Rahat Meyli ve Yazmak

Bir iftar sofrasındaki sohbette, neşredilmesini teklif etmek maksadıyla yazı yazan birisinden bahsedilirken o sofradakilerden birisinin -sanki bu mevzuda sadece kabiliyet yeterliymiş gibi- “Madem ki kabiliyeti var, yazsın..” şeklindeki sözünü çok yadırgamıştım ve yıllarca gazetelerde köşe yazarlığı yapmış bir yazarın, “yazarlığın sadece yüzde onu kabiliyet; yüzde doksanının ise ter (çalışmak) olduğu” sözünü bana düşündürtmüştü. İnsanların çoğunun da, yazarlık hakkındaki fikri, o iftar sofrasında yadırgadığım sözü söyleyeninki gibidir. Öyle yanlış bir düşünce ile, kendilerini neşredilmesini teklif etmek maksadıyla yazarlık yapmamak mevzuunda mazur görmeye ve göstermeye çalışırlar!.

Halbuki, neşredilmesini teklif etmek maksadıyla yazmakta fikirleri derlemek, toplamak, dağınıklıktan kurtarmak, çeki-düzen vermek ve bir mantık silsilesi içinde intizama sokmak vardır.

O maksatla yazmak yoluyla fikirlerini teftişe arz eden, onları kontrolsüzlükten, başıboşluktan, derbederlikten kurtararak onlara en iyi şekli vermeye de çalışabilir. Bu gayretinin neticesinde meydana çıkana önce bizzat kendisi bakarak, yazmış olduklarının ilk okuyucusu, ilk tetkik edicisi, ilk tahlil edicisi, ilk tenkit edicisi ve ilk tashih edicisi olabilir ve bu faaliyetlerini birçok defalar -bu mevzudaki hassasiyetinin derecesi ile mütenasip olarak- tekrarlayabilir. Bu faaliyetleriyle, yazdıklarında başkalarının bulabileceği hatalarını onlardan daha önce kendisi bulabilir ve düzeltebilir. Başkalarından önce tahlilleri, tenkitleri, tashihleri kendisi yapabilir.

Bu “öncelik hakları” aslında mühimdir; bu “öncelik hakları”nın kıymeti bilınmeli ve iyi kullanılıp semeresi alınabilmelidir. Zihinde doğan fikirlerin bu şekilde gizlilikten alenîliğe çıkışı ve yazılarak kaydedilmiş hale gelişi ile onların mahiyetleri üzerinde tetkik, tahlil, tenkit ve tashih daha iyi yapılabilir. 

Fikirlerin bu şekilde yazıya dökülmesi ve onların daha sonra da umuma teşhiriyle teftişe sunulması, her teftişteki gibi, bu teftişi verene de zor gelebilir; ama bunu kabulün zor gelmesi, fikirlerini umumun teftişine sunmaktan kaçmanın kâfi ve haklı bir sebebi kabul edilemez. Çünkü doğru fikirleri umumun teftişine sunmanın faydaları çoktur ve onun zorluklarına galebe eder.

Neşredilmesini teklif için yazmak vesilesiyle fikirlerini bu teftişe hazırlamak ihtiyacını hisseden, muhakeme tarzındaki ve ifade şeklindeki eksiklerini, hatalarını, az gelişmişliklerini tashih ve tekâmül ettirebilmeğe daha fazla müteveccih ve mecbur olabilir; çünkü bu ona vazgeçilemez ve ihmal edilemez ciddî bir vazifesi halinde görünebilir.

Neşredilmesini teklif için yazmak vasıtasıyla fikirlerini umumun teftişine arz etmeyenlerde ise, bu mevzulardaki mükellefiyet ve mecburiyet hissi daha zayıf ve muhayyer kalabilir. Çünkü sadece kendilerine saklayıp yazılı bir halde umuma arz etmek istemedikleri fikirlerini kendilerinin murakabe etmesi ihtiyacı onlarda daha az olabilir.

Tabiî ki bunlar, umumî olarak söylenebilecek hususlardır ve istisnaları da vardır.

Neşredilmesini teklif için yazmanın “umumun fikrî teftişine hazırlanmak yoluyla kendi fikrî tekâmülüne medar olabilmesi”, onun zorluğunu unutturması icap ettiren calib-i dikkat bir hususiyetidir.

Bu mahiyetteki yazmanın zorluğundan ürkmeden ve yılmadan, fikirlerini murakabe faaliyetinde bulunarak onları tashihe, tanzime, en iyi ve doğru istikamete tevcihe çalışmak, sonra da onları ifade şeklinde ayni çalışmaları devam ettirdikten sonra umuma arz etmek, bilhassa iletişim teknolojilerinin ve imkânlarının çok geliştiği ve insanların büyük çoğunluğunun onları çok kötü maksatlarla kullandığı asrımızda belki her mükellef için “farz-ı kifaye” olmaktan da çıkmış ve “farz-ı ayn” haline gelmiş olan “emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i an’il-münker”i yapabilmek için çok hayırlı ve faydalı bir tavsiyedir.

Her hayırlı işe karşı çıkmak için insanın irade ve karar mekanizmasını hataya sevk etmeye uğraşan ve bu hususta çeşitli silâhları kullanan şeytan, ekserî hallerde olduğu gibi, insanlardaki “rahat meyli”ni tahrik ile onların bu hayırlı ve faydalı işi yapmalarına manî olmağa çalışır; yapılacak işin zorluklarını insanların gözünde büyüterek, onları bu işten alıkoymaya gayret eder ve ekseriya da muvaffak olur!.

“Rahat meyli” böylece, bu konuda ve bazen de başka konularda insanların hem dünya hayatlarındaki ve hem de ebedî hayatlarındaki birçok kayıplarının bir müsebbibi olabilir.

Halbuki insanlar, meşakkatli gibi gelen mühim ve hayırlı işlerde “rahat meylini” -peşine talip olmak zaaflarının esiri olarak- dünyada tatmine çalışmaları ile o mühim ve hayırlı işlerden geri kalmaktaki zararlarını iyi düşünebilmelidirler.

İnsanlardaki en fazla kontrole muhtaç meyillerden biri olan “rahat meyli” ile alâkalı şu sorunun doğru cevabını da düşünmek gerekir:

“-İnsanlar dünyada yaşarken bütün niyet, karar ve davranışlarında ‘rahat meyli’ni ön plana alsalar, acaba onların neticede elde edebilecekleri ‘rahatlık semeresi’ ne olabilir?”

Bütün niyet, karar ve davranışlarında “rahat meyli”ni ön plâna alan insanlar, dünyada belki de hiç rahat bulamayabilirler! Dünyada “rahat meyli”ni esas alanlar, âhireti kazanabilmek için yapmaları icap eden ibadet ve hizmetleri ihmal edecekleri için, âhirette de rahatı bulamazlar!

İnsanların dünyada ne kadar yaşayacağı belli olmadığı gibi, ömürlerinin mükellef, âkil ve bâliğ olmadan önceki bir kısmı “çocukluk devresi” halinde; vücutlarının acz, zaaf ve hastalıklarının eza verdiği diğer bir kısmı da “diğer ve ihtiyarlık devreleri” halinde, onların “rahat meyli”ni tatminden uzak olarak geçmektedir. İnsanların erkek olanlarının gençlik devreleri, büyük bir ekseriyetle, dünyada maişet vasıtaları olabilecek meslekleri kazanmak için hazırlanmalarıyla geçer ve onlara “rahat meyli”ni tatmin imkânını vermez. Tahsille, askerlikle, gurbetlerle, çeşitli mahrumiyetlerle, musibetlerle ve sıkıntılarla dolu bazı ömür safhaları, aslında onlara dünyada rahatı aramamayı ikaz eder; fakat onlar ekseriya bu ikazları anlamazlar! Kadınların da bilhassa asıl meslekleri olan annelikte hamilelikleri, çocuklarının küçük yaşlarındayken bakımları onların “rahat meyli”ni tatmine  ekseriya mani olur.

Dinî kaynaklarımızda açıkça belirtildiği gibi, bu dünya aslında rahat yaşamak yeri değildir. İnsanlar bu dünyaya kendi istekleri ile gelmedikleri gibi, rahat bir fanî ömür sürsünler; sonra ölsünler, toprağa karışsınlar, diye de gönderilmemişlerdir! İnsanların bu dünyaya gönderilmelerinin asıl maksadı ve gayesi: Hâlik-ı Kâinatı tanımak ve ona iman ile ubûdiyet etmektir. 

İnsanlar, bu dünyadaki varlıklarının asıl sebebine uygun olarak yaşamaya ve içlerine Yaratıcı tarafından dünyadaki imtihanları için konulmuş “rahat meyli”nin dünyada tam tatminini istemenin bu dünyadaki aslî vazifelerini yapmasına mani olacağını idrake çalışmalıdırlar.

İnsanların kısa dünya hayatlarına sığışmayan çeşitli meyillerinin ve isteklerinin bulunması, aslında bunların karşılığının verilebileceği ebedî bir âhiret hayatının varlığının da birer isbat vasıtasıdırlar. İnsanlar kendilerindeki “rahat meyli”ne de bu anlayışla bakabilmeli; onların içine o meyli koyanın, o meyli kullanmaları şekliyle de onları bu dünya hayatında imtihan ettiğini, “rahat meyli”nin de karşılığının, ebedî Cennet hayatında fazlasıyla verilebileceğini, düşünmelidirler.. “Vermek istemeseydi, istemek vermezdivecîz sözü, “rahat meyli”ni kullanmak imtihanında da insanlara mühim bir uyarıcı olmalıdır.

Dünyada yapmaları icab eden vazifelerini “geçici ve kısa bir rahatlıkları için” ihmal etmek; insanların kendi nefislerindeki bazen galip gelemedikleri ve uğrunda çok hayırlı işleri terk ettikleri “rahat meyli”ne, onların ebedî âhiret hayatlarını da içine alacak şekilde ters düşmektedir!..

Mustafa NUTKU

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: