Ömrümün Muhasebesi

20 Mayıs benim doğum günüm. Tam yirmi dört yıl önce bugün gözlerimi dünyaya açtım. Canım anam.. beni çok zahmet çekerek doğurmuş. Çıkmak istememişim anamın o şefkatli sinesinden; belki de ruhen hissetmişim dünyanın ne kadar gaddar ve zalim olduğunu da doğmak istememişim. O kadar inat etmişim ki çıkmamak için annem gibi hemşireleri de bayağı bir yormuşum. Zor da olsa beni dünyaya getiren anneme çektirdiğim o eziyeti nasıl öderim, bilmiyorum.

   Bugün benim için ehl-i dünya gibi parti tarzı kutlama yapacağım gün olmamalı. Onun yerine ömrümün muhasebesini yapacağım, ölümü daha sık zikredeceğim gün olmalı. Hem insan neden bugünü kutlar ki anlamıyorum. Evet, zaman durmuyor, öyle ya da böyle bir şekilde su gibi akıp gidiyor. Ben de bu günde düşünerek nefis ile cebelleşerek ömrümün muhasebesini yaptım.

     Peki, geçen ömrümü nasıl değerlendirdim, nerelerde harcadım? Yoksa ben de mi zamanı israf edenlerden oldum? Geriye dönüp baktığımda “oh, elhamdülillah” mı diyorum yoksa günahlardan gelen elîm elemlerden dolayı “ah, ah!” mı ediyorum? Evet, evet ba’zı günler, aylar “oh” desem de “ah” dediğim zamanlar da az değil ne yazık ki. Genç olmam, his ve heveslerime hâkim olamam ve tabii ki bende de nefs-i emmârenin olması hasebiyle günahlara giriftar olduğum zamanlar bana “ah, ah!” dedirtiyor. Ama çok şükür ki bu günahları Rabbime itiraf edebiliyor ve O’ndan af dileyebiliyorum. Ya ben de ümitsizliğe kapılanlardan olsaydım?

   Rabbim Zilzal sûresinde geçen ayetlerde şöyle buyuruyor: ”Her kim zerre kadar hayır işlese mükâfatını görecek. Her kim zerre kadar şer işlese karşılığını görecek.” Bir gün Peygamberimiz (asm) bu ayetleri sahâbelere okurken Ebu Said Hudrî(ra) Peygamberimize “Ya Resûlallah! Kendi amellerimi görecek miyim?” diye sorar. Peygamberimiz “Evet.” der. Ebu Said Hudrî “Küçük küçük günahları?” diye bir soru daha sorar. Peygamberimiz bir daha “Evet” der. Bunun üzerine Ebu Said Hudrî “Vay halime! Ben mahvoldum!” der ve üzülür. Peygamberimiz de “Memnun ol ey Ebu Said! Çünkü yaptığın her sâlih amele on sevap verilecektir.” diyerek teselli verir. Ne kadar güzel bir müjde ve bir teselli bizlere değil mi? Ben de bu hadisten kendime pay çıkartanlardanım. Çünkü benim de günahlarım, hatalarım çok. Ümitsizliğe ve atalete düşmemi engelliyor bu müjde.

Evet, Rabbime hamdolsun ki ömrümün en büyük sermâyem olduğunu bana bildiren ve ömrümü kıymetlendiren ve on beş sene yerine on beş haftada bizleri tahkîki îmana îsal eden asrın tefsiri Risâle-i Nûr’ları tanımışım. Risâle-i Nûr vasıtasıyla da imân ilmini öğrenmeye başlamışım ve öğrenmeye de devam ediyorum elhamdülillâh. Bunun için Rabbime ne kadar hamd û sena etsem azdır. Çünkü her insanın vazifesi olduğu gibi benim de en büyük vazifem taallümle tekemmül etmek ve duâ ile ubudiyettir. Yani “Kimin merhametiyle böyle hâkimane idâre olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikâne terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idâre ediliyorum?” 2 bilmektir.

   Evet, “Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur.”3 diyor ahir zaman müceddidi Bediüzzaman Hazretleri. Gerçekten de öyle değil mi? Ömür sermayemiz o kadar az ki daha dün gibi bu dünyaya gözünü açmış gibi hissediyorum. Böyle hisseden sadece ben değilimdir herhâlde. Ey ömrünü lüzumsuz şeylere harcayan nefsim! Çok geç olmadan, ölüm seni bulmadan evvel aklını başına topla. Ömür sermayeni ve hayatını, hayvan gibi belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu fâni hayata ve maddi lezzete sarf etme! Yoksa sermayece en a’la hayvandan elli derece yüksek olduğun hâlde, en ednasından elli derece aşağı düşersin. A’la-yı illiyyin nerede, esfel-i sâfilin nerede! Peki, sana ne oluyor da esfel-i sâfiline giden yolu tercih etmek istersin, ey nefs-i nâdân!

   Ey gafil nefsim! Senin hayatının gayesi günahlara ve haramlara giriftar olmak değildir. Hayat gayen, senin vücûduna konulan duygular terazisiyle Rabbimin ni’metlerine şükredip lisân-ı hâl ve lisân-ı kalinle dergâh-ı Rububiyyetinde ubdudiyyetini ilân etmektir. Evet, biz öyle bir bîçare mahlûkuz ki sermayemiz yalnız bir saç gibi cüz’î bir cüz’-i ihtiyarî ve iktidardan zaîf bir kesb ve hayattan çabuk söner bir şu’le ve ömürden çabuk geçer bir müddetçik ve mevcudiyyetten çabuk çürür bir cisimiz. Bu hâlimizle beraber kâinatın tabakatında serilmiş hadsiz envâın hesapsız efrâdından nâzik zayıf bir fert olarak bulunuyoruz. İşte biz böyle çabuk çürür bir cisim ve nâzik zayıf bir fertken bizi halife-i arz yapan ve bizleri ayetlerinde eşref-i mahlûkat diye öven Allah’a neden yönelmiyorsun! Gel Allah’a yönelip, geçmiş ömrümüzde işlediğimiz günahları itiraf edelim, o günahlara tevbe edelim. Allah’ın dergâhına iltica edip rahmetine sığınalım. O Allah ki Tevvab’dır, tövbeleri kabul eder. Afûvv’dur, biz günah işleyen kullarını affeder. Kuddüs’dür, maddi ve ma’nevî kirlerden arındırır bizleri. Böyle bir Allah’ımız varken tövbe istiğfar etmemek, af dilememek biz mü’minlere yakışmaz. Bizler daima ümitvâr olmalıyız. Çünkü Allah’tan ümidini kesen ancak kâfirlerdir. Hem nasıl olsa günaha batmış hâldeyim deyip şeytanın oyununa da gelmemeliyiz. Unutmayalım ki Rabbim kime tevbe etmeyi nasip ederse ona affedilmeyi de nasip eder.

   Ey nefsim! Gel, bundan sonra ömür sermayemizin kıymetini bilelim. Şu an kabirde bizim yerimizde olmak isteyen, bizim sadece bir dakikamızı isteyen milyarlarca insan var. Madem gün gelecek biz de ölümü tadıp mezaristana göçeceğiz. İleride biz de kabirdekiler gibi pişman olmak istemiyorsak, onlar gibi “Keşke şu dünyadakiler bir dakikalarını bize verseler de tevbe istiğfar edip tekrar kabre girsek.” demek istemiyorsak, gel Rabbimizden affımızı dileyip tevbe istiğfar edelim.

 

Dipnotlar:

  1. Zilzâl Suresi, 7. ve 8. âyetler
  2. Sözler, Said Nursî, Shf:503, Yeni Asya Neşriyat, Mart 2013
  3. Şuâlar, Said Nursî, Shf:326, Yeni Asya Neşriyat, Temmuz 2013

Said YUKSEKDAĞ

www.NurNet.org

said_yuksekdag@hotmail.com

Twitter: @SaidYuksekdag

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: