On Beşinci Mektup’tan Mühim Yazı

“Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:

Birisi:

Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i Nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beyt’ten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

İkinci cereyan ise:

Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhir zamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, uluhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zabitan ve efrat onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşi bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir hâkimiyet verir. Öyle de: Allah’ı inkâr eden o cereyan efratları, birer küçük Nemrut hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisatı nev’inden müdhiş hârikalara mazhar olan Deccal ise daha ileri gidip, cebbarane surî hükûmetini bir nevi rububiyet tasavvur edip uluhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlub olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın uluhiyet dava etmesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.” (Mektubat  s.57)

Âlem-i İslam’da risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkar ve şeriat ı Ahmediyeyi (asm) tahrip etmeye çalışan cereyanın hangi güruh olduğunu artık sağır sultan dahi bilmektedir.

İkinci dehşetli cereyan ise komünizim olarak ortaya çıkmış, inkar-ı ulûhiyeti esas almış, Rusya’yı, Çin’i ve yarı Avrupa’yı perişan etmiş, bütün semavi dinlerle mücadele etmiş, nihayet yıkılmaya yüz tutmuş. Çünkü: “Hayat-ı içtimaiye-i beşeriye de bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrib hesabına geçer.” (Lemalar s.170) Yaptığı tahribatla beraber inşâallah yıkılıp def olup gidiyor.

Asıl meselemize gelelim. İslam dünyası içerisinde münafıklık üzerine bina edilen süfyaniyetin Risale-i Nur’un manevi elmas kılıncı ile dağılmaya yüz tuttuğu bir zaman ve zeminde, o elmas kılıncın kuvvetini kırmak veya paslandırıp çirkinleştirmek için “sadeleştirme” adı altında tahrifata başlayan –zahiren dindar, hakikatta ise mason komitesine olan dinsizler (içinde çoklukla nifak ve münafıkları barındıran, laikliği esas alanlar; Rusyadaki kominizim cereyanına eşdeğer) bir cereyana alet olan ve olmakta devam eden bir taife, son taktiklerini uygulamaya başladılar fakat çok şükür def oldular. Manen perişan ve rezil oldular, rahat durmayıp din düşmanlarının yanında yer almışlardı.

Bu taifenin ahvalini kendilerinin de (yani içlerindeki iyi niyetli kimselerin) ve kamu oyunun da anlaması için Birinci Şua’dan birkaç paragrafı buraya derc etmek istiyoruz:

“Üçüncü Âyet:

الَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا اُولٰٓئِكَ ف۪ى ضَلاَلٍبَع۪يدٍ

Bu dahi, üç cümlesiyle bazı münasebat-ı maneviye ve muvafakat-ı mefhumiye cihetinde ve hem Risale-i Nur’un mesleğine, hem mülhidlerin mesleğine îmaen bakar. Ve birinci cümlesiyle der ki: “O bedbahtlar, bazı ehl-i imanın (imanları beraber olduğu halde) ve bir kısım ehl-i ilmin (âhireti tam bildikleri halde) onlara iltihak delaletiyle, bilerek ve severek hayat-ı dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi; sefahet-i hayatı, dinî hissiyata muannidane tercih edip dinsizlik ile iftihar ederler.” Bu cümlenin bu asra bir hususiyeti var. Çünkü hiçbir asır böyle bir tarzı göstermemiş. Sair asırlarda o ehl-i dalalet âhireti bilmiyor ve inkâr ediyor. Elması elmas bilmiyor, dünyayı tercih ediyor.

Ve ikinci cümlesi olan

وَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ

ile der ki: “O bedbahtların dalaleti, muhabbet-i hayattan ve temerrüdden neş’et ettiği için kendi halleri ile durmuyorlar, tecavüz ediyorlar. Bildikleri ve onun ile ecdadları bağlı olan dine adavetkârane, menbalarını kurutmak ve esasatını bozmak ve kapılarını ve yollarını kapatmak istiyorlar.”

Ve üçüncü cümlesi olan

وَ يَبْغُونَهَا عِوَجًا

ile der ki: “Onların dalaleti fenden, felsefeden geldiği için acib bir gurur ve garib bir firavunluk ve dehşetli bir enaniyet onlara verip nefislerini öyle şımartmış ki, kâinatı idare eden İlahî kanunların şualarını ve insan âleminde o hakaikin düsturlarını süflî hevesatlarına ve müştehiyatlarına müsaid görmediklerinden (hâşâ! hâşâ!) eğri, yanlış, noksan bulmak istiyorlar.” (Şualar s.725) 

Mesela imanın altı erkanı var, birini çekip çıkaramazsın. “Lailaheillallah dese Muhammedu’r-Resulullah demese de başımda yeri var.” diyemezsin. Cenab-ı Hak bizi istikametten ayırmasın.

Ümidimiz ve duamız, (zararın neresinden dönülse kârdır) kardeşlerimizin hakka hakikata müteveccih olup, istiğfar edip, Kur’an’a ve hakikatlerine sarılıp, iman ve ilim hizmetine istikamet dairesinde devam etmeleridir. Bu milletin maddi ve manevi birikimini zayi etmemeleridir. Kendilerine yapılan ikazlara kulak vermeleridir. Dahili ve harici cereyan ve kuvvetlerin yerine inayet ve tevfik-i İlahîye istinaden hizmetlere devam etmeleridir. İçten gelen ve Batıdan gelen oyunlara gelmemelerinde Allah muvaffak eylesin.

Cenab-ı Hak müminleri ve ehl-i imanı, insi ve cinni, görünen ve görünmeyen şerlerden muhafaza eylesin, âmin!

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: