Peygamber Efendimiz’in Muhterem Zevceleri

1-    Hz. Sevde Validemiz

   Allah Resûlü, Hz. Hatice validemizin vefatından sonra, Hz Sevde validemizle evlenmiştir. Hz Sevde validemizin ilk kocası Serkan Bin Amr idi. Kocası ile beraber İslâmiyet’i kabul ettiğinden dolayı  bir çok eziyet görmüş ve Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmıştı. Hicret dönüşü kocası vefat edince  kimsesiz ve çaresiz kaldı. Hz. Sevde’nin akrabalarının yanına sığması mümkün değildi. Çünkü onlar Müslümanlığın azılı düşmanı idiler. Bu durumu çok iyi bilen şefkat ve merhamet timsali Hz. Peygamber dul ve kimsesiz kalan Hz. Sevde’yi nikahı altına almakla onu himaye etmiş oldu. Hz.  Hatice nin vefatından dolayı iki erkek ve dört kız olmak üzere altı çocuğu yetim kalmıştı. Hepsi de küçük yaşta idiler. O sırada elli beş yaşında olan Sevde validemiz Hz Peygamberin çocuklarına annelik yapma şerefine nail olmuş ve bu evlilikten sonra onun kavmi  islâmiyet’e girmeğe başlamışlardır.

   2- Hz. Aişe  Validemiz

 Peygamber Efendimiz (s.a.v) daha sonra Hz. Ebubekir’in (r.a.)  kızı olan Hz. Aişe validemizle nişanlanmış, hicretten sonra da  evlenmiştir.  Hz. Aişe validemiz çok zeki, dirayetli ve Hz. Peygambere uygun bir hanımdı.  Nitekim Hz. Ebubekir, kızı Hz. Aişe’de çok üstün bir kabiliyet gördüğünden onun Allah Resûlü ile evlenmesini  ve böylece İslâm’a ve Kur’an’a hizmet etmesini arzu etmiş ve Peygamber Efendimize Hz. Aişe validemizle evlenme teklifini kendisi yapmıştır.  Peygamber-i Alişana layık bir refika olan Hz. Aişe validemiz,   müstesna bir fakih, mükemmel bir müfessir, yerinde en büyük bir hadisçi ve fevkalade bir fesahat ve belagat sahibi idi. Resûl-i Ekrem’den bir çok  ahkam-ı diniyyeyi talim ederek sahabe-i güzin ve tâbiine tebliğ etmiştir.   Bu evlilik Hz. Peygamber ile Hz. Ebubekir Efendimizin aralarındaki  muhabbet ve  dostluğu daha da artırmış,  eşsiz sehaveti, hadiseleri kavramadaki favkalede seri intikali, vahye muhatap olmadaki zekaveti ile meşhur  olan   Hz. Sıddık’ı fevkalade mesrur etmiştir. Aişe validemiz altmış altı yaşında iken ebediyete göçmüştür.     

2-    Hz. Hafsa Validemiz

    Hz. Peygamber’in dördüncü hanımı olan Hz. Hafsa validemiz, Hz. Ömer’in kızı idi. Kocası Huneyn’de şehit olunca dul kalmıştı. Hz. Ömer sahabelerden bazılarına onu nikahlamalarını teklif etmiş ancak müspet bir cevap alamamıştı. Çünkü o zaman dul kalan kadınları nikahı altına alacak ve onların maişetini temin edecek insan çok azdı. Herkes kendi derdinde idi.  Hz. Ömer, durumu Hz. Peygambere arz etti. Allah Resûlü, ashap arasındaki kırgınlığı ortadan kaldırmak, Hz. Ömer’in üzüntüsünü gidermek, kendisini  İslamiyet’e yapmış olduğu hizmetlerden dolayı taltif etmek için Hz. Hafsa validemizi nikahına aldı. Allah Resûlü bu izdivaç ile hem Hafsa validemize sahip çıkmış, hem de Hz. Ömer’i memnun ve mesrur etmiştir. Bu izdivaç da şefkat ve merhamet peygamberi olan Habib-i Ekrem’in şanına yakışan bir harekettir.  Münevver bir aileye mensup Hz. Hafsa validemiz, ibadetine düşkün  ve okuma yazma bilen nadir hanımlardandı.  Kendisi sert mizaçlı olduğundan Hz. Ömer zaman zaman onu uyararak Hz. Peygamberi incitmemesini ve Hz. Aişe ile iyi geçinmesini tavsiye ederdi.  Bazen Hz. Hafsa validemizin sitemlerine maruz kalan Hz Peygamber onu daima sabır ve hoşgörü ile karşılamış ve böylece hanımlara nasıl davranılacağını  ümmetine ders vermiştir.

    4- Zeynep binti Huzeyme Validemiz

    Bu hanım Amir İbn-i Saa kabilesindendi. Kocası Ubeyde b. Haris Bedir savaşında şehit düşünce  otuz yaşında dul kaldı. İyilikperver bir kadın idi. Sehaveti ile intişar etmişti, miskinleri yedirip içirdiğinden dolayı ümmül mesakin yani miskinlerin anası lakabını almıştı Efendimize evlilik teklifini kendisi yaptı. O’na sığınanı Allah Resûlü nasıl reddederdi. O, kendisine yakışır bir alicenaplıkla onu zevceliğe kabul etti. Fakat Zeynep binti Huzeyme validemiz birkaç ay sonra vefat etti.

    5- Ümmü Seleme Validemiz

    Hz. Halit’in yakın akrabası olan bu hanım, İslâmiyet’i ilk kabul edenlerdendi. Kocası Uhud  harbinde şehit düşünce  dul kalmıştı. Yaşının ilerlemesine, çok sayıda çocuğunun bulunmasına ve son derece kıskanç biri olmasına rağmen, Hz. Peygamber onu nikahı altına alarak çocuklarının bakımı üstlendi. Bu izdivaç ile Hz. Halit’in İslâm dinine olan düşmanlığı azalmış ve bu evlilik,  onun iki sene sonra İslâm’a girmesine vesile olmuştur.

      6- Hz. Zeynep Binti Cahş Validemiz.

   Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) en çok tenkit edilen evliliklerinden birisi, O’nun Zeynep Binti Cahş validemizle olan evliliğidir. Bu bakımdan bu evlilik üzerinde biraz daha geniş  izahat yapmak icab ediyor. Hz. Zeynep Binti Cahş validemiz Peygamber Efendimizin halasının kızı idi.  Şerefli bir kabileye mensup olan Zeynep validemiz, son derece maharetli, vakarlı ve yüksek ahlak sahibi idi. Ailesi ile birlikte İslâmiyet’i ilk kabul edenlerdendi. Kendi el emeği ile yapmış olduğu şeylerden kazandıklarını hep tasadduk ederdi.

    Zeyd bin Harise ise, Yemen’li olup Kudaa kabilesine mensuptur. Miladi 594 yılında dünyaya gelmiştir.  Zeyd, annesi ile beraber akrabalarını ziyarete giderken, bir kabilenin baskısı  sonrası esir alınmış ve Mekke’de Sûk-ı Ukâz denilen payarında saltığa çıkarılmıştı. Zeyd,  Hakim ibn-i Hizan tarafından sekiz yaşında iken  dört yüz dirheme köle olarak satın alınmıştı. Hakim onu teyzesi olan Hatice validemize hediye etmiş, Hatice validemiz Zeyd’i Peygamber Efendimiz’ee (s.a.v)  hediye etmişti. Hz. Peygamber Zeyd’i azat edip evlatlık edindi. Bundan sonra Zeyd “Muhammed’in oğlu” olma şeref ve  ünvanı ile tanındı. Zeyd, Hatice’tül Kübra ve Hz. Ali’den (r.a) sonra   İslâmiyet’i kabul eden üçüncü kişidir.

  Zeyd’in annesi ile  babası çocuklarının nerede olduğunu bilemeden senlerce mersiyeler ve manzumeler söyleyerek ağlayıp sızlandı. Evladının hasret ateşiyle yanıp tutuşan Haris, onu bulmak için diyar diyar dolaşıp, uğramadık memleket ve sormadık kimse bırakmıyordu.  Bir hac seferinde Beni Kelp’ten gelen Kudaa  kabilesinin içinden bazı kimseler Zeyd ile sohbet edince  onu tanıdılar. Anne ve babasının kendisi için göz yaşı döküp aradıklarını söylediler.  Zeyd, “ Her ne kadar uzaklarda bulunsam da ben burada çok mutlu ve huzurluyum. Allah’a hamd ederim ki, ben  çok  hayırlı  ve şerefli bir ailenin içinde bulunuyorum.” sözlerini ailesine iletmelerini söyledi. Oğullarının hayatta olduğunu öğrenen ailesi ziyedesiyle sevindiler. Zeyd’in  babası, onu azat etmek için bol miktarda altın alarak abisi ile beraber Mekke’ye geldiler. Zeyd’in Hz. Peygamber’in yanında olduğunu öğrenip, O’nun huzuruna çıkıp durumu izah ettiler. Hz. Peygamber Zeyd’i çağırarak şöyle buyurdular:

  “ Ey Zeyd! İşte baban ve amcan. İşte ben. Onlar seni götürmek için gelmişler. İster onlarla gidersin, istersen benimle kalırsın. Hangisini tercih edersen bizim kabulümüzdür.”  İnsanı derinden etkileyen bu   acip bir manzara,  Zeyd için  büyük bir imtihandı.

    Resûlullah Efendimiz’i dinleyen Zeyd şu cevabı verdi:

   “Yaresûlüllah! Ben sizin üzerinize hiçbir kimseyi tercih edemem. Velev ki, o kişi babam ve ailemden biri de olsa. Çünkü benim anam da  babam da  sensin.” diyerek Hz. Peygamber’e olan bağlılığını ortaya koydu.

     Oğlunun bu cevabı karşısında çok şaşıran Harise hiddetle: “Demek sen köleliği ailene tercih ediyorsun, öyle mi?.”

      Zeyd, babasının bu çıkışına şöyle cevap verdi:  “ Afedersiniz babacığım! Ben bu zatta öyle şeyler gördüm ki, hiç kimseyi O’na tercih edemem.”

    Bunun üzerine Zeyd’in elinden tutarak Kabe’nin yanına gelen Allah Resûlü, babasının ve amcasının da bulunduğu topluluğa  şöyle seslendiler: “Siz şahit olunuz ki, Zeyd benim oğlumdur. Ben ona, O da bana varistir.”

    Bu hadiseler olduğunda henüz İslâmiyet gelmemişti. İşte Zeyd, Peygamber Efendimiz’in bu iltifatına mazhar olmuş en talihli, en bahtiyar ve şerefli bir kişidir.

     Peygamber Efendimiz’in bu örnek davranışı karşısında fevkalade memnun ve mesrur olan Zeyd’in babası ve amcası, ağlayarak geldikleri Mekke’den sevinçle  memleketlerine geri döndüler. Hane-i saadette  Peygamber Efendimiz’in şefkat ve merhameti altında terbiye olan Zeyd, O’nun feyiz ve irfanından istifade etmiş, her cihetle mükemmel bir insan olarak yetişmiş ve bütün ömrünü Allah ve Resûlü yolunda mücadele ile geçirmiştir. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Ebu Ubeyde, Cafer-i Sadık ve Abdullah ibn-i Revaha gibi sahabenin önde gelen zatları onun kumandası altında bir nefer gibi sefere çıkmışlardır. Bu cihetten bakılınca sahabelerin en ileri gelenlerinden secaat timsali  olduğu açıkça anlaşılır. İşte Zeyd budur.  Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:

  “Bana insanlar arasında en sevimli olan kişi, benim ve Allah’ın ihsanına mazhar olan “kişidir. Bu zât Zeyd’dir.”

    Hicretten sonra Peygamber Efendimiz’in katıldığı sekiz seferde komutan olarak görev yaptı ve  komutan olarak katıldığı  Mute muharebesinde  elli beş yaşında iken şehadet mertebesine yükseldi.

   Zeyd’in Hz. Peygamber’in yanındaki kıymetinin bir yönü de şudur:   Peygamber Efendimizin babasının cariyesi olan ve kendisine   de annelik yapan  Ümm-ü Eymen adında yaşlı bir hanım vardı. Hz. Peygamber “ bu yaşlı ve cennetlik  kadını kim nikahı  altına alacak?” dediği zaman Zeyd ileri atılmış “ben” diye cevap vermiş ve Allah Resûlü’nü ziyadesiyle memnun etmişti. Bu evlilikten Usame bin Zeyd dünyaya gelmiştir. Bu fedakarlığından dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz, onu Zeynep’le evlendirmek istemişti. Hz. Peygamber (s.a.v) bir gün halasına: “Artık Zeyneb’in evlenme çağı geldi onu evlendirelim.” dedi.  Zeyneb’in annesi ve kardeşi Abdullah  Resul-i Ekrem in Zeyneb’i kendisine nikahlayacağı zannıyla: “Siz nasıl münasip görürseniz öyle yapalım. Emir ve tensib sizindir.” diyerek memnuniyetlerini ifade ettiler. Peygamber Efendimiz Zeyneb’i Zeyd ile evlendireceğini ifade edince onların yüzündeki o sürur  bir anda hüzne inkılap etti. Kendileri Haşimi ve Esedi olmaları itibari ile Mekke’nin en ileri  eşrafından idiler. Zeyd ise kölelikten azad edilmiş birisiydi. Onu kendilerine küfüv görmediklerinden bu tekliften  memnun kalmadılar ve meseleye tereddütle yaklaştılar. Peygamber efendimiz onlara: “Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne asi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.”[1] ilahi emrini tebliğ etti. Onlarda bu emr-i ilahiye karşı boyun eğdiler ve Resul-i Ekrem’in teklifine razı oldular. Zeynep ise bu durumdan pek hoşnut olmayarak Zeyd’e zevce olmayı kabul etti. 

    Hz. Peygamber (s.a.v) bu evlilikle  gerçek şerefin nesepte değil, takvada olduğunu ve  insanların neseplerinden dolayı birbirlerine karşı gururlanmaların  pek manasız olduğunu en güzel bir şekilde   ortaya koymuştur. Ayrıca  Zeyneb’i  de kölesi Zeyd ile evlendirmekle nesebinden dolayı gururlanmaktan korumuştur. Rahmetenlil âlemin, Hatem-ül Enbiya ve tüm insanlığa yüksek ahlakı talim eden bir peygamberin bu icraatı O’nun şanına yakışan bir haldir. Ancak, Zeyneb ile Zeyd bu evlilikten  mesud olmadılar ve aralarında geçimsizlik başladı. Zeyd aralarındaki bu durumu Peygamber Efendimize arz edip Zeynep’ten ayrılmak istediğini ifade etti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de  kendisine şöyle buyurdu:

    “Sen bir köle idin azad ettim. Seni evladım olarak kabul ettim. Allah sana İslam nimetini inam etti. Zeynep’le nikahınızı ben kıydım. Allah’tan kork ve sakın onu boşayacağım deme.”

    Bundan da anlaşıldığı gibi Hz. Peygamber onların ayrılmasını istemiyordu. Ancak aralarındaki geçimsizlik onların boşanmasına sebep olmuş ve bundan dolayı Allah Resulü fevkalade müteessir olmuştu. Çünkü bu izdivacı tasavvur edip nikahı kıyan kendisi idi.

    Zeyd’in Zeynep validemizden boşanması  onun aleyhine değil, lehine olmuştur. Çünkü bu hadiseden dolayı Kur’an-ı Kerimde isimi açıkça zikredilen tek sahabi Hz. Zeyd’dir. Bundan daha büyük bir şeref ve itibar olabilir mi?

    Hz. Aişe validemiz şöyle demiştir:

   “Eğer Zeyd Peygamberden sonra vefat etse idi, Resûlullah onu kendisine halife ederdi.”

    Baba evine dönen Zeynep, bazı kimseler tarafından bir köle ile geçinemeyen kibirli, geçimsiz ve hırçın bir kadın olarak ayıplanmakta idi. Böyle bir hanım ile evlenmeyi kimse kabul etmezdi. Zira hilkaten yüksek bir ahlak sahibi olan Zeyd ile geçinememişti.  Ümmetine karşı son derece şefkat ve merhamet dolu olan Allah Resûlü (s.a.v) Zeyneb’in izzet ve haysiyetini muhafaza etmek adına   onu da nikahı altına almak istiyordu. Çünkü,  Zeynep kendisinin yakın bir akrabası idi ve onun Zeyd ile evlenmesini de O istemişti. Hafsa validemiz gibi sert mizaçlı olan birini nikahı altına alan Peygamber Efendimiz (s.a.v), onu bu şereften mahrum edemezdi. Ancak asırlardan beri devam eden “oğulluğunun boşadığı hanımla evlenmeme” geleneğinden dolayı,  insanların ayıplamasından endişe duyuyordu. Bu husus bir ayette şöyle ifade buyrulur:

   “Hem hatırla o vakti ki, o kendisine Allah’ın nimet verdiği ve senin de ikramda bulunduğun kimseye: “Hanımını kendine sıkı tut ve Allah’tan kork” diyordun da nefsinde Allah’ın açacağı şeyi gizliyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Halbuki Allah kendisini saymana daha lâyıktı. Sonra Zeyd o kadından ilişiğini kestiği zaman, biz onu sana eş yaptık ki, oğulluklarının ilişkilerini kestikleri hanımlarını nikâhlamada müminlere bir darlık olmasın.”[2]

       Peygamber Efendimiz, Zeyd’in Mute savaşında şehit olmasından  sonra Zeynep validemizle evlenmiştir.[3]  Böylece, Allah’ın emri yerine getirilmiş ve asırlardan beri devam eden yanlış bir gelenek ortadan   kaldırılmış oldu. Bu evlilik de  Hz. Peygamber’in yüksek şanına layık bir harekettir ve O’nun hayatında  hususi ve mühim bir vakadır. Kaldı ki bu nikâhı kıyan Cenab-ı Hakk’tır. O’nun kıydığı bu nikah hakkında söz söylemek  kimin haddine düşer. Peygamber Efendimiz (s.a.v) kendisinden sonra, Zeynep Validemizin vefat edeceğini hanımlarına şu şekilde haber vermiştir.

       “Sizin içinizde bana en çabuk vasıl olanınız eli uzun olanınızdır.”

     Zeynep validemiz, son derece cömert olduğundan dolayı “eli uzun” lakabı ile intişar etmiştir. Nitekim Zeynep validemiz Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Hz. Aişe validemiz onun hakkında şöyle der: “Diyanetçe Hz. Zeynep’ten hayırlı bir kadın yoktur. O müttaki, doğru sözlü, sıla-i rahime riayetkâr ve sadakası çok bir kadındı.”

