Ramazan’ın Hikmetlerinden Birkaç Damla…

Ramazan orucunun Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine, insanın ferdî ve sosyal hayatına, nefsin terbiyesine ve ilahî nimetlerin şükrüne bakan hikmetleri vardır.

Cenab-ı Hak, yeryüzünü bir sofra gibi çeşit çeşit nimetlerle doldurmuştur. Her yarattığı mahlukuna rızkını zamanında ve şaşırmayarak ulaştırmakla, nasıl bir Rab olduğunu en güzel şekilde gösteriyor.

Gelgelelim, insanlar gündelik hayat meşgalesi içinde bu hakikati tam olarak göremeyebiliyor, bazen de unutuyor. Ramazan ayı geldiğinde ise, iman sahipleri sanki Rablerinin ziyafetine davet edilmişler gibi birden düzenli bir ordu vaziyetine geçerek bu davete iştirak ediyorlar. Böylece, normal zamanlarda gözleri bağlayan gaflet ve esbap perdesi yırtılıyor ve insan kendi üzerindeki rububiyet hakikatini en derin anlamıyla kavrama fırsatını yakalıyor.

Orucun Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinin şükrüne bakan bir boyutu da var. Nasıl ki bize azıcık bir ikramda bulunan kişiye hemen teşekkür ediyorsak, bunca nimeti önümüze seren el-Rezzak’a çok daha fazla teşekkür etmeliyiz. İşte O’na teşekkür etmek, her şeyden önce, başkalarının elinden alıyor görünsek dahi, bize ulaşan her türlü nimeti O’ndan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere muhtaç olduğumuzu hissetmekle mümkündür.

İşte oruç tutmak, hakiki açlık hissedildiği için nimetlerin kıymetini anlamayı sağlamakla, hakiki şükre kapı açıyor. Yoksa, karnı sürekli tok olan bir insanın nimetin değerini kavrayamadığı için aklen ve ruhen şükre yönelmesi mümkün değildir.

Açın halinden anlamak

Ramazan ayında tutulan orucun, öte yandan, sosyal hayata bakan hikmetleri de vardır. Malum olduğu üzere, insanlar kazançları itibariyle farklı farklı yaratılmışlardır. İnsanlar arasında evine doğru dürüst yiyecek götüremeyenler olabildiği gibi, yedi sülalesini doyuracak kadar varlık sahibi olanlar da vardır. Bu farklı kesimler arasında hakiki bir kardeşlik duygusunun meydana gelebilmesi için hiç olmazsa yılın bir ayında benzer bir tecrübenin yaşanması gerekir.

İşte oruçtaki açlık, zenginin fakir insanların acınacak halleri ve açlıklarını hissedebilmesini sağlayarak, bu ihtiyacı karşılar. Zenginler bu şekilde kendi türüne şefkat etmeyi öğrenir Ramazan’da. Toplumsal kesimler arasında düşmanlık ve çatışma duyguları yerine, yukarıdan aşağıya doğru bir şefkat sarmalı tüm toplumu kuşatır. Rabb’in şefkat ve merhameti, zengin insanların ayinedarlığı üzerinden toplumun alt kesimlerine ulaşır. Eğer Ramazan orucu olmazsa veya toplum olarak Ramazan’ın ruhuna erilmezse, çağımızda çok daha belirgin bir şekilde gözlendiği gibi, zenginler fakirlerin halinden anlamaz ve kendi zevklerinin peşinde koşarlar.

Orucun bir diğer hikmeti ise, kişinin kendi nefis terbiyesine bakar. Herkeste mevcut olan nefis, herhalükarda kendisini hür ve serbest farz eden, kendi dışında hiçbir otoriteye boyun eğmek istemeyen bir tabiata sahiptir. Önüne gelen nimetin bir Veren’i olduğunu düşünmek istemez. Tek arzusu, hayvancasına ve hırsızcasına yutmaktır. İşte Ramazan-ı Şerif’te en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi hiçbir şeyin sahibi değildir, Allah emretmedikçe önündeki bir bardak suya bile elini süremez. Böylece nefis rububiyet havasından kurtulur, ubudiyet iklimine girer.

Ramazan orucunun nefis terbiyesine bakan bir diğer boyutu ise, kötü ahlakın tasfiyesine fırsat vermesidir. Yılın diğer aylarında kendini layemut zannedip her türlü seyyiatı işlemeye meyilli olan nefis, bir ay oruç tutmakla, o seyyiattan tamamen kurtulmaya da bir yol bulur. Nitekim, Ramazan ayında pek çok kimse sigara ve içki gibi tiryakiliklerini orucun getirdiği ubudiyet düzeni sayesinde terk eder. Bu çerçeveden bakıldığında, Ramazan orucunun bir yıla dağıtılmayıp tek bir ayda art arda günlerde tutulmasının hikmeti de anlaşılmış olur.

Kur’an’a layığınca muhatap olmak

Ramazan orucunun bir başka hikmeti, hiç şüphesiz, bu ayda nüzul etmeye başlayan Kur’an-ı Hakîm ile ilgilidir. Oruç, bir yönüyle ehl-i imanı Kur’an’a layık bir pozisyona getirir. Kur’an’ın talep ettiği tam dikkat ve yüksek motivasyon, başka şeyleri dert etmeden Kur’an dinleme hali, orucun insanı melek seviyesine yükseltmesi sayesinde sağlanır. Oruçla bedenin ihtiyaçlarından bir süreliğine sıyrılan kalpler, dünyaya ait kaygıları bir kenara bırakarak, sanki Kur’an yeni nazil oluyormuş gibi onu dinlemeye ve ilahî hitaba kulak kesilmeye başlarlar. Bir bakıma Hz. Cebrail ile Peygamberimiz (a.s.m.) arasında gerçekleşen mukabele, herkesin kendi dairesi ve çapı içinde yeniden hayat bulur.

Yüksek kârlı ahiret ticareti 

Camilerde ve evlerde okunan Kur’an tilavetleri, yeryüzünü Kur’an okunan büyük bir mescit derecesine yükseltir. Belki dünyadan uzaya gümbür gümbür Kur’an nağmeleri yayılır.

Nurun her tarafa sirayet ettiği böyle bir ayda, ahiret için yapılan ticaretin de büyük kârları vardır. Ramazan-ı Şerif’te amellerin sevabı, bire bindir. Kur’an-ı Hakîm’in her bir harfinin bu ayda on cennet meyvesine denk gelen bir sevabı vardır. Âyetü’l-Kürsî gibi ayetlerin sevabı ise çok daha fazladır. Bununla beraber, Ramazan ayının en büyük ticareti, Kadir Gecesi’ndedir. İnsanların yılın kalan günlerinde ibadeti terk etmemesi için vakti gizli tutulan Kadir Gecesi, Kur’an ayetinin şehadetiyle bin aydan daha hayırlıdır. Bu, ehl-i imana tanınmış büyük bir lütuf olup, seksen sene ömre karşılık gelir.

Aç kalmaktan fazlasıdır oruç

Fani dünyada fani bir ömür içinde bu kadar büyük değeri kazandıran Ramazan orucu, elbette aç kalmaktan fazlasıdır. Kamil bir oruç tutma iddiasında olanlar, mideleriyle beraber bütün duygularına, kulakları, kalpleri, hayalleri, fikirleri gibi cihazlarına da oruç tutturmalıdırlar. Haram olan şeylerden kaçınarak, boş ve faydasız işlerden geri durarak, bedenî ve ruhî neyimiz varsa hepsiyle oruç tutmaya çalışmalıyız. Çalışmalıyız ki, Ramazan’ın bereketinden azamî derecede istifade edebilelim.

Bu yönüyle bakıldığında dili yalandan, gıybetten ve küfürden koruyarak onu Kur’an ve zikirle meşgul etmek; gözü ve kulağı haram görüntü ve seslerden koruyarak Kur’an dinlemeye sevk etmek de bir oruçtur.

Zaten mide en büyük fabrika olduğu için oruçla o fabrikanın çalışması tatil edilse, göz-kulak gibi başka küçük tezgâhlar kolayca Ramazan’ın nurlu iklimine uyum sağlayabilir.

Bir nevi balondaki ağırlıkları atıp yükselişe geçmek gibi, midenin aç bırakılması da ruh ve kalbin maddi ağırlıklardan kurtularak yükselmesine vesiledir. Bu yükseliş sayesinde, mü’minler derecelerine göre Ramazan ayında ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevî sevinçlere mazhar olurlar. Kalp, ruh, akıl, sır gibi latifeler oruç vasıtasıyla çok terakkilere ve feyizlere yelken açarlar.

Öyleyse, haydi her birimiz şu mübarek ayda, nefsimizin rububiyetini kıralım, aczimizi, zaafımızı ve fakirliğimizi anlayarak hakiki ubudiyet ahlakını kuşanalım.

Allah sağlık ve sıhhat içinde bir sonraki Ramazan ayına kavuşması hepimize nasip eylesin. Âmin.

Oruç tutmak, hakiki açlık hissedildiği için nimetlerin kıymetini anlamayı sağlamakla, hakiki şükre kapı açıyor. Yoksa, karnı sürekli tok olan bir insanın nimetin değerini kavrayamadığı için aklen ve ruhen şükre yönelmesi mümkün değildir.

Fani dünyada fani bir ömür içinde bu kadar büyük değeri kazandıran Ramazan orucu, elbette aç kalmaktan fazlasıdır. Kamil bir oruç tutma iddiasında olanlar, mideleriyle beraber bütün duygularına, kulakları, kalpleri, hayalleri, fikirleri gibi cihazlarına da oruç tutturmalıdırlar.

Ramazan’ın hakkı

Peygamber Aleyhisselam, bir gün ashabına şöyle buyurdu: “Ümmetim, Ramazan’ın hakkını tam olarak yerine getirdiği sürece zillet olmayacaktır!

Dinleyenlerden biri sordu: “Ey Allah’ın Resulü! Ramazan’ın hakkını zayi ederek rezil olmak ne demektir?” Allah Resulü (a.s.m.) şöyle cevap verdi:

Ramazan’da Allah’ın yasaklarının çiğnenmesidir. Kim onda zina eder veya içki içerse, ertesi sene o vakte kadar Allah ve göktekiler ona lanet okurlar. O kimse Ramazan’a ulaşamadan önce ölürse, Allah katında cehennem ateşinden korunmasına vesile edineceği bir iyilik bulunmaz. Ramazan ayına hürmetsizlikten sakının! Çünkü başka ayda bulunmayacak şekilde onda sevaplar kat kat verilir. Günahlar da böyledir.” (Mu’cemu’s-Sağir)

Ömer Baldık

Moral Dünyası Dergisi

Sende yorum yazabilirsin