Cehennemin Şiddeti

Sual: “Cezâ Allah’ın merhametine sığar mı? Cehennemde cezânın şiddeti ne olacak?”

1- Cehennem zulüm ülkesi değil, Allah’ın Adl, Âdil, Kahhâr, Gâlib, Celîl, Hâkim, Azîz ve daha pek çok isimlerinin bir gereği olarak, suçların gerçek adâlet içinde cezâlarının verildiği bir azap ülkesidir.

Mutlak yokluğa karşı hayır olarak yaratılmıştır. Bekâ âlemine ait pek çok vazifeleri var. Zebânî gibi pek çok hayat sahibi varlıkların celâl içinde meskenleridir.

2- Cehennemden, yani Allah’ın azabından korkanlar için Cenâb-ı Allah’ın Rahman, Rahîm, Ğafûr, Tevvab, Afüv isimlerinin gereği affı, bağışlaması, merhameti ve tövbeleri kabûlü söz konusudur. Bu isim ve sıfatlar, Allah’tan her korkan kulu ateşten himâye eden bir şemsiye hükmünde-–inşâallah—imdadımızda bulunmaktadır.

3- Fakat Allah’ın güzel sıfatlarıyla güzel yarattığı o insan cinsinin, şeytana uyduğunda Cehenneme rahmet okutacak ne çirkin bir inkârın ve şirkin içine girdiği, ne vahşî zulümlere, haksızlıklara, acılara, ölümlere sebep olduğu, dünyayı masumlara dar ettiği, Allah’ın, Allah’ın mahlukâtının ve Allah’ın kullarının hakkını ve hukukunu defalarca çiğnediği, pişman da olmadığı, tövbe de etmediği, bununla berâber dünyada hesabının da sorulmadığı çok vâki değil midir? Üstad Saîd Nursî’nin ifâdesiyle tıpkı bin mâsumun hukukunu çiğneyen bir zâlimi cezâlandırmak ve yüz mazlûm hayvanı parçalayan bir canavarı öldürmek, adâlet içinde mazlumlara bin rahmet olduğu ve o zalimi affetmek ve canavarı serbest bırakmak, bir tek yolsuz merhamete mukabil, yüzer bîçârelere yüzer merhametsizlik olduğu gibi! 1 Mazlûm affetmezse zâlimi Allah affeder mi?

4- Cehennem azabının şiddeti kişilere ve suçlara göre elbette değişiklik arz eder. Bize düşen inkâr etmek değil, Cenâb-ı Allah’ın Cehennem’de hak edene, hak ettiği kadar ve adâlet içinde cezâ vereceğine inanmak, fakat tövbe edenleri ateşten koruyacağını umarak Cehennem azabından hem kendimiz için, hem bütün mü’minler için sürekli olarak Allah’a sığınmaktır.

***

Sual: “Cehennem dünya ile alâkalı bir yerde midir, yoksa nerededir?”

Cehennemin yeri gaybî bir konudur. Bize bildirilmemiştir. Allah’ın mülkü pek çok geniştir. Hikmeti ve irâdesi nereyi dilerse, Cehennemi oraya yerleştirir. Biz Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat, Cehennemin şu an varlığına inanıyoruz. Fakat yeri konusunda bir şey söyleyemiyoruz. 2 Âhiret âlemine ait menziller ve yerler bu dünya gözümüzle görünmezler. Ancak bazı rivâyetlerin işâretleriyle belirli ölçülerde bakılabilirler. Meselâ Peygamber Efendimiz’in (asm): “Cehennem yedinci yerin altındadır” veya “Cennet semâda, Cehennem ise yerin içindedir.” 3 ya da “Dünya sıcaklığının şiddeti Cehennemin nefesindendir” buyurduğu rivâyetleri vardır. 4

Üstad Saîd Nursî, Cehennemin yerin altında olduğunu haber veren hadisleri şöyle tefsîr etmiştir:

Cehennem dünya ile çok yakından alâkadardır. Meselâ yazın şiddetli sıcaklığına, Cehennemin harâretindendir denmiştir. Bir diğer husus, Cehennem dünya sakinlerinden olan insanlar ve cinlerle dolacaktır. Fakat, ışığı çekildikçe, yani dünyanın gölgesi üzerine düştükçe ayın görünmediği gibi, Cehennem de perdeli ve nursuz ateş olduğu için bize dünya gözümüzle görünmez ve hissedilmez.

Cehennem ikidir: Biri Küçük, diğeri Büyük Cehennemdir. Küçük Cehennem, şimdilik Büyük Cehennemin çekirdeği hükmündedir ve Büyük Cehenneme ait bazı vazifeleri Allah’ın emriyle dünyada ve berzah âleminde görmektedir. Bulunduğu yer bakımından dünya ile alâkadar olduğu haber verilen Cehennem, Küçük Cehennemdir. Küçük Cehennem yerin altında, yani merkezindedir. Nitekim jeoloji ilmince de bilinir ki, yerin merkezine doğru her otuz üç metre kazıldıkça sıcaklık bir derece artmaktadır. Yerkürenin yarıçapı altı bin küsûr kilometre olduğu düşünülürse, yerin merkezinde en az iki yüz bin derecelik bir ateş bulunduğu sabit olur.

İleride kıyâmetten sonra yerküre nasıl ki üzerinde yaşayan cinleri ve insanları Allah’ın emriyle etrafında dönerek sınırını çizdiği mahşer meydanına dökecek ise, karnında taşıdığı Küçük Cehennemi de büyük Cehenneme Allah’ın emriyle teslim edecektir. Küçük Cehennem, Büyük Cehennemden bir menzil olacaktır. 5

DUÂ

Ey Gafur-u Rahîm! Günahlarımı bağışla! Kusurlarımı ört! Ayıplarımı setreyle! Nefs-i emmâremi mağlûp et! Azabından mahfuz kıl! Cehenneminden muhafaza eyle! Nârınla yakmadan, Nurunla terbiye eyle! Âmin!

Süleyman Kösmene

saidnursi.de

Dipnotlar:

1- Asâ-yı Mûsâ, s. 43

2- İşârâtü’l-İ’câz, s. 180

3- Söz konusu rivâyetler için bakınız: Müstedrekü’l-Hâkim, 4/568, 569, 594; El-Faslu ve’l-Milel, İbn-i Hazem, 2/130; Ed-Dürrü’l-Mensur, 4/57; Keşfü’l-Hafâ, 1/281; Ed-Dürerü’l-Müntesire, Suyutî ve Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inden nakil; Müsnedü’l-Firdevs, 2/114; Kenzü’l-Ummâl, H. No: 39773; El-Bidâye Ve’n-Nihâye, İbn-i Kesîr, 2/172; Râmuzu’l-Ehâdîs, 272; Ez-Zühd, İbnü’l-Mübârek, 2/118, H. No: 398; Beyhakî, Şuâbu’l-Îmân, 2/244

4- Hadis kaynakları için bakınız: Buhârî, 1/142; Müslim, 1/430; İbn-i Hibban, 3/28, 29, 30; Şerhü’s-Sünne, 2/208; Râmuzu’l-Ehâdîs, 6, 9

5- Mektûbât, s. 14, 15.

Kadında Şefkat Çiçeği

Sual: “Kadının şefkati üzerinde durur musunuz? Ne zaman faydasız olur? Bedîüzzaman’ın bu konudaki yaklaşımı nasıldır?”

Her şeyden önce şefkat ve rahmet Allah’a mahsustur ve Allah’ın sıfatlarıdırlar. Hiç şüphesiz yeryüzünü bir sevgi yumağına çeviren şey, Allah’a ait olan bu güzel sıfatlardan başkası değildir.

Kadında şefkat fıtrîdir, yani yaratılıştandır ve kadın için sevap makinesi hükmündedir. Bedîüzzaman’ın ifâdesiyle kadınlar şefkat kahramanıdırlar.1 Öyle ki, kadın fıtrî şefkatiyle çocuklarını güzelce terbiye eder, besler, büyütür, eğitir; böylece evinin, çocuklarının, annesinin, babasının ve kocasının iyilik meleği olur ve büyük sevap kazanır.

Fakat kadın şefkatini îmân ve salih amel ile beslemelidir. Aksi takdirde sînesindeki şefkat kendisine yük olur, sevap değil, azap getirir.

Bedîüzzaman’a göre bir annenin evlâdını tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu fedâ etmesi ve hakîkî bir ihlâs ve fıtrî bir vazife ile kendini evlâdına adaması gösteriyor ki, kadında gâyet yüksek bir kahramanlık vardır. Bu kahramanlıkla kadın, hem dünya hayatını, hem ebedî hayatını kurtarabilir.

Fakat bazı kötü anlayışlarla o kuvvetli ve kıymetli seciye gelişmiyor. Ya da sû-i istimale uğruyor. Şöyle ki: O şefkatli anne, çocuğunun dünya hayatı tehlikeye girmesin, dünyada yükselsin, faydalı bir insan olsun, makamı, mertebesi, şânı, şerefi iyi olsun diye evlâdı için her fedâkârlığı nazara alır, her zorluğa katlanır. “Oğlum paşa olsun!” diye bütün malını verir, oğlunu Avrupa’ya gönderir. Çocuğunun dînî terbiyesini ise ihmal eder. Düşünmez ki, o çocuğun ebedî hayatı tehlîkeye giriyor. Annelik şefkatiyle dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor, fakat Cehennem hapsini düşünmüyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu, âhirette şefaatçi olacak bir konuma getirmek için çalışması gerekirken, kendisinden dâvâcı olacak şekilde dinden ve ibâdetten uzak yetiştiriyor.

Oysa ebedî hayata hazırlık yapmayan çocuk, yarın mahşerde: “Niçin benim îmânımı takviye etmedin, neden beni helâk ettin?” diye annesinden şikâyet edecektir. Oysa annenin kalbinde bulunan fıtrî şefkat, böyle kendisinden şikâyetçi olunmayı hak etmemelidir. Öyleyse anneler ve kadınlar, fıtrî şefkatlerini âhiret yurduna hazırlık mânâsı taşıyabilecek şekilde kullanmalıdırlar.

Üstad Saîd Nursî’ye göre, anneler, şefkatlerini böyle âhirette işe yarayacak şekilde kullanmazlarsa, cezâsını dünyada da çekiyorlar. Çünkü İslâm terbiyesini tam almayan çocuk, annesinin hârika şefkatinin hakkını lâyıkıyla bilmiyor, takdir etmiyor, bu hârika şefkate lâyıkıyla karşılık vermiyor, annesine karşı çok kusur ediyor, annesini çok incitiyor, çok kırıyor. Oysa eğer, hakîkî şefkatini sû-i istimal etmeden, bîçâre evlâdını ebedî hapis olan Cehennemden ve ebedî îdam olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya çalışsa idi, o evlâdın bütün iyiliklerinin ve ibadetlerinin sevabının bir misli, annesinin amel defterine geçecekti. Nitekim şefkatini âhireti için kullanan ve evlâdını âhiret yurduna hazırlayan bir anne ölse bile, amel defteri kapanmayacak, evlâdının iyilikleri ile rûhuna nurlar yağmaya devam edecektir. Mahşerde de değil dâvâcı olmak, bütün rûh-u cânı ile annesine şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübârek bir evlât olacaktır.

Süleyman Kösmene

saidnursi.de

Dipnot:

1- Bedîüzzaman Saîd Nursî, Lem’alar, Germany, 1994, Y.A.N., s. 201

Avrupa Hakkında Bazı Sosyolojik Tespitler

Bediüzzaman’ın, Avrupa’nın Hıristiyanlık’tan tasaffî ederek İslâma yaklaşmasıyla ilgili öngörüsünün delillerini sunmaya devam ediyoruz: Bugün Avrupa, Müslümanlar da dahil herkese sosyal devlet yüzünü gösteriyor. İşsizlere geçinecek kadar maaş veriyor. Her türlü haklardan yararlandırıyor.

İslâm devletinin özelliklerinden birisi adalettir. Bugün, Türkiye bile, adalet konusunda AB, yani AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine) müracaat ediyor.

Bütün bu gelişmeler, AB’nin “hak ve hürriyetler projesi” olduğunu göstermiyor mu?

Batı “Lâ ilâhe illallah” demeye başlamıştı, artık “Muhammedü’r-resûlullah” demeye de başladı. Bediüzzaman, bir eserinde, “Âhirzamanda Hz. İsa’nın (as) din-i hakikisi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek” 1 der.

1984 yılında Avrupa’nın 114 kilisesi toplanıyor ve Hz. Muhammed’in (asm) peygamberlik kriterlerine uyup uymadığı tartışılıyor; bunun için öne sürdükleri altı kriterin aynen Hz. Muhammed’de de (asm) bulunduğu görülüyor. Sonunda 114 kilise, müştereken Hz. Muhammed’in (asm) “peygamber” olduğunu açıklıyor.

David A. Barrett tarafından 2001 yılında yayınlanan “Dünya Hıristiyan Ansiklopedisi”nde (World Christian Encyclopedia) 2025 yılında Müslümanların toplam sayısının 1.784.875.653’e (yani dünya nüfusunun yüzde 22.8’ine) yükseleceği tahmin ediliyor. 2050 yılında ise bu rakam 2 milyarın üstüne çıkarak 2.229.281.610’a (yani dünya nüfusunun yüzde 25’ine) yükseliyor. Kimbilir belki de Kur’ânî ifadeyle söyleyecek olursak insanlık İslâmiyet’e “fevc fevc” akın edecektir. 2

Yine Bediüzzaman’ın tesbitiyle; “Hıristiyanlık ya intifâ veya ıstıfâ edecek”, yani sönüp gidecek, İslâmiyete teslim-i silâh edecektir.

Kiliselere pek itibar eden yok. Ateistler veya agnostikler (din ile ilgilenmezciler) çoğunlukta. Artık kiliseler, “gönüllü kültür kuruluşu” olarak çalışıyor. Hasta, göçmen, bakıma muhtaçların yararına işler yapıyor.

Müslümanlar, dinsizlik ve ahlâksızlık karşısında, Hıristiyanların hakikî dindar rûhânî ve misyonerleriyle ittifak edecek.

İşte bu hakikat de apaçık görülüyor. Avrupalılar, uyuşturucu gibi madde bağımlılığına karşı birlikte çalışıyor ve tedbirler üretiyorlar. Müslümanları kiliselere dâvet edip konuşmalar yaptırıyorlar. Risâle-i Nur, bazı okullara ve kiliselere girdi. Zaten pek çok kilise, eğlence ve iş yeri olmaktansa, “Hiç olmazsa mabed olarak kalsın, ibadethane olsun!” diye Müslümanlara veriliyor. Öte yandan ibadet edenlere inanılmaz saygı gösteriliyor. Zira, bu değerler tamamen bittiğinden, inanılmaz çarpıcı geliyor onlara.

Ali Ferşadoğlu

Dipnotlar:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 111.

2- Umut Yavuz, Yeni Asya, 21.2.2009.

saidnursi.de

Güneydoğu’da Nurlu Hizmetler

Üç günlük muhteşem bir Şam gezisinden sonra güzel Anadolu’nun Güneydoğu bölgesinde Nur sevdalılarının arasında sıcak ve samimî yüzlerin, içten ve hasbî insanların arasındayım.

Sebeb-i ziyaretimiz ise peygamberler diyarı Şanlıurfa’daki dostların dâvetidir.

Ekim ve Kasım 2010 aylarında, değerli ilim ve dâvâ adamı muhterem Prof. Dr. Süleyman Kurter Ağabeyle yaptığımız ve yirmi ili kapsayan “Yurt dışı ve özellikle de Amerika’daki Risâle-i Nur Hizmetleri” seri konferanslarında, o zaman Şanlıurfalı dostlarımızın dâvetlerine icabet edememiştik. Daha sonraki bir zaman diliminde müsait olmamız hâlinde bunu telâfi edebileceğimize söz vermiştik. Sağ olsunlar onlar dâvetlerini yaptılar. Biz de bu dâveti, buradaki vefalı Nur hadimlerinin bu nezâketine cevap vermek üzere bir ay önceden sözleşerek kabul etmiştik. Tarihini de birlikte 25 Mart olarak tesbit etmiştik.

Şam seyahati dönüşü, dört gün için Antalya’ya tekrar gidip gelmektense birkaç yıldır gelemediğimiz bu bölgeyi fırsattan istifade bir gezip görelim dedik. Şam kafilesinde ve bu kudsî, manevî cihadda beraber olduğumuz vefakâr, cefakâr dostlarımızla birlikte kısa zamanda bir program yaptık.

İlk durak yerimiz Gaziantep’ti. Pazartesi günü bu güzel ilimizde ders olmadığını öğrenince hemen Adıyaman’daki dostlarla irtibat kurarak rotamızı o ilimize çevirdik. Şam gezisinde aynı kafilede olduğumuz muhterem insan, İzmir 19. Dönem Milletvekili Mehmet Özkan ve eşi ve yine Yeni Asya yazarlarından Osman Zengin Beyle birlikte dört kişi olarak Adıyaman’a yola çıktık. İki buçuk saatlik yolda, minibüs içerisinde yolcularla yaptığımız sohbet ve diyaloğu değerli dostum muhterem Osman Zengin’e bırakıyorum. İnşâallah o güzel anıları sizinle paylaşır. Hakikaten unutulmaz bir yolculuk oldu.

Adıyaman’daki ağabey ve özellikle genç kardeşlerimizin samimiyetlerini, gayretlerini, azim, aşk ve şevklerini tebrik ediyoruz. Hususan altı sene önce inşaat halindeyken gördüğüm ve şu anda Kur’ân dâvâsına ve bu toprakların insanına hizmet eden harika hizmet merkezilerini tebrik ediyorum. Allah emeği geçen, katkıda bulunan herkesten razı olsun. Birkaç yıl öncesine kadar hasretini çektiğimiz bu tür hizmet mekânlarını “şahs-ı manevînin” meşveretleri, duâları, himmet ve gayretleriyle birçok ilimizde Allah bize nasip etti. Gün geçtikçe de bu tür merkezlerin sayısı ve kalitesi artarak devam ediyor. Biz samimiyet ve istikametten sapmadığımız müddetçe de Cenâb-ı Hakk’ın ihsan etmeye devam edeceğine inanıyoruz.

Türkiye’nin manevî çehre ve yapısının yanında büyük ölçüde fizikî çehresinin de değiştiğinin güzel bir örneği Adıyaman ili olduğunu söylesem haksızlık etmemiş olurum sanırım. Yıllarını bu hizmete vermiş değerli eğitimci Hüseyin Özbey Ağabeyimizin oradaki cemaat adına bizi karşılamasından sonra, yine aşk, heyecan ve gayreti ile yıllardan beri tanıdığımız, dâvâsı uğruna fahrî temsilcilik yapan Nureddin Gürsoy Ağabeyin rehberliğinde yaptığımız mini şehir turunda, camiler başta olmak üzere çarşı ve bedestenleriyle asırlar öncesinin mânevî yapısını bu zamanın modernliğiyle bağdaştıran bir il olarak karşımıza çıktı Adıyaman.

O çok güzel ve mânâsı, havası hoş olan hizmet merkezimizin önemli bir bölümünü de bacılarımızın kullandığını belirtelim. Ders günü olmamasına rağmen o akşam dershanemize gelip bizimle beraber olan dostlarla yılların hasretini giderdik. Başlarında Yeni Asya Vakıf temsilcisi fedakâr kardeşimiz Bilâl olmak üzere cıvıl cıvıl gençlerin parıldayan gözleri, aktif halleri Risâle-i Nur’un Anadolu’da kökleştiğinin ve mânevî hâkimiyetinin en güzel delilleriydi!

Buradan güzel hatıralarla Şanlıurfa üzerinden Viranşehir’e geçtik. Çoktan beri gitmeyi arzu ettiğim mübarek mekânların bulunduğu bu güzel ilçemizdeki fevkalâde hizmetler beni cidden çok duygulandırdı. Bilhassa genç ve dinamik eğitimci kardeşlerimin enerji dolu hâlleri, Güneydoğu insanına yakışır terbiye ve nezaketleri, dâvâlarına ve birbirlerine karşı saygı dolu vakarlı tavırları Risâle-i Nurların bu topraklara ne kadar değerli kabiliyetleri yetiştirip hediye ettiğinin en güzel örneklerini teşkil ediyordu.

Sabır kahramanı Hz. Eyyub (as) ile, Hz. İlyas (as) Peygamberlerin kabirlerinin burada olduğunu daha önce duymuştum. Onları ziyaret edip Fatihalar okuduk. Bu türbelerin etrafı çok mükemmel düzenlenmiş ve ağaçlandırılmış. İmanlı idarecilerin bu ülkeye ne kadar hizmet edebileceğinin en güzel örneğini bir defa daha görmüş olduk. Çünkü bu güzel mekânlar, şu anda Tekirdağ milletvekili ve TBMM İçişleri Komisyon Başkanı olan, yakın dostumuz Ziyaeddin Akbulut Beyefendi tarafından Şanlıurfa Valiliği esnasında yaptırılmıştı. Hem Şanlıurfa’nın simgesi olan Balıklı Göl projesine hem de Viranşehir’deki Eyyûb Nebi Projesi çevre düzenlemesine büyük önem vererek buraları imar etmiş, ülke hizmetine kazandırmış olan Ziyaeddin Akbulut beyefendi olmak üzere bu projelerde katkısı bulunan herkesi tebrik ediyor, böyle güzel hizmetlerin devamını diliyoruz. Tertemiz yeşillenmiş bu kudsî mekânlar inanç kültürümüzün yüz akıdırlar.

Yalnız Viranşehirlilerin, bağlı bulundukları Şanlıurfa iline bir serzenişleri var. “Hz. Eyyûb’un (as) makamı Şanlıurfa’da, kabri ise burada, bizim ilçemizdedir. Urfalılar Hz. Eyyûb’un (as) makamına daha çok sahip çıkıyorlar. Hâlbuki asıl mezarına sahip çıkılmalıdır. Gölgede kalmamalıdır. Bunu halkın bilmesi lâzım” diyorlar. Biz de yetkililere ve ilgililere duyuruyoruz.

Viranşehir’de dikkat çeken bir başka hizmet tatbikatı ise “Bediüzzaman Haftası” münasebetiyle yapılan hazırlık faaliyetiydi. Hummâlı bir gayret ve çalışmaya şahit olduk. Megalight (Megalayt) denilen büyük ışıklı reklâm levhaları başta olmak üzere hemen hemen önemli her mağazanın vitrini “Bediüzzaman Haftası Posterleri” ile donatılmıştı. 23 Mart günü yüzlerce Yeni Asya’nın, başta eğitimci kardeşlerimiz olmak üzere buradaki bütün cemaat tarafından halka tanıtım amaçlı dağıtıldığına bizzat şahit olduk.

Viranşehir’deki akşam sohbetin ve muhabbetinde ise Risâle-i Nurların derin, ince, müdakkik iman meseleleri kaynağından okunarak gülden bir demet olarak paylaşıldı.

Ertesi günü güzergâhımız Mardin’di. Burada bizi hiç yalnız bırakmayan çok değerli idareci ve eğitimci üç arkadaşımızla birlikte öğle namazından sonra Mardin’e doğru yola çıktık ve bir saat içinde Mardin’e vâsıl olduk. Yılların hizmetkârı, Yönetim Kurulu Eski Üyemiz, çok değerli ağabeyimiz Derviş Nurdağ’ın güzel, hoş ve nezih evinde ağırlandık. İkramdan sonra mânevî sofranın ince meselelerini kaynağından birlikte müzakere ettik. Daha sonra Mardin temsilcimiz, değerli dostum Selim Parlakoğlu ve üniversiteden bir diğer değerli arkadaşımızla dünyada örneği az bulunan Mardin ilinin çok farklı ve orijinal tarihî yerlerini ziyaret ettik. Burada Peygamberimizin (asm) postacısı Hz. Abdullah Bin Enes El Cüheyni (ra) ve düğmecisi Hz. Zırrar’ın (ra) mezarlarının olduğunu öğrendik. Birini ziyaret edip, diğerinin uzaktan ruhuna Fatiha okuduk.

Akşam da yine Derviş Ağabeyin evinde muhabbet edip, hizmete nasıl katkıda bulunup nasıl istikamet, sabır, ihlâs ve sadakatle dâvâmıza hizmet edebileceğimizin derdiyle dertlendik. Onları da mâşâallah 23 Mart münasebetiyle; mümkün olan her şahsa gazetemizi ulaştırmanın gayret ve faaliyeti içerisinde gördük. Gayretlerini ve hizmetlerini tebrik ediyoruz.

Daha fazla dikkat, daha fazla irtibat, daha fazla ihlâs, daha fazla gayret etmemizin, meşveretimize ve dâvâmıza gönülden sahip çıkıp yanlışlara düşmeden, incinmeden, incitmeden hata ve kusurların düzeltilmesi yoluna gidilmesinin gerekliliğini paylaşıp tezekkür ettik.

Çeşitli sebeplerle bu bölgeye gelmeyi epey zamandan beri istediğim halde nasip olmamıştı. Şam gezisi ve Şanlıurfa dâveti buna vesile oldu. Sebep olanlardan Allah razı olsun. Çok büyük keyif aldım. Çok memnun oldum. Dâvâm, cemaatim, Üstadım ve Risâle-i Nur’la bir defa daha iftihar ettim.

Yeni mekânlar ve hizmetlerde buluşmak dilek ve temennisiyle….

Nejat Eren

www.SaidNursi.de

 

İnsanlar İçin Dünyasını Feda Eden Kimdir?

İnsanlar için dünyasını feda edip, gerek olursa Müslümanların Cennet’e gitmeleri için cehennemi kabul ederim diyen bu adam kimdir?

Kuran’dan ve Hazreti Muhammed a.s.m’den aldığı dersle: Kendisi dünya mutluluğu ve yaşantısı namına güzel bir gün bile yaşamadığı halde, insanların ve Müslümanların mutluluğunu bütün kalbiyle istemiştir. Müslümanların mutlu olması, yani sağlam bir şekilde iman edip, imanın gereği olan ibadetlerinin yapmaları için dünyasını onlara feda etmiştir.

Bütün hayatı boyunca özellikle bu vatan topraklarında, genelde ise dünya üzerinde yaşayan bütün insanların ahiretini kurtarmak için bütün hayatını ve dünyasını feda etmiştir. Bu uğurda dünyevi olan her türlü güzellikten vazgeçmiştir.

Dünyaya ait kendisine gelen hiçbir teklifi kabul etmemiş, evlenmemiş, baba olmamış ve bir mülk edinmemiştir. Bütün mal varlığı bir elinde taşıyacak kadar mütevazi olmuştur.

İnsanların imanlarını kurtarmaları ve cennete gitmeleri için dünyasını seve seve feda ettiği gibi “lüzumu olsa ahiretimi de feda etmeyi mutluluk sayarım” demiştir. Yine “lüzumu olsa Müslümanların Cennet’e gitmeleri için Cehennem’i kabul ederim” demiştir.

Bu denli büyük bir fedakârlığı yapmış ve eserleriyle halen yapmaktadır. Peki, bu fedakârlığı yapmayı kimden öğrenmiştir? Bu fedakârlığın başta Kuran-ı Kerim ve Hazreti Muhammed Mustafa a.s.m’dan öğrenmiş ve yapmıştır.
Evet, böyle yüksek ruhlu bir adam bir asır önce yaşadı ve eserleriyle halen içimizde yaşamaktadır. Biliyorum merak ettiniz ve soruyorsunuz. Bu adam kim? Bu adam: Bediüzzaman Said Nursi’dir.

Yüce rabbim, Kuran’ı, Hazreti Muhammed a.s.m’i ve bu asırda yüksek ruhlu insanları anlamayı ve onlar gibi yaşamayı nasip etsin inşallah. Âmin…

Yüce rabbim bu asrın güzel bir nimeti olan Risale-i Nurları Kur’an ve Hadisi Şerif perspektifinde okumayı ve anlamayı ve hayatını ona göre yaşamayı nasip etsin inşallah. Âmin…

Yarabbi bizi Kuran’dan, Hazreti Muhammed Mustafa a.s.m yolundan ayırma. Amin…

Bahattin Doğan

www.NurNet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version