Risale-i Nur Gençliği

İnsanlığa barış ve huzur atmosferini getirecek Kur’ân medeniyetinin inşasında başrol oynayan gençlerdir Risâle-i Nur gençliği. Onlar ihlasla ve samimiyetle çalışırlar. Hedefleri Hakk’a hizmettir.

Onların tek gayesi, Allah rızasıdır. “Amelinizde yalnız rıza-i İlâhî olmalı” birinci prensipleridir. Cenneti bile ibadetlerine gaye yapmayan abd-i azizlerdir onlar.

Ne yaparlarsa Allah içindir, O’nun yolundadır. Vücudunu Mûcid’ine feda ederler. “Allah için olunuz” hakikati hâkimdir hayatlarına.

Tevhidi nakşetmişlerdir ruhlarına. En zalim çıksa karşılarına, haykırırlar hakikati suratına. “Sultan-ı Kâinat birdir” çünkü onların nazarında. Her şeye hükmeden O’dur. Ahkemü’l-Hâkimîn’dir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. O bulunsa her matlup bulunur, hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtulunur.

Dünyanın gayr-i meşrû lezzetlerine sırtını dönerek, cennet lezzetlerine imanla tâlip olanlardır Risâle-i Nur gençliği. Gayr-i meşrû lezzetlerin birer ‘zehirli bal’ hükmünde olduğunun farkındadırlar. Lüzumsuz, geçici ve günahlı zevklerin akıbetinin ‘elemler ve teessüfler’ olduğunu bilirler. Duâlarıyla birbirlerinin ‘takva kalesi’ne yardım gönderirler. Bilirler çünkü sosyal hayatta her taraftan hücum eden günahlara tek başına mukabele etmenin zorluğunu. “Allah’ım! Bizi göz açıp kapayıncaya kadar dahi olsa nefsimizle yalnız bırakma” Peygamberî duâsı vird-i zebandır onlara.

Dâim ‘ahiret endişesi’ okunur yüzlerinde. Dünya değil ahiret esastır onlarda. “Dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz” parolalarıdır adeta. Dünyayı değil, ahireti tercih ederler. Ruhsatla değil, azimetle amel ederler. Basit bir dünyalık uğruna, ahiretini feda etmezler.

Dünya bir misafirhane-i Rahman’dır onların nazarında. “Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var” mânâları okunur onların lisan-ı hâlinden.

“Gençlik katiyen gidecek” hükmü, gönüllerinin odak noktasına çaktıkları daimî bir ikaz edicidir. “Nasihat istersen ölüm yeter” gönül levhalarıdır. Ölüm düşüncesi bir an olsun çıkmaz akıllarından. “Gelmesi muhakkak olan her şey yakındır” çünkü. Ecel gizlidir, ölüm her vakit gelebilir, genç-ihtiyar fark etmez, bilirler. “Gençlerinizin en hayırlısı, ihtiyarlarınız gibi ölümü düşünen, gençlik hevesatına mağlûp olmayıp gaflette boğulmayandır” hadisine mazhar olmaya çalışırlar.

Yarına çıkmaya ellerinde senet yoktur, şuurundadırlar. Geçmiş ise, zaten geçmiştir. Ömrünü bulundukları gün bilip, en iyi şekilde değerlendirmenin gayretindedirler. Böyle düşününce ‘sabır’ları da zorlanmaz. Sabrını ‘şimdinin ibadetlerine, musîbetlerine’ ve de ‘şimdinin günahlarına’ yoğunlaştırırlar. Böylelikle günahlar belini bükemez onların, ‘Zaman âhirzaman, günahlar sel gibi geliyor, hangi birinden kaçalım?’ şeytanî desisesine kanmazlar.

Risâle-i Nur gençliği, ‘fenler’ diliyle de Rabbini bilen gençlerdir. Her fen mütemadiyen Allah’tan bahseder onların nazarında. Marifetullah’a, Allah’ı tanımaya, bilmeye basamaktır her şey. Bilim ile dinin çatışması mümkün değildir. Zirâ her bilim, kendi sahasında Allah’ı anlatır durur. İslâmiyet ilimlerin efendisi, reisi ve pederidir. “Köle efendisine, hizmetkâr reisine ve çocuk pederine nasıl düşman ve muârız olabilir?”

Hodgâm değil, diğergamdır Risâle-i Nur gençliği. Nefsini değil, başkasını düşünür. “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” hadisi rehberdir onlara. Gaye-i hayalleri vardır. Zihinleri ‘ene’lerinin etrafında dönmekten uzaktır. Kendileriyle birlikte başkalarının da imanlarının kurtulmasına vesile olmaktır hedefleri.

‘İmanı kazanmak veya kaybetmek’ dâvâsını, ‘en büyük dâvâ’ bilirler. ‘Ebedi bir saadeti’ kazanmak veya kaybetmektir çünkü söz konusu olan. Onun için ‘dünyevî merakâver meselelere bakıp da, vazife-i bâkiyelerinde fütur getirmezler.’ Onların en küçük meseleleri—ebedî hayata baktığı için,—ehl-i dünyanın en büyük meselesinden—fani hayata baktığı için—daha büyük ve önemlidir, bilirler.

Kendilerini, ‘sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede (Rabbânî gemide) çalışan hademeler’ bilirler. Hizmetkârlığı, en büyük makam ve şeref addederler. Başka da makam aramazlar.

Kardeşlerinde fani olanlardır onlar. Kardeşlerinin meziyetleriyle, kendileri yapmışçasına, iftihar ederler. Kardeşlerini, şerefte, makamda, hatta maddî menfaatlerde bile nefsine tercih ederler. Hizmette ileri, ücrette geridirler.

Husûmete vakti olmayan muhabbet fedaileridirler. Kalplerinde muhabbet hâkimdir. Kardeşlerinde gördükleri bir fenalık için yalnızca acır ve lütufla ıslâhına çalışırlar.

İhlâsı en büyük kuvvet bilirler. Tesanüd bozmamak için titrerler. Kendilerini el, ayak, göz, kulak misâli bir vücudun azaları gibi bilir, birbirinin vazifelerini tekmil ederler. Bir yükün altına girdi mi çok eller, memnun olur, sevinirler.

Hâsılı, tam bir şahs-ı manevidirler.

Onlar, kelimenin tam anlamıyla ‘Risâle-i Nur gençleri’dirler.

Osman Yüksel Serdengeçti onları şöyle seyreyler:

“Onları seyrederken, insan kendini âdetâ Asr-ı Saadette hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur… Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz birşeye bağlanmak; her yerde hâzır, nâzır olana, Âlemlerin Yaratıcısına bağlanmak; o yolda yürümek, o yolun kara sevdâlısı olmak… Evet, ne büyük saadet! (…)

“Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi, patırdısı, nutku, alâyişi, nümâyişi yoktur. Bu bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir dâvâya vermişlerin şuurlu, îmanlı, inançlı kalabalığıdır.”

İsmail TEZER

nurdergi.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: