Ölümle Açılan Kapılar -üçüncü kapı-

“Ölümle açılan kapılar” yazı dizisinin, ahiret âleminin sonsuzluğuna açılan üçüncü ve son kapısı; Allaha iman etmeyen kâfirlere açılacaktır.

Âhirete inanmayan, ehl-i inkâr ve dalalet için bir i’dam-ı ebedî kapısı…

Kâfir ve münafık zındıklar için Cehennem çukurundan, yılan ve akreplerle dolu bir çukur olacak ebedi bir hapis..

Yani hem kendisini, hem bütün sevdiklerini i’dam edecek bir darağacıdır.

Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek.

Bu yol bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür.

Bu yolun yolcularına açılan kapı, kâfir’leri, münkir’leri, yani yaratılıştan temiz olan fıtratları onlara hakkı gösterdiği ve üstelik hakkı tebliğ etmekte berdevam olan onlarca ayetten de haberdar oldukları halde, hakikatın üstünü örterek görmezden gelip bunları yalanlayanları kapsar.

Allah’ın görünen/görünmeyen, maddi-manevi âyetlerini red ve inkâr edenlerdir ‘idam-ı ebedî’ üzere olacakları belirtilen mücrimler..

Yani, sürekli bir yokoluş tedirginliği içinde bir varoluş..

Sonsuz hayat, insanın en birinci arzusu olduğu ve aşk-ı beka aşkların en şedidi olduğuna göre, azaplar içinde en birinci azap işte böylesi bir ruh hali olsa gerektir.

Zira insanoğlunun öyle arzuları ve matlabları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor.

Bediüzzaman hazretleri mezkûr mes’eleye binaen kendi yaşadığı bir hatırayı nur külliyatında şöylece ifade etmiştir; Hattâ Onuncu Söz’de işaret edildiği gibi, bir zaman -küçüklüğümde- hayalimden sordum: “Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden “ah” çekti. “Cehennem de olsa beka isterim” dedi.

Gelin görün ki, kâfir, bu dünyadaki yaşayışıyla buna hak kesbetmiştir.

Çünkü bu dünyada o her dakika önünde duran, karşısına gelen, gördüğü, duyduğu, hissettiği veya tattığı bunca ilâhî işareti yok saymış, onları görmezden gelerek veya üstlerini örterek, deve kuşu misali her defasında ‘hiçlik’ ve ‘yokluk’ karanlıklarına mahkûm etmiştir.

Bu dünyada Allah’ın kevnî ve kelamî âyetlerini yok sayanların cezası, elbette öte dünyada daimî bir yokoluş endişesi içinde varolmaktır.

***

Mahiyet-i küfür dahi Cehennem’i bildirir.

Evet nasılki imanın mahiyeti eğer tecessüm etse, lezzetleriyle bir cennet-i hususiye şekline girebilir ve Cennet’ten bu noktadan gizli haber verir.

Aynen öyle de: Risale-i Nur’da delilleriyle isbat ve baştaki mes’elelerde dahi işaret edilmiş ki; küfrün ve bilhâssa küfr-ü mutlakın ve nifakın ve irtidadın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve manevî azabları var..

eğer tecessüm etse, o mürted adama bir hususî cehennem olur.

Ve büyük Cehennem’den bu cihette gizli haber verir.

Ve bu fidanlık dünya mezraasındaki hakikatcikler âhirette sünbüller vermesi noktasından, bu zehirli çekirdek, o zakkum ağacına işaret eder.

“Ben onun bir mâyesiyim.” der.

“Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht için o zakkum ağacının bir hususî nümunesi, benim meyvem olur.”

***

Kısa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman Cehennem’de hapis nasıl adalet olur?

Küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür, elbette hadsiz bir cinayettir.

Öyle ise hadsiz bir azaba müstehak eder.

Sene, üçyüz altmışbeş gün hesabıyla, bir dakikada katl, yedi milyon sekiz yüz seksen dört bin dakika hapis iktizası kanun-u adalet iken; bir dakika küfür, bin katl hükmünde olduğundan, yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfür ile ölen bir adam, kanun-u adaletle elli yedi trilyon ikiyüz bir milyar iki yüz milyon sene beşerin kanun-u adaletiyle hapse müstehak olur.

Elbette خَالِدِينَ فِيهَا اَبَدًا adalet-i İlahî ile vech-i muvafakatı bundan anlaşılıyor.

Birbirinden gayet uzak iki adedin sırr-ı münasebeti şudur ki: Katl ve küfür, tahrib ve tecavüz olduğu için, gayre tesirat yapar.

Bir dakikada katl, lâakal zahirî âdete göre onbeş sene maktulün hayatını selbeder, onun yerine hapse girer.

Bir dakika küfür, binbir esma-i İlahîyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemalâtını inkâr ve hadsiz delail-i vahdaniyeti tekzib ve şehadetlerini reddetmek olduğundan.. kâfiri, binler seneden ziyade esfel-i safilîne atar, خَالِدِينَ de hapseder. Lem’alar 276

***

Bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalalet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir.

Çünki şer olmazsa, hayır bilinmez.

Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz.

Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz.

Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder.

Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakikatı, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücud bulur.

Cehennem’siz Cennet’in pek çok lezzetleri gizli kalır.

Bunlara kıyasen, herşey bir cihette zıddıyla bilinebilir.

Ve birtek hakikatı, sünbül verip çok hakikatlar olur.

Madem bu karışık mevcudat dâr-ı fâniden dâr-ı bekaya akıp gidiyor; elbette nasılki hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennet’e akar.

Öyle de şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem’e yağar.

Ve bu mütemadiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur. Asa-yı Musa 50

***

Ey kâfirlerin çokluklarından ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarından telaşa düşen ve itikadını bozan bîçare insan!

Bil ki: Kıymet ve ehemmiyet, kemmiyette ve aded çokluğunda değil.

Çünki insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılab eder.

İnsan, bazı firenkler ve firenk-meşrebler gibi ihtirasat-ı hayvaniyede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvaniyet mertebesini alır.

Sen görüyorsun ki; hayvanatın kemmiyet ve aded itibariyle hadsiz bir çokluğu varken, ona nisbeten insan gayet az iken, umum enva’-ı hayvanat üstünde sultan ve halife ve hâkim olmuştur.

İşte muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler, Cenab-ı Hakk’ın hayvanatından bir nevi habislerdir ki, Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imareti için halketmiştir.

Mü’min ibadına ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyasî yapıp, akibetinde müstehak oldukları Cehennem’e teslim eder. Lem’alar 121

***

Elhasıl: Bu dehşetli haps-i ebedîden kurtulmanın kolayı, çaresi; bu dünya hapishanesinden istifade ederek, küfür ve şirk gibi en büyük bir günahtan tövbe edip iman edip salih amel işlemek, farzlarımızı eda edip büyük günahlardan uzak durmaktır.

Böylece bu dünya hapishanesindeki ömrümüzün her anını ibadet hükmüne getirmekle, o ebedî hapisten necatımıza ve o nurani Cennet’e girmemize iyi bir fırsat teşkil edecektir.

Bu fırsatı kaçırırsak, dünyamız ağladığı gibi âhiretimiz dahi ağlayacak.

116