O Mercekten Sanata Baktığımız Zaman Sanatkârı Görüyoruz

EŞYAYA RİSALE-İ NUR MERCEĞINDEN BAKILINCA!

Evet o mercekten san’ata baktığımız zaman san’atkârı görüyoruz

Bioloji uzmanlardan biri diyor ki; göklerde, deniz ve okyanusların bin katı kadar su varmış.  Bunu tabiatçılara sormayalım mı, o kadar çok su orada hangi depolarda duruyor? Okyanuslarda, denizlerde ve çöllerde niye yağmur yağmıyor, yağsa da az yağıyor. Peki nerede yağıyor? Mahsulat veren mümbit arazilere yağıyor. Yağarken de oluktan akar gibi yağmıyor da tane tane damla damla yağıyor. Dolu çok seyrek yağıyor, fakat taneleri karpuz kadar büyük yağmıyor. Hatta elma kadarda yağmıyor, nohut tanesi kadar yağıyor ve Allah’ın çok sevdiği mahluk olan insanı o yağan dolu öldürmüyor.

Sonra, acaba düşündünüz mü kışın yağmur yağarken niye gök gürültüsü ile yağmıyor?  Gök gürlese de çok seyrek gürler. çoğunlukla yaz mevsiminde gürler. Ne sebepten biliyor musunuz?  Çünkü yaz mevsiminde bütün canlılar dışarıda. İnsanlar, hayvanlar ve haşaratın ıslanmamaları için kaçın kaçın manasında, O Merhamet Sahibi olan Allah’ımız pamuk gibi bulutlardan ses çıkartıp yaratıkların yağmurdan kaçmalarını sağlar. Bunların hangisine tesadüf karışabilir? Bunların hangisinde şuursuz, kör, ve sağır tabiatın eseri görünüyor. Biz bunları materyalist ve natüralistlere sormayalım mı? Halbuki realiteye bakarsak, denge ve nizam, kendi kendine olmaz. O ancak mantığın eseri olabilir. Bütün bu saydığımız eserlerin meydana gelmesi, ancak Mutlak bilgi, İrade ve Hikmet sahibi Büyük Allah’ın işi olabilir. Bunun haricinde olması imkan haricidir, vesselam.

Saygıdeğer Kardeşim! Bu sayacağım hususlar bütün yaratıklar için geçerli olmakla beraber, kâinatın hülasası ve şuurlu meyvesi olan bizim gibi âciz, fakir ve zayıf insanlar için daha fazla önem taşır: Mesela bu insanın hayatına devam edebilmesi için, ona en çok lazım olan oksijendir. O oksijeni burnumuzun dibine kadar kim getirdi? Varsayalım ki: Ekoloji uzmanları deseler; İstanbul’da yaşayanlar için altı ay sonra, %100 e yakın bir ihtimalle oksijen yetmeyecektir. Erzurum’daki oksijenin bitmesi ise imkân haricindedir. Bu vaziyette İstanbulluların halini düşünebiliyor musunuz? O ufak tefek ibadetlerimizi yapmak için yalnız Allah’ın ihsan ettiği bu nimetini düşünsek yeter ve artar değil mi?

Canlıların asıl ihtiyaçlarından ikincisi sudur. Susuz yaşayamayacağımızı bilen Allah’ımız onu yakınımıza kadar getirmiş. Su akıcı bir madde olduğu için dağların tepesinde durması değil, süzülüp deniz seviyesine inmesi lazım. Halbuki yüksek yerlerde de insanın yaşayabilmesi için Allah, ana ihtiyaçlarımızdan olan suyu, deniz seviyesinden 1500 metre yüksekte olan Uludağ gibi yerlere kadar çıkartmış.

Biliyorsunuz ki su iki elementten meydana gelmiştir. Yani, iki hidrojen ile bir oksijenden. Şimdi Materyalistlere sormayalım mı? Hidrojen yanıcı madde, oksijen ise yakıcı madde olduğu halde, bunlar nasıl biri diğerini yakmadan birleşebildi? Hidrojene yakma,  oksijene yanma diyen kim?         

Başımızı kaldırıp nereye baksak her şeyde bir ders-i hikmet göreceğiz. Biz, hikmetle yaratılan şu varlıkların arkasında Allahın Kudretini göremezsek, lazım gelir ki gübreli tarlada  yetişen karpuzun büyüklük ve lezzetini gübrenin maharetine verelim. O pis gübrede yapma mahareti şöyle dursun, gübreyi düşünürken karpuzdan iğrenmemiz lazım gelir. Yalınız karpuz değil, toprakta yetişen bütün yiyeceklere neşvü nema verip olgunlaştıran hayvanların gübreleridir. Bununla beraber ekmek ve diğer yiyecekleri yerken insan tiksinmiyor. Hatta güllerin daha canlı olmaları için köklerine gübre atarlar, Fakat Allah c.c. O pis gübreleri öyle bir dezenfekte ediyor ki gül çiçeğini kokarken en ufak bir pis koku hissedilmiyor. Bu işi Allahtan başka kim yapabilir Bu mu’cze işler yalnız Allah’ın yed-i kudretinden çıktığına inandıktan sonra, O Kudret Sahibi, o pis maddeleri öyle bir rafine etmiş ve karpuzu  mükemmel ambalaj içerisine almış ki, hoş olmayan şeyleri düşünmek,  insanın aklına bile gelmiyor.

Tavuğun yumurtası ile pisliği aynı yerden çıktığını gördüğümüz zaman, tavuk yumurtayı rafine ve dezenfekte etmekten âciz olduğunu bildiğimiz için, yumurtayı yemek şöyle dursun, onu düşünmemiz bile midemizi bulandırır. Biz Müslümanlar, bizi çok seven Büyük Allah’a inanıp ona itimat ettiğimiz için ve Allah’ın yumurtayı güzelce ambalajladığını gördüğümüz için, hiç çekinmeden yeriz. Acaba Allah’a inanmayıp ta her şeyi sebeplere verenler bunu nasıl yiyebiliyorlar.

Her şeyin ana maddesi ölü atomlar olduğuna göre, o güzelim bülbül de  atomlardan  meydana geldiğine şüphe etmiyoruz. Fakat Allah’ın kuvvet ve kudreti, bülbülü öyle cazip bir halde yaratmış ki, onu Allah’ımız o güzelim sesi ile karşımıza çıkardıktan sonra, bülbüle bir atom kümesidir demeye kim cesaret edebiliyor.

Sonra bakın, en şerefli mahluk olan insanın vücudunda 200 kadar  kas var amma, tırtılda 4000 kadar kas olduğunu görünce hayret ediyoruz. Biz akıl sahipleri, niye bize az ona çok kas takılmış demek şöyle dursun, ondaki hayret verici harekette Allah’ın kudretini seyrederken hayrette kalırız .

Sağan kuşunun  3 yıl hiç durmadan uçabilmesi, 16 yıl yaşayan bir sağan kuşu, bu süre içerisinde sekiz milyon kilometre uçtuğunu öğrenince. Uçtuğu mesafe dünyayı 220 kez sardığı sonucunu  görünce, Allah’ın kuvvet ve kudreti karşısında, ALLAHU EKBER demekten başka çare bulamıyoruz.

Timsah sudaki mahlukları acımadan yer sonra suyun kenarına çıkar, başını bir yere dayar, ağzını açar sağdan soldan gelen kuşlar timsahın dişlerini temizlerler. Böylece hem timsah efendinin dişleri temizlenir hem de kuşlara rızk temin edilmiş olur.

Çöllerde yaşayanların taşıma vasıtası olan deveyi Allah öyle sıcağa ve susuzluğa dayanıklı bir mahluk yaratmış ki, deve haftada bir defa su içebilse yaşayabiliyormuş ihmal etmeyelim! . Hatta çok ilgi çekicidir ki, devenin içtiği su, öyle sağlam yerde depolanıyormuş ki deve sahibi çölde deve ile yolculuk yaparken susuzluktan dar duruma düşünce deveyi kesiyormuş pislikten uzak yerde depolanmış suyu  içiyormuş. Tabiatçılara göre deveye bu susuzluğa dayanma gücünü ve suyu temiz tutabilmesini kim öğretti?

Bu ve buna benzer ciddi meseleleri sizinle paylaşmamın tek sebebi: Hem materyalist ve natüralistlerin neticesiz boş fikirlerinin imkansızlığını göstermek , hem de bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi yaparken gayretli oluruz ümidiyle paylaşıyorum.

Not: Ne dersiniz bu gibi soruları maddecilerden sormayalım mı?

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org