     Bediüzzaman Hazretleri de Peygamber Efendimiz’in Zeynep validemizle evlenmesinin hikmetini şöyle ifade eder:

     “Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın Zeyneb’i tezevvücünü, eski zaman münafıkları gibi yeni zamanın ehl-i dalâleti dahi medar-ı tenkit buluyorlar; nefsanî, şehevânî telâkki ediyorlar” diyorsunuz.”
……

………

   Elcevap : Yüz bin defa hâşâ ve kellâ! O dâmen-i muallâya şöyle pest şübehâtın eli yetişmez. ….        “Muhammed, erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; o Allah’ın Resulüdür ve peygamberlerin sonuncusudur.”[4] âyetine dair şöyle yazılmış ki:
İnsanların tabakatına göre birtek âyet, müteaddit vücuhlarla, herbir tabakanın fehmine göre bir mânâ ifade ediyor. Bir tabakanın şu âyetten hisse-i fehmi şudur ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın hizmetkârı veya “Oğlum” hitabına mazhar olan Zeyd (r.a.), rivayet-i sahiha ile itirafına binaen, izzetli zevcesini kendine mânen küfüv bulmadığı için tatlik etmiş. Yani, Hazret-i Zeyneb, başka yüksek bir ahlâkta yaratılmış ve bir peygambere zevce olacak fıtratta olduğunu, Zeyd ferâsetle hissetmiş. Ve kendisini ona zevc olacak fıtratta kendine küfüv bulmadığından, mânevî imtizaçsızlığa sebebiyet verdiği için tatlik etmiştir. Allah’ın emriyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm almış. Yani,  “Biz onu sana nikâhladık.”[5]   işaretiyle, o nikâh bir akd-i semâvî olduğuna delâletiyle, harikulâde ve örf ve muâmelât-ı zâhiriye fevkinde, sırf kaderin hükmüyledir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o hükm-ü kadere inkıyad göstermiştir ve mecbur olmuştur; nefis arzusuyla değildir.
“[6]

   7- Hz. Cüveyriyye Validemiz.

   Cüveyriyye validemiz, İslâm’a düşman olan  Beni Mustalik kabilesinden idi. Hicretin beşinci senesinde vukuu bulan bir gazvede kocası ölmüş, kendisi de esir düşmüştü. Serbest bırakılması için kendisinden çok miktarda fidye istendi. Fakat onun bunu verecek gücü yoktu. Peygamber efendimizin yanına gelerek şöyle dedi. “Benden istenen bu  fidyeyi ödeme gücüm yok, size iltica ediyorum, bana yardım ediniz”  Bunun üzerine Hz. Peygamber, ondan istenen fidyeyi kendisi ödedi ve böylece  Hz. Cüveyriyye Efendimizin cariyesi oldu. Cariyelerin Hz. Peygamber’e helal olduğu bir ayette şöyle ifade buyrulur:

    “Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helâl kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikâh etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”[7]

    Allah Resûlü, daha sonra onu azat etti. Hürriyetine kavuşmanın süruru içinde olan bu kadın  Peygamber Efendimiz’le beraber Medine’ye geldi.  Babası ile iki kardeşi de ondan istenen fidyeyi ödemek üzere Medine’ye geldiler. Kızının fidyesinin Hz. Peygamber tarafından ödendiğini öğrenen babası, O’nun bu mürüvveti ve alicenaplığı  karşısında eğildi ve adeta  eridi. “Hz. Muhammed hakiki bir peygamberdir.” diyerek iki oğlu ile beraber İslâmiyet’e girdi. Sonra Peygamber efendimize: “Ey Allah’ın Resulü kızımızı izdivacınıza alarak onu ve bizi şerefyab ediniz” dedi.  Hz. Peygamber  Hz. Cüveyriye’yi nikahı altına aldı ve onu “ümmü’l- mü’min”in yani mü’minlerin annesi olma şerefine nail etti. Sahabeler de: “ Madem ki, bu kabile ile aramızda akrabalık oluştu.” diyerek Hz. Peygamber’in hatırı için Ben-i Mustalik kabilesinden esir olanların tamamını serbest bıraktılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:“Kavmi ve milleti için bundan daha bereketli ve hayırlı bir  kadın görmedim” Nitekim bu izdivaçtan sonra Hz. Cüveyriye validemizin kabilesi İslâmiyet’e girmişlerdir.

      8-Ümmü Habibe Validemiz.

      Ümmü Habibe validemiz Ebu Süfyanın kızıdır. Kocası ile beraber Habeşistan’a hicret eden ilk Müslümanlardandı. Kocasının Müslümanlıktan dönmesine rağmen, kendisi  Müslümanlıkta sebat etmişti. Kocası da vefat edince diyar-ı gurbette  çaresiz ve kimsesiz  kalmıştı. Mekke’ye de geri dönmesi mümkün değildi. Çünkü o zaman henüz Müslüman olmayan babası Ebu Süfyan Müslümanlığın en azılı düşmanı idi. Annesi Hind ise Uhud’da şehit ettirdiği Hz. Hamza’nın ciğerlerini çıkarıp kanını içecek kadar İslâmiyet’e gayz ve nefret duymakta idi. Böyle bir anne babadan ne beklenirdi ve onların yanına nasıl gidilirdi?  Ümmü Habibe validemiz Hz. Peygamberin Medine’ye hicret ettiğini duymuştu. Medine’ye hicret eden Allah Resulü Habeş kralı Necaşiye bir mektup yazarak onu İslâmiyet’e davet etmiş ve kendi himayesinde bulunan ümmü Habibe’yi de nikahlamak istediğini bildirmişti. Mektubu alan Habeş kralı onu yüzüne gözüne sürerek Hz. Cafer’in huzurunda kelime-i şehadet getirerek İslâmiyet’le şereflendi. Daha sonra Ümmü Habibe’nin vekili Halid bin Said ve   Hz. Peygamber’in vekili  olarak da kendisi nikahı kıydı. Ümmü Habibe’nin mihrini de kendisi karşılayarak bir çok çeyiz ve hediyelerle onu Medine’ye gönderdi.  Allah’ın Resûlü, İslam yolunda akrabalarını terk ederek hicret eden bu sadakatli hanınla evlenmek suretiyle  kendisine sahip çıkmış ve bu  asîl kadını şereflendirmiştir. Bu evlilikten sonra Ebu Süfyan’ın İslâm’a karşı tutumu yumuşamaya başlamıştı.

     9-Hz. Safiyye Validemiz.

     Hz. Safiye (r.a) Hayberli bir Yahudi kabilesinin reisi olan Huyey’in kızıdır.  Harun peygamberin neslindendir. Müslümanlara esir düşmesi sonunda Hz. Peygambere düşen ganimetler arasında idi. Resulüllah Efendimiz (s.a.v) Safiyye’ye:“İstersen hür olarak kabilene döner, istersen Müslüman olarak bana zevce olup ümmül müminin arasına girersin. Bu iki tekliften birisini kabul etmekte serbestsin.” dedi. Peygamberin bu teklifi ve  mürüvveti karşısında ziyadesiyle mesrur olan bu kadın, Müslümanlığı kabul ederek O’na zevce olma şerefine nail oldu. Bu izdivaçtan sonra İslam dini aleyhinde olan Yahudilerin  bir kısmının düşmanlığı azalmış oldu.

     10- Hz. Meymune Validemiz

     Harisin ve Hind’in kızı olan Meymune Bere, Amr bin Sasaa kabilesine mensuptu. Efendimizle evlendiğinde otuz altı yaşında dul bir kadın idi.  Hz. Peygamberin dul kadınları nikahı altına aldığını duyan Hz. Meymune O’na zevce olma arzusunda idi. “Beni sadece nikahına alsa razıyım.” diyordu. Hz. Peygamber (s.a.v) hicretin yedinci senesinde umre için Mekke’ye gelmişti. Kendisinin yanına gelen amcası Abbas, O’nun, Meymune ile nikahlanmasını teklif etti. Hz. Peygamber, kendi  yanında hatırı pek yüce olan amcasını kırmadı ve Meymune ile nikahlanmayı kabul etti. Allah Resûlü,  Kureyş kabilesinden olmayan Meymune validemizle evlenmek suretiyle onlarla da bir akrabalık bağı oluşturmuştur.

   11- Reyhâne ve Mâriya Validelerimiz

    Resulullah Efendimiz’in (s.a.v.) Reyhâne ve Mâriye adlarında iki de cariyesi vardı. Reyhâne validemiz, Yahudi Kabilesinden Kureyza ile yapılan bir savaşta ganimet olarak ele geçirilmişti. Hz. Peygamber  (s.a.v.) onu azat etti ve kendisiyle evlenme veya cariye olarak kalma arasında serbest bıraktı. Reyhâne, cariye olarak kalmayı tercih etti. Reyhâne, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) veda haccı dönüşünde vefat etti. Cenazesini bizzat Resûl-i Ekrem Efendimiz kıldırdı ve Baki mezarlığına defnetti.

   Mariye validemizin ise,  babası Şemûn adında Mısır’lı bir Kıpti ve annesi ise Rum asıllı bir Hıristiyandı. Kıpti kavminin reisi olan Mukavkes’ın sarayına cariye olarak gelmişti.  Hz. Peygamber (s.a.v), Mukavkıs’ı İslâm’a davet etti. O Müslümanlığı kabul etmedi, ancak saltanatının yıkılacağından korktuğu için Peygamber Efendimize Mariya ile kendi kardeşi Şirin’i bir çok hediye ile beraber cariye olarak göndermişti. Bu cariyelerin ikisi de Medine’ye varmadan yolda Müslüman oldular.

    Hz. Peygamber (s.a.v), Şirin’i Hasan bin Sabit’e hediye etmiş, kendisi de Hz. Mariya ile evlenmiş ve ona bir cariye gibi değil, nikâhlı bir eş  olarak muamele edip kendisine son derece değer vermiştir.

    Hz. Mariye validemizden İbrahim dünyaya gelmiş ve bu bakımdan kendisi Ümmü’l Veled ünvanını kazanmıştır.  Mariya validemiz Hicretin 16. yılında vefat etmiş, cenaze namazı Hz. Ömer (r.a) tarafından kıldırılmış ve Cennet’ül Bâki’ kabristanına defnedilmiştir.

    Peygamber Efendimizin Hz. Hatice validemizden dünyaya gelen çocuklardan, Hz. Fatma validemizin dışındakilerin hepsi vefat etmiş ve diğer hanımlarından da çocuğu olmamıştı.  Allah Resûlü (s.a.v), bir evlat sahibi olma arzusuyla Hz. Maria validemiz ile izdivac etmişti. Nitekim Hz. İbrahim bu evliliğin meyvesidir. Ancak o da küçük yaşta vefat etmiştir.

    Hz. İsmail’in validesi olan Hacer validemiz “Gıpti” kabilesine mensuptu. Maria validemiz de o kabileden idi. Amr bin As   Mısır fethine gidince Mukavkıs’e Peygamber Efendimiz’in şu vasiyetini söyledi. “Mısır’ı fethederseniz ahalisine iyilikle mukabele edin. Zira onların bizim yanımızda rahim ve hısımlılıkları vardır.

Mehmed Kırkıncı


[1] Ahzap Suresi 33/36

[2] Ahzap Suresi 33/37

[3] Tecrid-i Sarih, cilt,4

[4] Ahzâp Suresi, 33/40

[5] Ahzâp Suresi, 33/37

[6] Mektubat

[7]  Ahzap Suresi 33/50

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: