Aile Hayatının Temel Esasları: İktisad

İktisad:

İktisad eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez. Evet iktisad, kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, hadd ü hesaba gelmez. (19.Lema)

Aile hayatında iktisadın ehemmiyeti aşina olduğumuz bir hakikattir. Lakin bu asrın gayr-ı zaruri ihtiyaçları önceki asırlara göre 25 kat artırması sebebiyle geçimi temin eden para oldukça pahalanmış, bazen o menhus mala mukabil haysiyet, namus rüşvet verilir hale gelmiştir. Bu tehlike İktisad Lem’asında şöyle anlatılmış:

Evet rızk ikidir:

Biri hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile o rızk, taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Beşerin sû’-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı her halde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeğe mecbur olmaz.

İkincisi: Rızk-ı mecazîdir ki, sû’-i istimalât ile hacat-ı gayr-ı zaruriye hacat-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belasıyla tiryaki olup, terkedemiyor. İşte bu rızk, taahhüd-ü Rabbanî altında olmadığı için; bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar manen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesat-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz menhus malı alır. Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm; o gayr-ı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor. Böyle acib bir zamanda, şübheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. (Lem’alar, 142 )

İnsanı en ziyade dünyaya bağlayan cihet kendi sorumluluğu altında olan insanların rızkını temin vazifesidir. Para ve malın manevi değerler pahasına satıldığı bir asırda, rızk-ı hakikiyi helal yoldan kazanmak ve iktisadla sarf etmek insanın dünyaya bağlılığını önemli ölçüde azaltır. Maişette kanaat ve iktisada riayet edilirse berekete mazhar olunur; kanaat ruhun cennetidir.

İktisad meselesi en ziyade ailede müdür-ü dahili olan hanımı alakadar ediyor. Çünkü eşinin malında tasarrufa me’zun olup o malı ailenin faydasına olacak şekilde sarf etme yetkisi hanımdadır. Eğer kanaat yerleşmediyse başkalarında olup kendi erişemediği mecazi rızka gıbta edecek, tatminsizlikten gelen bir hisle eşinden maişet hususunda şikayetçi olacaktır. Bu durum, eşi yıpratır ve rızkın temini için başka gayr-ı meşru yolları aramaya iter; belki ahlakını kaybettirecek haramlara bulaşmak zorunda kalır. Son zamanlardaki aşırı tüketimcilik: varken yenisini talep etmek, çok çeşitli ve lüks giyinmek-yemek alışkanlıkları, eşyayı daha alırken 2 sene sonra değiştiririm psikolojileri, atmayı marifet sanmak, kendini sürekli gelir düzeyi çok yüksek olanlara kıyas etmek, alışveriş merkezlerinin cazibedarlığı, her şeyi hak ettiğini düşünmek=kendinizi şımartın telkinleri,  özellikle hanımları “alışverişle tatmin olan” birer tüketim ferdi haline getirerek maddeye bağımlılığı artırmıştır. İktisad ve kanaatli olmak içtimai hayatta hakir görülürken maalesef anlamsız tüketim çılgınlığına hizmet etmek, modernlik veya gelişmelere ayak uydurma olarak algılanır olmuştur. Oysa nefsimizde yapısı itibarıyla “doyma” diye bir hal olmadığı için ona ne kadar verirsek verelim, daha fazlasını, daha güzelini talep edecektir. Madem ki nefsimiz doymayacak, o zaman problem, nefsimizdeki “doymama” durumu değil; tam tersi onu “doyurma çabamız”dır. Asla olmayacak bir şey için çaba sarfetmek ne kadar mantıklıdır?

Öyleyse ne yapmalı? Hikmet dairesinde makul seviyede ihtiyaçları temin edip eldekinin kafi olduğunu fark etmeli; dünyaya geliş gayemizin maddeye değil manaya hizmet etmek olduğunu bilip iktisadlı hareketin en akıllıca hayat prensibi olduğunu kendimize yerleştirmeli. Böylece maişette yaptığımız iktisadın, sermaye-i ömrümüzü fanide yok etmekten kurtaran asıl iktisad olduğunu anlamalı. “el-kanaatü kenzün la yefna” , kanaat tükenmez bir hazinedir, vesselam.

Nabi

www.NurNet.Org

Dünya Savaşı’nı Gören İhtiyardır!

Balkanlarda yaşadığım bazı hadiseleri NurNet okuyucuları ile paylaşacağım:

Evet, Üstad Bediüzzaman: “Cihan Harbini Gören İhtiyardır” Demesi ile İhtiyar olduğumuzu ispat ediyor. “İhtiyarların tecrübesinden istifade etmek lazım“: Düsturunun yazımıza tevafukunu  eklersek, yaşadıklarımızdan bir şeyler anlatmak lazım.

Yazıma başlamadan: Allah memleketimizi ve âlem-i İslamı böyle durumlara düşmekten muhafaza eylesin. İkinci cihan harbini yaşayan biri olarak Balkanlarda yaşadığım bazı tecrübe ve bilgileri kardeşlerle paylaşmakta fayda görüyorum:

Her ne kadar ikinci dünya savaşı zamanında yaşım biraz küçük idi ise de, yaşlı adam gibi hadiseleri hatırlıyorum.

Alman, Bulgar ve Yugoslavya’nın partizanlarından oluşan üç düşman kuvvet, yaşadığımız kasabacığı bomba ve tüfekler ile biri diğerine saldırarak, savaşlar oluyordu. 24 saatte onlardan biri ötekileri kovalayıp kasabamızı istila ediyorlardı. En son Bulgarlar, Kasaba sakinlerini okul meydanına toplayıp insanlardan bazılarını halkın önünde öldürüyorlardı ve Bulgarca halka: “Hepinizi sabun yapacağız” diyerek halkı korkutuyordu.

Onlardan bir subay Bulgaristan Türklerinden olup imanından gelen merhametle,  bize Türkçe “korkmayın, sizleri şimdi salacayız” diyerek bize gayret veriyordu. Ama onlardan çoğu Bulgar gavuru olduğu için, biz okul meydanında iken  evlerimizdeki eşyaları yağmalamışlar. Eve döndüğümüz zaman sandıklardaki eşyaları bile alıp götürmüşler. Bu sırada dellallarla evlerimizi terk etmeyi emredip evlerimizi yakacaklarını ilan ediyorlardı. Zavallı bizler canlarımızı kurtarmak için elimizde hiçbir eşya alamamak şartı ile uzak köylere gitmeye mecbur olduk. 4-5 ay dışarıda kaldıktan sonra perişan evimize döndük.

Bunu de anlatayım: Bulgarlar bize zulüm yaptılar ama Almanlar yapmadılar. Müslüman olduğumuzu öğrenince: “Müslümanlar iyi insanlardır” manasında (Muhammedan guut) diyorlardı.

Balkanlarda II. Cihan Harbinden Sonraki Hal ve Sosyalizm İdaresi

Savaştan sonra başımıza çok kurnaz Hırvat asıllı Mareşal Tito isminde bir lider geldi. Komunizmden biraz daha yumuşak bir idare olan sosyalizmi kendine idare sistemi olarak benimseyen Tito’nun idaresinde kanun, kâğıtta değil, harfiyen tatbikatta idi. Ülke 7 federalden oluşuyordu: Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Karadağ, ve Makedonyadan oluşuyordu. 12 milletten oluşan Yugoslavya devleti her millete kendi dilinde okul açmaya kadar eşitlikle idare etti. Bu sebepten dolayı, çoğu devlet Tito’yu makbul bir şahsiyet olarak biliyordu. Amma Tito, zavallı halka, özellikle genç nesillere, okul eğitiminde dinsizlik propagandası yaptı.

Kurnaz dedim, evet yaşlılara hiç dokunmadı, camileri kapamadı. Hacılar, hocalar dışarıda sarıkla geziyordu, isteyen ve parası olan hacca gidebiliyordu. Fakat 1948’de dini tedrisati yasat yerleri olan mektepleri kapadı, ta 1959’a kadar öyle devam etti. 1959’de camilerde hocalar, çocuklara kitapsız din dersi verebildi, 4-5 sene öyle devam etti. Ondan sonra: “Camilerde hocalar kitapla ders verebilir” izni devletten geldi. Öte yandan okullardaki öğretmenlere “dikkatli olun camide din dersi almaya giden çocukların notlarını kırınız” dedi ve böylece istikbalin teminati olan gençlerin manevi dünyalarına çok zarar verdi. Şöyleki:

Mareşal Tito, her zaman halka hitab edeceği sırada konuşmalarına “Genç kızlar ve genç erkekler” sözleri ile başlardı. Yani yaşlıları kale almazdı. İdareyi sağlam ele alınca “Kolektif” sistemini uygulamaya başladı, Yani halk, beraber çalışacak, tarlaları beraber ekecek, beraber biçecekler, herkese yetecek kadar buğday verilecek. Fakat bunu uygulayamadı bıraktı.

Sonra 10 hektarın üzerinde arazisi olandan alıp, daha az arazisi olana verdi ve merhametten mahrum olan, âileden kopuk asaletsiz kimseleri alıp muhtar, mahalle azası ve ispiyonluk gibi vazifeyi onlara verdi. Yani böyle şerefsiz kimseleri idare makamına yükseltmekle, şerefli insanların sesini kesti.

Sonra devletine gelir sağlamak için buğdaydan, sığır hayvanların etinden, sütünden, tavuktan, tavuğun yumurtasından vergi aldı. Halk evleri yapmak için ormanda ağaçları olandan vergi aldı. Gerçi dükkanlar çok az  değildi, ama evin ihtiyaçlarını gidermek için, memurlara “Taçka” ismi ile bir çeşit kupon, zavallı köylülere et, yumurta, buğday gibi ürünlerden alabilmeleri için “Bon” adında başka bir çeşit kupon verildi.

Evet bugün gibi hatırlıyorum, küçük bir ineğimiz vardı, 157 litre süt vergi götürmüştüm. Sıkı isen içine azıcık su kat, kendini hapishanede bulursun. Ve daha önce anlattığım, gibi savaştan çıplak çıktık. Çok zaruri ihtiyaç içindeyken, içine saman koyup bir yatak yapmak için, bir beyaz astar için 10 adet tavuk ve 60 adet yumurta vermiştim. Bu bilgiler Allah’ın verdiği bol nimetlere daha çok şükretmemize fayda sağlar tahmin ediyorum.

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.Orgwww.AlbNur.com

Görme Engelliler 2010-2011 Kış Okuması

Görme Engelliler için Türkiye genelinde katılım olan programların üçüncüsü İstanbul Sultanbeyli’nde geçtiğimiz ay yapıldı. Daha önceki programlar Ankara ve Çorum’da yapılmıştı. Bu programa, önceki programlardaki katılımı katlayacak şekilde, 40 âmâ(görme engelli) katıldı.

Programa Ankara’dan 8 âmâ, Gaziantep’ten 14 âmâ katıldı. Birçok değişik ilden de katılanlar vardı. Katılanların büyük bölümünü görme engelli okullarındaki öğretmen ve öğrenciler oluşturdu.

Brill alfabesiyle, yani kabartma yazıyla yazılan Risale-i Nur Külliyatının tamamı, yine kabartma yazıyla yazılan Kur’an ve Cevşen önceden temin edilmişti. Kabartma yazıyla yazılan sadece “Sözlerkitabı toplam 8 cilt ve bu ciltlerin hepsi de boyut bakımından normal kitaplardan çok daha büyük.

Program toplam 8 gün sürdü ve dolu dolu geçti. Okuma saatlerinde, ağabeyler kitaplarını alıp, gören elleriyle hakikatlara muhatap oluyorlardı. Kabartma yazıyı bilmeyen az bir kısım âmâ abimiz ise mp3’den veya başka bir abiden dinleyerek feyizdar olmaya çalışıyordu.

Âmâ ağabeylere Sultanbeyli Cemaati sahip çıktı ve onların program boyunca her istekleriyle yakından ilgilendi. Programa ziyarete gelenler arasında Abdullah Yeğin abi, Bahçeşehir Milli Eğitim Müdür Yardımcısı, Sultanbeyli Belediye Başkan yardımcısı ve İstanbul’da makinesiye Nurları kabartma yazıya aktaran Ahmet Özartan abi vardı. Bu ziyaretler programı renkli kıldı.

Programda gezi bile vardı. Âmâlar İstanbul’u gezseler ne olacak demeyin. Programda bir gün sabahtan akşama kadar dolu dolu gezi yapıldı. Topkapı ve Ayasofya rehber eşliğinde gezildi. Âmâ ağabeyler tarihe dokunmanın ve kutsal emanetlere yakınlığın feyzini hissettiler. Sultanahmet, Süleymaniye ve sonra da Hamidiye Dersanesini ziyaret. Ayrıca Eyüp Sultan ve Hz. Yuşa(A.S.) da ziyaret edildi.

 

Program sonunda bütün âmâ ağabeyler feyizli bir program geçirmenin ve Türkiye genelindeki diğer âmâ ağabeylerle beraber olup muhabbetlerini artırmanın heyecanı içindeydiler. Programda ayrıca Görme Engelli Hizmetinin Türkiye’deki durumu ve böyle programların organizesi hakkında konuşuldu. İnşaallah önümüzdeki yıllarda bu programın sayısı artırılacak ve âmâ ağabeylerimizin Nurlardan istifadeleri ve daha çok âmâ insanlara ulaşmak için çalışılacak.

www.NurNet.org


Arjantin Buenos Aires’de Dershane Açıldı

Esselamu Aleykum Verahmetullahi Veberekatuhu

Hamdu senalar olsun ki İstanbul’dan bindiğimiz uçakla 22 saatin akabinde Madrid aktarmalı seyahatimizle nihayet Arjantin bize kucağını açtı.

Hizmet henuz Arjantin’e inmeden başlıyor ve Rabbimiz uçaktakilerle tanışıp anlatmayı nasib ediyor. Bizde elimizdeki Nur destelerini derip derip muhtaçlara veriyoruz.

Biriniz şarkta Türkiye’desiniz, birimiz de garbda Arjantin’deyiz belki, ama Risale-i Nur’un verdiği ders ile feyiz ve Nurla hakikaten beraber oluyormuşuz ki İliklerimize kadar hissediyoruz…

Risale-i Nurların okunduğu yerde Üstadımız; “hazırız” diyor. Sadakte Üstadım, hazırsınız, buradasınız, biliyoruz, aşikar. Evet Üstadım sen demiyor mu idin, “Bu hakikatler tüm dünyada aksi sadasını bulacak” diye Sadakte…

İşte Arjantin’de Dershanen, evet burada da açıldı, hemde tam merkezinde. Buenos Aires‘te Risale-i Nurları buradaki hava zerratı üzerine okuyoruz. Buenos Aires, Arjantin’in başşehri, manası da “Güzel Havalar” demek. Bizi burada karşılayan da, ağırlayan da buranın yerli bir Nur Talebesi bir aile. “Demek burada biz gelmeden evvel de medreseler açılmış, evlerde okunuyor imiş” desek yanlış olmaz

Gördüğümüz o ki bizim buraya gelmemiz, hizmet müşahedelerimizi size aktarmak imiş. Yoksa zaten Nurlar bu vazifenin, yani Üstadımız, bu hizmetin başında sonunda duruyor, durmadan ilerliyor, yani hayatdar. Bizi de bu hizmet meşgalesinde kabul buyururlar ise Meksika’dan Şili’ye kadar 33’lük tesbih taneleri gibi 33 ülke bizleri bekliyor, ihtiyacın şiddetini anlatamam, “ancak gelin ve görün” diyoruz.

“İnsanları şeker gibi” derler ya, aynen öyle, sıcacık insanlar. Sanki diyoruz; Bu hakikatleri bu Hizmetleri Dershaneleri bekliyorlarmış!

Dershanemiz Buenos Aires‘in merkezinde müslümanların yoğun olduğu bir bölgede. Osmanlı zamanında buraya Araplardan çok gelenler olmuş. Türkler de mevcut, ama tamamen buralı gibi olmakla beraber, umumu Müslüman. Bu şehirde 1 milyon müslüman var. 40 milyon nüfuslu bir ülkede 1 milyon müslüman sayısı da küçümsenemez.

Latin Amerika kısmı; tarzı, insanları, yaşayışı, havası bakımından birbirine çok benzediği için Latin Amerika’yı tek ülke, ülkeleri de şehirler olarak kabul edebiliriz ve bu Latin Amerika ülkesi 500 küsür milyon bir nüfusa sahip. Türkiye’den uzak olması hasebi ile bu kadar önemli bir bölgeye teveccüh zayıf kalmış. Malum Dershane tarzı da bu ülkelerden ilk defa Arjantin’de 40 Milyon nüfuslu ülkede, 40 metrelik bir Dershane, yani bir tohum ile başlıyor.

40 sene durmadan hizmet etsek yine yetmez, “Allah ömrümüzü ve şevkimizi artırsın” diyoruz, ve dün tanıştığımız Arap asıllı ve bize camide ;”Eğer anlatacağınız dava Hak ise dört el ile sarılacağım” diyen kardeşimizle görüşmek için yola çıkıyoruz.

Dualarınızı bekler ve Cuma günü ilki gerçekleşecek olan Dersimize de umumunuzu bekleriz.

 

 

Arjantin Nur Talebeleri

 www.NurNet.org

Rumeli Bostanında açan çiçekler (2)

(Ketenli Dershanesi)

Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin Rumeli’ye ilk seyahati II. Meşrutiyet dönemi olan 1908…

Yaklaşık yüz yıl sonra, Âlem-i İslâm ve insanlık için Kur’ândan reçeteler sunan asrın Bedî’inin geçtiği ve Selanik meydanında “Hürriyet’e hitap” ettiği 1908 yılının bir asır ardından Batı Trakya’da ekilen tohumların meyve vermesi, heyecanımıza heyecan, şevkimize şevk katmıştı.

Rotamız, etrafa nurlar saçan, ilim, iman, irfan hamurunun yoğrulduğu dershane-i Nuriyeler ve bulundukları mekânlar…

Âdeta buram buram Osmanlı kokan, ecdat yadigarı bu yerler, yeniden dirilişin ve şahlanışın müjdelerini fısıldıyor. Nisbeten süfyanizmin tahribatından mahfuz kalan cebel bölgesi, manzara ve yüksek vadileriyle nur evlatlarına bağrını açmış…

Şahinköyde öğretmenlik yapan Mustafa kardeşin kaptanlığında Cemil Boşnak’la birlikte Cebel bölgesinde yer alan Ketenli köyüne doğru tefekkür vadilerinde seyre koyuluyoruz. Muharrem hoca ile köyde buluşmayı, cami ve dershane ziyaretlerini birlikte yapmayı planlıyoruz.

Tam öğle ezanıyla birlikte caminin önüne park ediyoruz.
İçeri girdiğimizde çok temiz, nezih, şirin bir cami ile karşılaşıyoruz. İmam Efendi, namazı bizim kıldırmamızı teklif ediyor, seferilik durumunu nazara vererek teşekkür ediyoruz.

Daha 11-12 yaşlarındaki Erkan’ın güzel sesiyle yaptığı müezzinlik ve okuduğu Kur’ânın aktar-ı âlemde yankılandığını hissediyor ve kendi âlemimizde mânevî zevkini yaşıyoruz.

Namaz sonrası İmam Efendi ve cemaatle tek tek musafaha ediyor, hatırlarını sual ediyoruz. Ecdadın Rumeli topraklarındaki mirasçılarıyla buluşmanın özlemini gideriyoruz. O kadar candan ve samimi yaklaşıyorlar ki, kendimizi âdeta bir asır öncesinin Osmanlı köyünde buluyoruz. Birlikte fotoğraflar çektiriyor ve oradan bir kısım cemaatle birlikte köyün Nur Dershanesine geçiyoruz.

Anne ve babaları rahmete kavuşmuş evlatların vakfettikleri, Kur’ânın hizmetine sundukları kendi hanelerinin altındaki bu mekâna nasıl sahip çıktılarını, mütebessim çehreleriyle memnuniyetlerini müşahede ediyoruz.

Bu nur medresesinde haftanın belirli günlerinde dersler, kalabalık bir cemaatle yapılıyor, Kur’ân hizmetine Ketenli köyü olarak sahip çıkılıyor. Ayrıca hanım derslerinin de büyük bir şevkle devam ettiğini öğreniyoruz. İmam efendinin bizi yalnız bırakmadığı, İskece dersinde de dikkatle takip ettiğini müşahede ediyoruz.

Köy sobası etrafında okunan dersten ve özel yapım kurabiye eşliğinde içilen çaydan sonra, tebrik ve teşekkürlerimizi sunarak araç ve kaptan değişimi sonucu Muharrem kardeşimizle birlikte inşası tamamlanmış ve hizmete açılma arefesinde bulunan bir Nur Medresesine bağrını açmaya hazırlanan Paşevik köyüne doğru rotamızı kırıyoruz.

Yazan: İsmail Aksoy

Yazı Dizisinin Tamamı İçin Tıklayınız…

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version