Rabita-i Mevt İhlası Kazandırmaya Ana Vesiledir

İhlâsı kazandıktan sonra, ayrıca muhâfaza edebilmek için de gayret sarfetmek gerekiyor. Bu tesbitlerimizi sırayla arzedeceğiz.

        “İnsanlar helâk oldu, âlimler müstesnâ. Âlimler de helâk oldu, ilmiyle amel edenler müstesnâ. Amel edenler de helâk oldu, ihlâs sâhibleri müstesnâ. İhlâs sâhiblerine gelince onlar da,  pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.”

Gördüğünüz gibi ve ma`lûmumuzdur ki,  yukarıdaki Hadis-i Şerifte (nâs) ile (alîm) arasında (Helâk)  olduğu gibi, (alîm) ile (âmil) arasında da yine (Helâk)   vardır. Hem (âmil) ile (muhlis) arasinda dahi (Helâk)   vardır. Fakat bu üç (Helâk)’tan ve  âdetâ elekten kurtulduktan sonra  da, hatarin azîm yâni, büyük tehlike uçurum var. Şimdi, ilk tehlike veya helâk ma’nasındakin‘den kurtulmak için ne yapmamız lâzım geldiğini arzetmeye çalışacağız. İster istemez bu dört elekten geçeceğiz.

Bir kısmımızın maalesef hiç okumadığı,  bir kısmımızın ayda iki def’a okuduğu, az bir kısmımızın da ayda altı def’a okuduğu 21. İhlâs Lem’asında Aziz,  Müşfik Üstâdımız şöyle emir ve tavsiye ile irşâd ediyor ve diyor ki:

“Ey hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarım! İhlâsı kazanmanın ve muhâfaza etmenin en müessir bir sebebi, râbıta-i mevttir. Evet ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevkeden, tûl-i emel olduğu gibi; riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, râbıta-i mevttir. Yâni: Ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.” diyor. Evet, evvelâ kendi ölümünü düşünerek râbıta-i mevt yapmalıdır.

O halde 21. İhlâs Lem’asını okudukları halde, ardından tezâhür eden ihlâssız hareketler neden olsun diye düşünüyoruz? Büyük ihtimalle râbıta-i mevti yaparak ihlâsı gereği gibi muhâfaza edememekten meydana geldiğini bazı müşâhede ve duyuşlarımızla tesbit etmiş oluyoruz.

O zaman hatırımıza şu suâl geliyor: Emredilen râbıta-i mevti sevgili kardeşlerimiz neden ihmâl ediyorlar, neden râbıta-i mevti yapamıyorlar acaba?

Tesbitlerimizin doğurduğu düşüncelerimize göre, bunun bulabildiğimiz birkaç sebebini arzetmeye ve beraber düşünmeye çalışacağız. Evvelâ,  Üstâdımız 21. Lem’ada râbıta-i mevti ne şekilde  tavsiye buyuruyor? Aynen şunları okuyoruz:

“Hadîste -ev kemâ kâl- yâni, “Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!” diye bu râbıtayı ders veriyor.” diyor. Demek ki, “Ölümü çok zikrediniz!” diyen Peygamberimiz Hazret-i.Muhammed’dir. (A.S.M.) Fakat ölümün bir zâhiri var, bir de hakikatı var.

İrşâd ise ekseriyete göre yapılır; Ekseriyet,  a’vâmdır. Onlar yâni, a’vâm (ölümün haki-katını) bilemedikleri ve ruhun mazhâr olacağı hârika Cennet âlemlerini  birden düşünemiyecekleri için, mevtin zâhirinde cereyan eden acı ve dehşet verici ceseddeki inhilâl, dağılma, çürüme ile âşikâre görünen tahribkâr hâli görerek şöyle bir ihtâr alıyor, “Ey insan! İşte sonun budur!” Böylece görerek, insanın, hayattan aldığı ve alacağı lezzetler tahrib olup acılaşıyor ve ancak bundan sonra uzun emellerinden vazgeçebiliyor.

Eğer bizler de a’vâm gibi, mevtin zâhirine bakarsak ve ölümü yalnız cesedi yok eden korkunç, dehşetli vaziyetine göre mütâlaa edersek,  fâsık ve fâcir ehl-i îmân,  ehl-i dünya ve ehl-i dalâletin ölümden ürküp, korkup kaçmaları gibi, evet aynen onlara benzer bir tarzda, inanç olarak değilse de, şekil i’tibâriyle, tıpkı onlar gibi, ölümün yalnız zâhirine bakarak ve dehşete düşerek böyle tezâhür eden ölümü maalesef hatırlamak bile istemeyeceğimiz muhakkaktır. Hatırlamadığımız için düşünmeyecek ve emredilen râbıta-i mevti yapamıyacak ve neticede maalesef ihlâsımızı muhâfaza edemiyeceğiz. Hattâ çok şâyân-ı dikkat sözlerle bu haller şu gibi lâflarla maskelenecek. Meselâ: “Şimdi ölümden bahsetme! Hizmet edeceğiz! Hizmet zamanıdır.” diyenleri dinleyeceğiz. Hattâ maalesef büyük bir ekseriyet, bazı imâm, ülemâ-üs su’ (kötü)hocaların yanlış telkinâtıyla “Ölüm istenilmez!” bile diyebiliyorlar. Yâni, ölümü düşünme, ölümü isteme! Yaşamana bak!

Demek ihlâsı muhâfaza için evvelâ (ölümün hakikatı nedir?) mes’elesini halletmek lâzım imiş ki, râbıta-i mevti kolayca yapabilelim.  Her hususta olduğu gibi bu hususta da Aziz Üstâdımızın sarih beyânlarına te’vilsiz inanmak, almak ve tatbik etmek gerekmektedir.

Şimdi neyi bilirsek, neyi anlarsak râbıta-i mevti kolayca yapabileceğimizi,  tesbit edebildiğimiz üç maddede izâha çalışacağız:

1- RÂBITA-İ MEVTİ, ÖLÜMÜN HAKİKATINI VE MÂHİYETİNİ BİLEN KÂMİL İNSAN OLMAKLA DÂİMİ YAPABİLİRİZ. 

Üstâdımız hepimizin çok okuduğu,  iyi bildiği Yedinci Söz’de 31. Sayfada bu hususta ne diyorsa,  tekrar bir daha dikkatle okuyalım:     

“Ölüm” diyor Üstâdımız,  “insan-ı mü’mini, zindân-ı dünyadan bostân-ı cinâna, huzûr-u Rahmân’a götüren bir müsahhar at ve burak sûretini alır. Onun içindir ki: Ölümün hakikatını gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler. Daha ölüm gelmeden ölmek istemişler!” diyor.

 “İnsan-ı mü’mini” diyor.  Öyleyse biz ehl-i îmân olarak şöyle diyebiliriz:

“Ölüm, ehl-i îmân için bir terhistir; ecel, terhis tezkeresidir. Bir tebdil-i mekândır, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesi ve kapısıdır. Zindân-ı dünyadan çıkmak ve bağistân-ı cinâna bir uçmaktır. Hizmetinin ücretini almak için huzûr-u Rahmân’a girmeğe bir nöbettir ve dâr-ı saâdete gitmeğe bir dâvettir diye kat’î anladığımdan, ölümü ve mevti sevmeğe başladım.” 2. Ş: 16

Dünya sevgisi çengelinden sıyrılıp sağlam kurtulacaktır. B Ms:  391, Ruh,  bizâtihî kâimdir. Cesed harâb olursa daha ziyâde serbest olur, melek gibi göğe uçar.  B Ms: 258, Ruh,  zîvücûd ve zîhakîkat-ı hâriciyedir..Daha kavîdir. Çünki, zîşuûrdur. Daha dâimidir, çünki hayydır, zîhayattır. İnsan  kaç sene yaşamış ise o kadar beden değiştirdiği halde, bilbedâhe aynen bâki kalmıştır. 28 S: 516, 517”

2- HAZRET-İ YÛSUF’UN (A.S.) ÖLÜMÜ NEDEN İSTEDİĞİNİ BİLMEKLE, RÂBITA-İ MEVTİ KOLAYCA YAPABİLİRİZ: 

İşte Hazret-i Üstâd bu husûsta 23. Mektûb: 283’de şöyle diyor:

“Şu ferâhlı ve saâdetli vaziyetten daha saâdetli, daha parlak bir vaziyete mazhâr olmak için, Hazret-i Yûsuf (A.S.) kendisi Cenâb-ı Hak’tan vefâtını istedi ve vefât etti; o saâdete mazhâr oldu. Demek o dünyevî lezzetli saâdetten daha câzibedâr bir saâdet ve ferâhlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki; Hazret-i Yûsuf (A.S.)  gibi hakikat-bîn bir zât, o gâyet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gâyet acı olan mevti istedi, tâ öteki saâdete mazhâr olsun.”

Öyle bir saâdet ki, dünyanın bin sene hayat-ı mes’udanesi, bir saatine değmeyen Cennet hayatı ve Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat Zât-ı zül Celal’in müşahedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh mekân ve saâdettir o.

3- ÜSTÂDIN MEYYİT NÂMINI ALMASININ SEBEBİNİ ANLAMAKLA, RÂBITA-İ MEVTİ KOLAYCA YAPABİLİRİZ:

 “Said-ün Nursî dahi meyyit hükmünde idi. Risalet-ün Nur ile ihya edildi, onunla hayat buldu.” Said Umûmî Harbde maddî ve dehşetli bir mevtten dahi hârika bir tarzda kurtulması ve felsefe ve gafletten gelen ma’nevî ve şiddetli bir ölümden necât bulması ve Kur’ânın âb-ı hayatıyla tâze bir hayata girmesi tarihidir.” 1.Ş:694, “Kat’î bir kanaat verdi ki, kelimesine tam münâsib Said’dir. Bu âyet Risâle-i Nûr tercümânı olan Said’i “meyyit” ünvânıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki:        Mevtin muammasını ve tılsımını Risale-i Nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i îmâna çok ünsiyetli, sürûrlu, nurlu bir hakikat keşfedip isbât etmiş. Ve mevt-âlûd hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhâda karşı, bâkiyâne hayat-âlûd muvakkat bir mevt-i zâhirî ile gâlibâne mukâbele eder. Ehl-i ilhâd, gayr-ı meşrû müştehiyâtının ibâhesiyle süslendirmesine mukâbil, Risâle-i Nûr, mevti o aldatıcı, fâni hayata karşı çıkarıp lezzet ve zînetini zîr ü zeber eder. Ve der ve isbât eder ki: “Mevt ehl-i dalâlet için i’dam-ı ebedîdir ve o dehşetli darağacından kurtaran ve mevti, mübârek bir terhis tezkeresine çeviren yalnız Kur’ân ve îmândır. 1.Ş: 695

Bu hakikatleri siz kardeşlerimle paylaşan: Abdülkadir. HAKTANIR

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: