Psikolojik açıdan Bediüzzaman

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin şahsiyeti ve eserleri ilk kez bir psikiyatrist gözüyle analiz edildi. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kaleminden çıkan ‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman‘da (Nesil Yayınları) bambaşka bir Said Nursi ile karşılaşacaksınız.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi hakkında çok şey yazıldı, çok çalışma yapıldı bugüne kadar. Hayatı kaleme alındı, eserleri tahlil edildi, yaşamını anlatan filmler de çekildi. Ancak Üstad’ın şahsiyetine ve eserlerine psikiyatrist gözüyle hiç bakılmamıştı. Böyle bir çalışma yapılmak istense nasıl bir yol çizilirdi acaba? Hem onunla ilgili yazılmayanları aktarmak hem de psikolojik tahlillerde bulunabilmek… Prof. Dr. Nevzat Tarhan, işte tam da sözünü ettiğimiz gibi bir eser hazırladı: Çağın Vicdanı Bediüzzaman.

Tarhan, Üstad’ın hayatını ve eserlerini incelemeye başladığı ilk zamanlarda şaşkınlığa kapılır. Onu okudukça adeta keşfedilmemiş bir arazide bulur kendini. Bu yüzden onun kadar tarihte yanlış anlaşılmış bir şahsiyete az rastlandığını düşünüyor. Yine bu yüzden ki onun hakkında kalem oynatmayı mayınlı araziye girmeye benzetiyor.

Üstad’ı psikolojik açıdan yazmaya karar vermesinin gerekçesini de şöyle anlatıyor yazar: “Sahici bir insan, şefkatli bir üstad, yoksul ama kanaat zengini bir hoca, müthiş bir bellek, keskin bir zekâ, şaşırtıcı bir muhakeme gücü ile karşı karşıyaydım. Balık okyanusta doğar, büyür, yaşar ve ölür; fakat okyanusu bilemez. İnsanoğlu mucize içindeyken mucize bekler, mucizeyi bilemez. Bunun gibi, hakikatin kölesi olmuş hür adam Bediüzzaman’ı bilememişiz.

Prof. Tarhan, kitapta Üstad’ın karakterini, cümlelerini, hayata bakış açısını psikiyatrist gözüyle inceliyor. İşte Nevzat Tarhan’ın ‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman’ isimli kitabından psikolojik analizler…

Neden sıra dışı olmaya çalıştı?

Bediüzzaman Said Nursi, 1907’de İstanbul’a geldiğinde Şekerci Han’daki odanın kapısına “Bütün sorulara cevap verilir, hiç soru sorulmaz.” diye bir yazı asar. Bu cümle halkta yankı uyandırır ve oldukça da eleştirilir. Tarhan, bu davranışın psikososyal analizinin iyi yapılması gerektiğini düşünüyor. Çünkü bu durum bazılarının anladığı gibi ‘her şeyi bilirim‘ durumu ya da ukalalıkla sınırı çizilecek kadar dar çerçevede düşünülmemeli. Üstad, doğudan yöresel kıyafetleriyle gelen bir âlim. Osmanlı ulemasının asırlardır yetiştiği ve ilmiye sınıfının bulunduğu İstanbul’da bu kişiyi kim dinlerdi? Osmanlı’da maliye, mülkiye, ilmiye gibi sınıflar vardı. Said Nursi’nin ilmiye sınıfında gördüğü yanlışlardan biri de taassuptu (bağnazlık). Bu taassup nedeniyle ezberi bozabilmek için sıra dışı bir şeylerin yapılması gerekiyordu. İlmiye sınıfının dikkatini ve ilgisini çekip yeni sorular sordurtmak, yeni yorumlar yaptırtmak, yeni düşünce kalıpları oluşturmak gerekirdi. Üstad da ilmi bilgisini sergilemek ve ilmiye sınıfı arasında merak ve hayret duygusunu uyandırmak istemişti ve bunu başardı.

Şiddete şiddetle cevap vermedi

Bediüzzaman, inandığı dava uğruna defalarca sürgüne gönderildi, şiddet uygulandı, on sekiz kez zehirlendi. Ancak o bütün bunlara karşı cevap vermek yerine, onların vicdanlarını harekete geçirecek, düşünmeye sevk edecek eserler yazdı. Yani onları yalnızlaştırma yöntemini seçerek saldırgan olanların taraflarını azalttı. Tarhan, bu durumu “çatışmalı iletişim” başlığı altında, kişisel savaş stratejilerini örnek vererek anlatıyor. Buradaki amacın bağıran kişinin beyninin öfkelenen kısmı değil, düşünen kısmını harekete geçirmek olduğunu söylüyor.

Güvene dayalı iletişim

Bediüzzman’ın en önemli özelliklerinden biri de öğrencileriyle kurduğu iletişim. Onlarla güvene dayalı öyle bir ilişki kurduk ki, o bağ giderek kuvvetleniyor. Tarhan’a göre güvenin oluşması için karşı tarafın anlaşılması, dinlenmesi ve ona değer verildiği duygusunun oluşturulması gerekir. Bediüzzaman talebeleriyle arasında sınıfsal bir üstünlük düşündürtmeden eşitler ilişkisini başarıyla sürdürdü. Bir taraftan koskoca padişaha itirazını hiç çekinmeden dile getirirken, diğer taraftan eserlerini yazan köylülere çay ikram etti. Çelişki gibi görünen bu davranış onun ‘ego odaklı’ değil, ‘ego ideali odaklı’ yaşadığını gösteriyor.

Bilimsel metotları nasıl kullandı?

Bediüzzaman, din ilimlerine önem verdiği gibi fen ilimlerinin de muhakkak incelenmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu sebeple dini ve bilimi bir arada açıklama iddiasındaydı. Tarhan, üstadın eserlerinde bilimsel metodolojiyi nasıl kullandığını da anlatıyor. Bütün mantık kurallarını ve akıl yürütme yöntemlerini uyguladığını, tümdengelim, tümevarım, mukayese, analoji gibi mantık kurallarını kitaplarında kullandığını söylüyor.

Egosunu ön plana çıkarmamayı beynine nasıl kodladı?

Günümüz insanının en temel problemlerinden biri ego. İşte, evde, yolda her yerde ego patlaması yaşıyor insanoğlu. Ego girdabının içindeyiz. Nevzat Tarhan Bediüzzaman’ın insanın egosunu besleyen durumlarla nasıl baş ettiğini, hatta beynine bunu nasıl kodladığını anlatıyor. Nasıl bir ‘ego ideali’ geliştirdiğini, ego savaşlarına izin vermediğini, sözlerini ve davranışlarını örnek göstererek anlatıyor. Mesela asla hediye ve ziyaretçi kabul etmemiş, hastalandığını söylemiştir. Çünkü gerçekten insanların iltifatlarıyla karşılaştığında hastalanmıştır. Bir insanın hayatında en çok çabaladığı, gayret ettiği, gücünü, enerjisini, bütün psikolojik yatırımını yönettiği alanı, idealleridir. Üstad, “Kimin himmeti millet ise, o kimse tek başıyla küçük bir milletir.” der. Ama eğer kişinin himmeti onun egosuna dönükse, o insan sadece egodur. Hz. Peygamber’in “En hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır.” sözünden de hareket etmiştir. İslam dininde “En hayırlınız kendinize en faydalı olanınızdır.” denmez. Kur’an-ı Kerim öğretisinde egosunu tatmin eden insanlar yoktur, bilakis topluma ve çevresine en faydalı insanı yetiştirmek hedeflenir.

 Fatma Turan / Zaman Gazetesi