibi…

Silahlar susunca güzellikler her tarafta beliriyormuş. Ateşin yakmadığı yüreklerdeki duygular gibi, ateşin yakmadığı beldelerde de yeşillikler ve çeşit çeşit hayatlar beliriyormuş..

Biz İstanbul, Ankara vs. büyük kentlerde barış sürecine destek toplantıları yaparken, doğu kentlerinde gidilmeyen yaylaların özlemiyle tutuşan halk, nostalji gezilerine çıkıyormuş. Başlangıçta biraz ürkekçe ve inanamaz bir tarzda gidilmiş olsa da şimdi ilk gidişlerini keyifle anlatıyorlar. İçlerinden birisi “Valla, keçilerim keyiflerinden hep sıçrayıp durdular.” derken diğerleri kahkahayla gülmeye başlıyor ve “O senin keyfin! Keçi zaten hep zıplar” diyor.

Tatvan’da bir düğün. Bir başka yerde bir düğün derken Türkçe, Kürtçe peş peşe kulağımızda melodileşiyordu. Bir muazzam tablo vardı.

Batı illerinde gördüğüm tedirginliğin yerine burada daha bir canlılık ve berrak duyguyu görüyorum. İnsanlar barış ve kardeşliğe susamışçasına doya doya konuşmak istiyor…

Böyleydi doğu… Yağmurlu bir günden sonra güneş doğmuş her taraf ışıl ışıldı: güneş ışınları bitki örtüsünün üstünden yeniden gözlerimize yansıyordu…

Yeni bir medeniyet inşası diyordu katılımcılar… Bu güzel güne o kadar güzel uyuyordu ki, böyle bir cümle böyle bir havada canlanırdı ancak. Ve böyle bir hareket ancak barışın kardeşliğin gölgesinde başlar ve böyle bir ortamda büyürdü…

Bu hareket ve barış ortamının bir temenniden öteye geçtiğini yaşandığını görmek arzusundayız.

Evet, en basit hayat içinden en büyük medeniyet inşası konuşuluyordu. Bu bir tezat değildi. Çünkü çağın fikir ve medeniyet üstadı da buradan yola çıkmıştı. Her yer onun hatıralarıyla doluydu. Herkes dilince ondan duyduğunu anlatıyor ve onunla aynı coğrafyayı paylaşmış olmanın gurur ve mutluluğunu yaşıyordu…

Memleketimin her tarafı akillerle dolu! Eğer “akiller” barışın gönüllü elçileri iseler ve hemen herkes akiller sınıfındaydı.

Çobanından çaycısına, çiftçisinden memuruna her sınıftan vatandaş aynı şeye parmak basıyordu. Değişen tek şey konuşma üsluplarıydı: kimi hızlı bir vurguyla konuşurken kimi daha ağır tondan ve bastıra bastıra dile geliyordu…

Dilerim bu dilekler doğudan doğan güneşin ışınları gibi ülkemin dört bir yanına yayılsın!

YOLLARINA DÜŞMÜŞÜM

Alnındaki izlerin

Tepeler de görmüşüm,

Secdedeki dizlerin,

Üzerine düşmüşüm.

*

Altın gümüş aramam.

Ben varlığa konamam.

Sayfa sayfa taramam:

İman nuru! Kanamam!

*

Okyanus ile deniz!

Kur’an’dandır hep o iz!

Sevdalanmış erleriz.

Nere olsa gideriz.

*

Hizmet bizim işimiz.

Yollarına düşmüşüz.

Sevdalanmış erleriz.

Nere olsa gideriz.

Dr. Sami Akın

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: