Endonezya’da Sözler Tercüme Ediliyor

Essalamu aleykum ve rahmatullahi ve berakatuhu

Endonezya’dan binler selam.

Elhamdulillah tercüme çalışmalarımız devam ediyor. Sözlerin tercümesi bitmek üzere. Mart ayı başı itibariyle Risale-i Nur Külliyatından, Sözlerin birinci cildi, Haşir Risalesi ve Tevhid bahisleri (22 ve 33. soz)  2000′er adet basıldı. Bu üç yeni risaleyi katıldığımız İslami kitaplar fuarında teşhir ediyoruz.

Dualarınızı bekleyen,

Endonezyalı Nur Talebeleri 

Teslimiyet, Tazim ve Zulüm

Bediüzzaman Birinci Lem’a’da “Lailahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin” (Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum. Enbiyâ Sûresi, 21:87) duasının sırlarını açar.

Sır; herkesin göremeyeceği, anlayamayacağı, hissedemeyeceği muamma bir hakikattir. Hakikat layık olana açılır, kalpleri latif ve parlak olanlara yansır. Sırlar da böyle bir kalbin müşterisidir.

Mümin görev adamıdır, sorumluluk sahibidir. Münkirler gibi görevinden ve sorumluluklarından kaçamaz. Müminin iman ve ibadetten başka bir de tebliğ görevi var. Bu görev; iyilikleri teşvik ve kötülüklerden kaçındırmak olarak belirginleşir. Mümin, hakikatleri sevdiklerine aktaran, muhtaç olanlarla paylaşandır.

Bediüzzaman kalbine yansıyan sırları bizimle paylaşıyor.

“Lailahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin” duası Kur’an’da da geçtiği üzere Hz. Yunus’a ait. Hz. Yunus bu duayı, tebliğ etmekle görevli olduğu kavmine öfkelenip Rabbinden izin gelmeksizin görevini terk ederek deniz yolculuğuna çıkması, fırtınalı, dalgalı ve kapkaranlık bir gecede denize atılıp bir balık tarafından yutulması üzerine, balığın karnında yapıyor.

Bediüzzaman bu olayı fazla detaya girmeden bir sinema perdesi gibi kurguluyor. Sadece maksadına yetecek kadarını özetliyor. İşin teferruatını Kur’an’a ve tarih kitaplarına bırakıyor. Onların haklarını gasp etmiyor.

Bediüzzaman kısaca; “Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette.” diyor. Denizin ortasında dalgalarla boğuşan bir gemi, çaresiz insanlar, Allah’tan başka yardım edecek kimse yok ve balığın karnında Rabbini yalvaran bir nebi Hz. Yunus.

21. Yüzyılın teknolojisi ve bütün imkanları ellerinde olsa bile hiç kimsenin, hiçbir yardımlarının dokunamayacağı çok vahim bir durum. Bütün bütün çaresizlik. Bediüzzaman, tasvir ettiği o vaziyette, sebeplerin suskunluğunu, emre amade ve boynu bükük duruşlarını nazarlara veriyor ve Hz. Yunus’u o durumdan kurtaracak olan Zatın hem balığa, hem denize, hem geceye, hem gökyüzüne hükmü geçebilecek olan kudretli bir Zat olabileceğini net bir şekilde ortaya koyuyor.

Bediüzzaman bu tasviri yapıp bırakmaz. Kalbindeki sırları ifşa etmeye çalışır. Bunu yaparken de farklı bir yöntem izler. İnsanlık tarihinin ibretlik bir hadisesini alır, yüzyılımızın İslam toplumunun gündemine getirerek motif motif işlemeye başlar.

Hz Yunus’un bulunduğu şartlar ile bizim şartlarımızı karşılaştırır ve bizim şartlarımızın yüz derece daha müthiş olduğunu nazarlara verir. Geleceğimizi geceye banzetir, gafletimizin geleceğimize yüz perde çekerek kalınlaştırdığını belirtir.

Gaflet, görevi ve görev yerini terk etme, unutma veya yüz çevirme anlamlarını da taşır. İbadet ve tebliğ görevini terk eden gafildir. Geleceğini karartır. En dehşetlisi de imansızlıktır ki, bu aynı zamanda asrımızın bir hastalığıdır, sahibini yüzer dehşetli karanlıklar içinde bırakır.

Bediüzzaman dünyamızı Hz Yunus’un denizinin yerine koyar. Nefsimizin heveslerini de balığa benzetir.

Nefsimizin hevesleri, denizin suyu kadar çok değil mi, bir o kadar da vazgeçmesi zor bir cazibeye sahip değiller mi?

Görevden uzaklaşma bizi heves denizine atıyor, nefsimiz de balık gibi bizi yutuyor ve vahdet nurunu bize göstermemek için gözümüzün önüne birçok perdeler çekerek ebedi hayatımızı karartmaya çalışıyor. Hz Yunus aleyhisselamın asrından bizim asrımıza yansıyan balık figürü en fazla yüz yıllık hayata bedel, bizden ebedi bir hayat alacak kadar dehşet saçıyor.

Bediüzzaman, insanların çok aciz ve her şeye muhtaç oluşlarına, sebeplerin acziyetine, hiçbir tesirlerinin olmayışlarına ve emir almadan hiçbir şey yapamayacaklarına parmak basıyor. Bir kalemin, yazan birisi olmazsa yazamayacağı, bir kılıcın kesen biri olmadan kesemeyeceği gibi.

Sebepler birer araçtır. Onları yaratan, emir verip iş yaptıran ve onlardan bir sonuç çıkaran da Rabbimizdir. Bu hakikat ışığında, aleyhimize ittifak eden sebeplerin durup dururken ittifak etmediklerini, muhakkak bir görev ihmalimiz olduğunu, bütün bunların da görevi bize veren Rabbimiz tarafından sevk edilmiş olduklarını anlamak zor olmasa gerektir. Sevk eden elbette durdurur. Ama sevke sebep olan insanın kendisidir, durdurması için Allah’a yalvarıp yakaracak olan da yine insanın kendisi olacaktır.

Hz. Yunus hatasını anlamış, pişmanlık duymuş ve; “Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” itirafında bulunmuştur. Sonuçta aleyhine ittifak eden fırtına dinmiş, deniz durulmuş, gece parlak bir ayla aydınlanmış, balık bir denizaltı gibi ona hizmet vermiş ve bir de selametli bir kıyıya getirip bırakmış.

Bediüzzaman aynı şekilde bizim de, çalkantılı dünya denizinden, tehlikeli hevesat balığından ve bizce meçhul ve karanlık olan geleceğimizden Rabbimize sığınmamızı ve Hz. Yunus gibi pişmanlık ve itirafta bulunmamızı istiyor. Kurtuluşumuzu buna bağlıyor. Başka çıkar yol da görünmüyor.

Bu duanın birinci bölümünde “lailahe ente” (Senden başka ilah yoktur.) ifadesinde Allah’a mutlak bir yöneliş var. “Sübhaneke” (Seni her türlü noksandan tenzih ederim.) kelimesinde Allah’ın mutlak kudretine bir teslimiyet, “inni küntü minezzalimin” ifadesinde de kendisine zulmedenin yine kendisi olduğunu anlama ve kesin bir dönüş var.

Bize bizden başka zulmeden olmaz. Zalimliğimizin farkına varıp yine kendimizi, her şeyin sahibi olan Rabbimize iltica ederek kurtaracağız. Bunun başka çıkar yolu da yok. Dünya hayatımızı vahşet ve dehşet manzaralarından kurtarıp ibret ve tefekkür manzaralarına çevirmek bizim elimizde. Kur’an’ın terbiyesi ile nefsimizi denizaltı gibi bir binek yapıp dünya denizinin selametli bir sahiline çıkmak ve cennet hayatını kazanmak da elbette bizim elimizde.

Bediüzaman, ölüm ve yaşam arasındaki sürekli değişimi nazarlara vererek seneleri ve asırları, içinde bir çok cenazelerin bulunduğu büyük bir dalgaya, İslamiyeti de Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan mânevi bir gemiye benzetiyor. Dünyanın dalgalı denizi üzerinde selametle gezmenin ve selametli bir kıyıya çıkmanın ancak bu İslamiyet gemisine binmekle mümkün olacağını söylüyor. Gemi bütün sebeplere hükmeden Allah’ın gemisidir. İmanın nuru ve Kur’an’ın mehtabıyla gecemizi ve geleceğimizi de elbette O aydınlatacaktır.

Doğruluğu, sırları ve tesirleri ile sabit olan bu duayı ve Hz Yunus’un bu tecrübesini Bediüzaman asrımızın insanına yeni bir yaklaşım ve formatla bir kurtuluş reçetesi olarak sunuyor.

Kadir Aytar
www.risaleakademi.com

 

Hutbe-i Şamiye Konferansı

Kainat Üniversitesi parolasıyla kurulan Risale Akademi, Hutbe-i Şamiye’nin 100. yılında İslam Dünyası’nı konuşacak. İslam dünyasının 6 temel problemi Arama Konferansı yöntemi ele alınacak.

Konferansın sunumuna Gazeteci-Yazar Mustafa Özcan, Prof. Dr. Himmet Uç, Prof. Dr. Bünyamin Duran, Doç Dr. Ahmet Yıldız, Bestami Çiftçi ve Dr. İsmail Benek katılacak.

Programın birinci gününde Hutbe-i Şamiye’de yer alan 6 temel problem üzerinde araştırmacı ve akademisyenlerin hazırladığı tebliğler müzakere edilecek ve sonuç bildirisi hazırlanacak.

Halka açık olacak olan ikinci günkü (Cumartesi) programda konuşmacılar Hutbe-i Şamiye’nin günümüze ışık tutan ilkelerini müzakere edecek ve ardından hazırlanan sonuç bildirisi kamuoyuna açıklanacak.

Konferansın birinci günü tebliğ sunacak isimler ve müzakere edilecek tebliğler şöyle:

Prof. Dr. Himmet Uç, Genel bir değerlendirme

Mustafa Özcan, Genel bir değerlendirme

Yrd. Doç. Dr. Zübeyir Akçe, Birincisi: Ye’sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

Dr. İsmail Benek , Ümit ve İstikbal

Doç. Dr. Ahmet Yıldız, İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.

Prof. Dr. Bünyamin Duran, Üçüncüsü: Adâvete muhabbet.

Dr. Ömer Lütfü Peker, İkincisi:Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.

Yrd. Doç. Dr. Abdulnasır Yiner, Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

Hüseyin Kara, Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat.

Bestami Çiftçi, Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.

Mustafa Akca, Hutbe-i Şamiye, Said Nursi ve davranışı

***

Tarih : 12 Mart 2011 Cumartesi

Saat : 14.30

Yer : MEMUR-SEN Konferans Salonu Özveren Sokak No:9 Kat:4 Demirtepe Ankara

Tel : 0535 894 92 18 – 0312 231 06 95

 

 

Aile Hayatının Temel Esasları Nelerdir?

Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarane hürmet ve hakikî ve şefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir ve ..(9.Şua , 4.delil)

Bu küçük cennetin hayatı ve saadeti ise:

  • Samimî,
  • Ciddî,
  • Vefadarane HÜRMET
  • Hakikî,
  • Şefkatli,
  • Fedakârane MERHAMET ile olabilir.

Aile hayatındaki en ehemmiyetli iki esasın hürmet ve merhamet etmek olduğunu nurlardan anlıyoruz. Bu hürmet ve merhametin mütekabil yani karşılıklı olması gerektiği de ilerideki maddelerde ifade edilmiş. İlaveten, aile hayatının sağlıklı devamı için hürmet ve merhametin bazı vasıfları olması gerekiyor. Bunlar samimî, ciddî, vefadarane hürmet ile hakikî, şefkatli, fedakârane merhamet.

Bu kavramları nasıl hayata geçirebiliriz onun üzerinde düşünelim. Önce planlama yapıyoruz, “1 yıl sonra aile ilişkilerimi hangi seviyede ve nitelikte görmek istiyorum?” Sorusuna net ve tatminkar bir cevap veriyoruz: “Ailemle irtibatımı hürmet ve merhamet  etmek üzerine kuracağım ve bunların da şu vasıfları olacak.” Diyerek kendimize hedef belirliyoruz.

(Bu çalışma, insanın kendine manevî hedefler koyabilmesine bir numune olacak ve planlı yaşamada ehemmiyetli bir tecrübe kazanmış olacağız.)

İlk önce “ailemle irtibatlarımı hangi kavramlar üzerine oturtmaya çalışıyorum”, bunun analizini yapalım. Genelde alışılageldik maddî ihtiyaçların giderilmesine hizmet eden bazı sorumlulukların paylaşımı olarak algılıyoruz aileyi. Biraz daha geniş düşündüğümüzde aileye bir “eğitim” vazifesi de yüklüyoruz. Çocukların yetiştirilmesi ve edepli, ahlaklı insanlar olmasına hizmet etmeli, diyoruz. Bu esnada aile büyüklerinin de eğitime ihtiyacı olduğunu gözden kaçırabiliyoruz. Oysa “dinamik, yaşayan, gelişen aile” kavramında bütün ferdlerin hep beraber eğitim alanında olduğunu idrak etmesi gerekir. Dünya hayatında bulunmamızın ve kulluğun da esasında eğitim vardır; çünkü mahiyet ve kıymet itibarıyla her şey ilme bağlıdır. Bu tür ilmi öğrenmek de kadın, erkek her Müslümana farzdır.

Bütün ferdlerin aynı anda eğitilmesi nasıl olur, aile nasıl bir okuldur?

Mesela : Anne, çocuklarının eğitimine gayret ettiği nisbette bir şahsiyet kazanır, kimlik ve kişilik bilinci gelişir; keza baba da eş ve çocuklarının eğitimine katkıda bulunabildiği nisbette hakikî şahsiyetini, fıtratının iktiza ettiği olgunluğu kazanır; çocuklar da doğru ve güzel davranışları büyüklerinden almakla “ben neyim, nereden geliyorum, nereye gideceğim, dünyada bulunma gayem nedir?” gibi sorulara tatmin edici cevaplar bulur. Yoksa insan gaye-i hayatını belirleyemezse, her gün muhtelif cazibedar yolları nazarımıza sunan dünya hayatı içinde döner durur, çok çaba harcayıp, bir sürü yol gittiği halde bir yere vasıl olamaz, yani maddî veya manevî  bir kemalâta erişemez. Çünkü insan hedef ittihaz ettiği maksada göre şekillenir, kimliğini ona göre belirler, istidad ve kabiliyetlerini hedefine göre inkişaf ettirir. Eğer hedef yoksa, kişiliğini, kimliğini neye göre belirleyecek, fark edecek?

Çoğu genç kardeşlerimizin bu konuda bilgilendirilmemesinden kaynaklanan bir şuursuzlukla, TV’de gördüğü, duyduğu fazilet ve kemalâttan mahrum kimseleri taklide çalışması; insani yönlerini geliştirecekken, elbise-pabuç-saç taklidini kendine hedef seçmesi, çözüm üreten bir akıl yerine, nerde nasıl kendimi uyutabilirim diye düşüncelerle ömür geçirmesi, az rastladığımız bir durum mudur? Bu mudur gençliğin kemali?

Malumdur ki gidilecek hedef belli olmazsa yolculuğun da, yolun da, yolcunun da bir esprisi kalmaz. Öyleyse ailede herkes hedefine yürümeli, kulluk ahlakını kendine yerleştirme gayretinde olmalıdır. Bunun için büyükler sık sık net bir şekilde hedef göstermeli, nasıl varılacağını kendi davranış ve sözleriyle ortaya koymalı, bu aile içi gayreti dar dairesindeki en önemli mesuliyeti bilmelidir. Hedefin canlı tutmak için anne-babanın birbirini ve evladları daim motive etmesi, zorlukları beraber çözmeye çalışması dinamik aile içinde lüzumlu tedbirlerdir. Bu tedbirlerdeki hassasiyet ve isabet anne-babanın kemalâtına zemindir.

Şu durumda herkesin fıtrat-ı asliyesine kavuşabilmesi için aile içi eğitimdeki konumuna dikkat etmesi gerektiğini anladık. Yani, bir çocuk kendi fıtratının hilafına, anne konumuna geçmemeli; anne de sorumluluğunu bırakıp çocukların boşlukta kalmasına sebep olmamalıdır. Baba da hanesinde vakar yerine tevazuyu esas alarak, şefkatle herkesin şahsiyetlerinin gelişmesine yardımcı olmalıdır. Bu durumda öncelikli olarak eşlerin eğitmeye ve eğitilmeye ihtiyacı vardır. Bu şuur kazanılınca herkes eğitimini en güzel şekilde almaya ve vermeye gayret eder. “Beşikten mezara kadar öğrenme” hakikatinin bir cilvesi ailede görülür.

Gelelim hürmet ve merhamet esaslarına:

Hürmet etmek Rüştü Tafral Ağabeyin derlemesinde şöyle anlatılmış:

“Hürmet: Müslüman bir cemiyette küçüklerin büyüklere yaş itibariyle veya diyanet, ilim, hamiyet, fedakârlık dirayet gibi faziletler itibariyle kendinden üstün olana, üstünlüğünü kabul etmenin neticesi olarak kalpde duyulan his ve bu hissin neticesi olarak da o şahsa karşı tavır ve hareketlerinden edebli davranış diye tarif edilebilir. Buna göre hürmetin hakikatı, kalp ve vicdanda bulunur; fiil ve hareketlerde tezahür eder. O halde yalnız zahiren gösterilen hürmet, ciddîyete sahip değildir. Bu tarz zahiri hürmetler, ya bir adet ve alışkanlık veya hürmet edilen şahsın zararlarından korunma veya bazı menfaatler görme sebeplerine dayanır. Bu hal asrımızda olduğu gibi, bozuk cemiyetlerde daha çok yaygın olur. İslam cemiyeti veya cemaatlerinde hakikî hürmetlilik veya hürmetsizlik sebebi, daha çok hürmet edilecek tarafta aranır. Zira samimî hürmet, hürmete lâyık meziyetlerin bulunmasına mütevakkıftır.”

Aile içinde eşlerin birbirine hürmet gösterebilmesi için hangi meziyetleri haiz olmalıdırlar?

(Mümin kimse için) Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lâzımdır. (Lem’alar, 88 )

Hürmetin tarifinde de söylenildiği gibi eşlerdeki diyanet, iman hakikatlerine vukufiyet ve bunlara ilaveten ahlakî faziletlerle mücehhez olmak, hürmeti celbetmeye kafi birer sebeptir; yani kalpte hürmet hissi fıtrî bir surette duyulur ki samimiyet ve ciddiyet bundan doğar. Yoksa kalpte hissedilmeyen, zahirde gösterilen hürmet tavırları bir hakikate dayanmadığından çabuk dağılır, aile hayatının esasını taşıyamaz.  Ana-babalar ahlak ve fazileti kendilerine yerleştirmekle birbirinin ve evladının hürmetini celb edebilir. Bu da ciddi bir şekilde kendini yetiştirme gayreti ile tahakkuk eder. Hürmetin bir vasfı da vefadır; hürmeti icab ettiren hakikate daima vefalı olmak, zaman ve şartların değişmesiyle o hakikate ayna olanlara hürmeti terk etmemek gerektir.

Mesela, Kastamonu Lahikasında çocukların ana-babalarına olan vefadarane hürmetinin nasıl olacağı anlatılıyor:

Hem peder hem vâlide, tenasül kanunundaki vazifede çektikleri çok meşakkat ve gördükleri çok hizmete mukabil; yalnız veledin dünyada kemal-i hürmet ve itaatla şefkatlerine ve hizmetlerine bedel hâlis bir hürmet ve sadıkane bir itaat ve vefatlarından sonra salahatıyla ve hayratıyla ve dualarıyla onların defter-i a’maline hasenat yazdırmak ve onbeş seneden evvel masumen ölmüş ise onlara kıyamette şefaatçı olmak ve Cennet’te onların kucağında sevimli bir çocuk olmaktır. (Kastamonu Lah.)

Çocuklar kaç yaşına gelirse gelsin ana-babasına olan hürmetinde vefasızlık edemez, çünkü sebeb-i vücudu şu alemde ana-babasıdır; Allah öyle tayin etmiştir. O rahmet aynalarında gördüğü şefkatin hatırına daimi ana-babasına hürmette kusur etmemesini vicdanı ihtar eder. Ne var ki ahirzaman fitnesinde terbiye-i İslamiye tam alınamadığından, evladlar ulvî hakikatlerin değerini kavrayamıyor, neticede o hakikatin aynası olanlara da hürmet ve edepte kusur ediyor.

Ailede ikinci temel esas olan merhamet; hakikî, şefkatli, fedakârane olmalı. Bunların da ölçüsü yine nurlarda anlatılmış. Merhamet hissi Allah’ın rahmetine ayine olmak hakikatinden geliyor. Bunun hakikî olması ise kişiye Allah namına muamele etmek ile mümkün. Mesela, evladının dünyevi rütbeler kazanması için uhrevi terbiyeden mahrum kalmasına müsaade etmek, merhamet ve şefkatin su-i istimalidir, Allah’ın o çocuğa olan merhametine ayine olamamaktır. Aile içi hayatta merhamet şefkat şeklinde tezahür etmelidir; zira maddeperestlik ve sebeplere takılmaktan ötürü ruhlar Rabb-i Rahimini doğrudan doğruya bulamamış ve o rahmete aç bir hale gelmiştir. İslami ahlakın da toplumda nadir görülür olmasıyla, muamelat kalb ve ruhu incitir olmuş, adeta insanlardan tevahhuş gelecek derecelerde yalnızlık tercih edilir olmuştur. Ferdleri bu zor halet-i ruhiyeden kurtaracak faktör ailedeki şefkat ortamıdır. Birbirini tenkitten önce, onda fani olup, onun nazarıyla meselelere bakmak, ona göre değerlendirmek, daim insafla, yapıcı, onarıcı hareket tarzını düstur ittihaz etmek gerektir. Bu şekilde yaklaşımların “insan kazanmak” manasında uzun vadede çok semeredar olduğu tecrübelerle sabittir.

Müsbet hareket için karşımızdakini anlamamız, hissetmemiz gerekiyor. Yani, kendi hissimizi bırakıp onunkiyle hislenmek, şartları, imtihanı onun nazarından seyretmek, külliyattaki tabirle “tefani” yapmak, karşımızdakinde fani olmak gerekiyor. İşte kendi his ve fikrimizi bir kenara koyup karşımızdakinin nazarına geçebilmek, oradan bakmaya gayret etmek, bu enaniyet(ego) zamanının en büyük fedakarlığı. Kendimizden sıyrılıp, hiçliğimizi anlamak için bir eğitim olan bu tefani alıştırmaları, aileyi  bir arada tutan, ferdlerin kaynaşıp muhtelif cesedler, tek ruh olmalarına vesile olan bir yöntemdir. Sorununu anlamadığımız bir insana nasıl faydamız dokunur ki? Sorunu anlamak için de onun penceresinden, onun fikir ve hisleriyle bakmak gerekli. Psikolojide “empati kurmak” demişler, nurlar tefani diyor. Allah rızası için yaptığımızda empati, bize ihlası kazandırıyor. Allah için sever, işler, başlar bir halet-i ruhiye alıyoruz; nefsimizin menfaatperest isteklerini bir kenara koyup Allah rızası için hüküm veriyoruz. Yani tefani hakiki uhuvvet için bir şart olduğu gibi, aile içi iletişimde de mutlaka kullanılması gereken bir yöntem.

Elhasıl, aile şahsı manevîsinin oluşması büyüklerden küçüklere merhamet inmesi ve küçüklerden büyüklere hürmet gitmesi ile mümkün oluyor.

Ya Rabbi! Umum alem-i İslamın ve bizim hanelerimizi Rasulullah(ASM) Efendimizin hanesi gibi hürmet ve merhamet ile bereketli kıl. Amin.

Nabi

www.Nurnet.org

Şeytan ve şerler niçin yaratıldı?

İnsan, nefsine uymaz ve şeytanı dinlemezse manen terakki eder ve meleklerden daha yüce bir makama erebilir. Aksini yaptığı taktirde de hayvanlardan daha aşağılara düşebilir.

Aslında yaptıklarından ve yarattıklarından dolayı “kimse Allah’a hesap soramaz” (Enbiya, 21:23) Ancak bizler, insan olmanın gereği olarak her konuda olduğu gibi, bu konuda da Hz. İbrahim (as) gibi, “kalbimizin tatmin olmasını” (Bakara, 2:260) istiyoruz. İşte bu yüzden de aklımıza ister istemez şu soru geliyor:

Öyleyse neden, Allah şeytanı ve kötülükleri yaratmış da bize musallat etmiş? Kötülüğü yaratmak kötü, şerri yaratmak da şer değil mi?

Hemen ifade edelim ki, şerrin yaratılması şer değildir; şerri işlemek şerdir. Çünkü Allah bir şeyi şer olsun diye yaratmıyor. Hayır olsun diye yaratıyor. Allah’ın hayır olarak yarattığı şeyleri de bizler hakkımızda şerre çeviririz. Mesela, Şeytan ateşten yaratılmıştır ve bu konuda en güzel örnek de ateştir. Ateşin yaratılması şer değildir, ancak ona dokunmak şerdir. İnsan ateşi muhafaza altına alırsa ondan faydalanır; aksi halde zarar görür.

Buna bir başka örnek de yağmurdur. Yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var, bütünü de güzeldir. Tedbirsizliği yüzünden bazıları yağmurdan zarar görseler, “Yağmurun yaratılması rahmet değildir” diyemezler ve “şerdir” diye hükmedemezler.

Allah’u teâla günah işleme kabiliyeti olmayan meleklerle, hiç sorumlu olmayan hayvanları yaratmıştır. Bu iki varlıktan başka, hem melekleri geçecek kadar mükemmel, hem de aklı olmayan hayvanlardan daha aşağı olacak kadar kötü olma özelliğindeki insanı yaratmıştır. Bu noktada insanın terakkisine yol açmak üzere şeytana fırsat tanınmış ve insana kötülüğü emreden bir nefis verilmiştir.

Dünya ahiretin tarlasıdır. Ahiretin iki menzili olan cennet de cehennem de insanların imanlarının ve amellerinin meyvesi olacaktır. Bunun için insan nevi bir imtihana tabi tutulmuştur. Hayatını iman ve sahil amel üzere geçirip bütün işlerini istikamet üzere gören insanlar cennete layık bir kıymet alırlar. Aksi yolda gidenler ise cehennem ehli olurlar.

İnsan, nefsine uymaz ve şeytanı dinlemezse manen terakki eder ve meleklerden daha yüce bir makama erebilir. Aksini yaptığı taktirde de hayvanlardan daha aşağılara düşebilir.

Bilindiği gibi, elmasla kömürün aslı karbondur. Ancak diziliş farklılığından dolayı biri elmas diğeri kömür olmuştur. Aynı şekilde insanların da aslı birdir. Bütün insanlar aynı maddi ve manevi cihazlarla donatılmışlardır. Ancak, bunların doğru yahut yanlış kullanılmalarıyla insanlar arasındaki farklılık ortaya çıkmış ve toplumda elmas ruhlular yanında kömür ruhlular da ortaya çıkmıştır.

Meselenin bir başka boyutu da şudur. İnsan, şeytana uymakla kendini zarara soktuğu gibi, “Sebep olan işleyen gibidir.” kaidesine göre bu işte şeytan da büyük bir sorumluk altına girer ve cehennemdeki azabını artırmış olur. İnsanları yoldan çıkarmak üzere kendisine tanınmasını istediği fırsat, başına bela olacak ve istikametten saptırdığı kişilerin azaplarının bir katı da ona tattırılacaktır.

Cenab-ı Hak dileseydi şeytana bu fırsatı vermeyebilirdi. O zaman onun görevini de insan nefsi üstlenmiş olurdu. Sonuç değişmezdi. Kendisine insanları yoldan çıkarmak için çalışma fırsatının verilmesiyle şeytan büyük bir zarara uğramış, tabiri caizse, küstahlığının cezasını böylece görmüştür.

Zafer Araştırma Grubu

www.zaferdergisi.com

 

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version