Risale-i Nur Hizmetinin Büyümesi Manevi Bayramdır

Son zamanlarda, başta bu vatan ve millette Risâle-i Nur hizmet-i îmâniyesinin devâm ve inkişâfı ile beraber, hâriçte âlem-i İslâm ve insâniyyette fevkal’âde hayırlı ve hâs hizmetler, neşriyâtlar olmaktadır. Mâlumunuz olduğu üzere, Mekke-i Mükerreme’de Nurlar’dan bâzı Risâleler tab’ ile neşr edilmiştir. Rusya’da ve Türkî Cumhuriyetlerde hakaik-i İmâniyeye dâir eserlerin neşri devâm ediyor. Akademik sâhalarda, yâni Üniversiteler gibi ilim ve irfân merkezlerinde de ümidin fevkinde gelişmeler olmaktadır.

Dînî İlimlere ve Kur’ânî hakikatlara âşina ve kendi sâhalarında otorite olan selâhiyyetli, mümtâz zatların, Hz. Üstâd Bediüzzaman ve Nur Risâleleri hakkında takdim ettikleri tebliğler, makàleler ve beyânları, yakın bir zamanda “Kur’ân-ı Hakîm’in bu asrın fehmine bir dersi” olan Risâle-i Nur’a nazarların daha çok çevrileceğine kat’i bir kanâat vermektedir. Nitekim, Hz. Üstâdımız hayatlarının son senelerinde, bir gün ikindi abdesti aldıktan sonra “Şu câzibedâr siyâset hâdiseleri biraz tevakkuf etse; birden beşeriyet nazarını Kur’ân’a çevirecek.” demişlerdi.

.. .. .. ve 1910 yılından beri Amerika’da yayınlanan beynelmilel “The Muslim World” dergisinin Üstâd Bediüzzaman hakkında özel bir sayı hazırlaması.. gibi bu babda pek çok hizmetler, dersler ve neşriyâtların Cenâb-ı Hakk’ın inâyet ve keremi ile îfâya başlanması; 1911’de Şam’da Câmi-i Emevî’de Üstâd Bediüzzaman’ın îrad ettiği ve sonra 1951- 1371’de neşr ettirdikleri Hutbe-i Şâmiye’den şu gelen hakikatlı haber ve beşâretlerin mes’ûdâne tahakkukları ve mâsadakları hükmündedir diye telâkki ediyoruz:

“…Hâsıl-ı kelâm: Beşer bu asırda, harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin îkâzatıyla uyanmış ve insâniyetin cevherini ve câmi’ istidâdını hissetmiş. Ve insan, acîb cem’iyetli isti’dâdıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünyâ hayâtı için yaratılmamış; belki ebede meb’ustur ki, ebede uzanan arzular, mâhiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihâyetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeğe başlamış.

Hattâ insâniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayâliyeye denilse: “Sana, dünyâ saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak, fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir surette bir i’dam senin başına gelecek.” Elbette, hakikî insâniyetini kaybetmeyen ve intibâha gelmiş o insânın hayâli; sevinç ve beşârete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saâdet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak.

İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir dîn-i hakkı aramak meyli çıkmış. Herşeyden evvel, ölüm i’dâmına karşı din-i haktaki bir hakikatı arıyor ki kendini kurtarsın. Şimdiki hâl-i âlem bu hakikata şehâdet eder.

Kırkbeş sene sonra, tâmâmıyla beşerin bu ihtiyâc-ı şedîdini dinsizliğin zuhûruyla küre-i arzın kıt’aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeğe başlamışlar. Hem âyât-ı Kur’âniye, başlarında ve âhirlerinde beşeri, aklına havâle eder, “Aklına bak” der, “Fikrine, kalbine mürâcaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikatı bilesin”diyor.

Meselâ: Bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki: “Neden bakmıyorsunuz? İbret almıyorsunuz? Bakınız ki, hakikatı bilesiniz.” “Biliniz” ve “Bil” hakikatına dikkat et. “Acaba neden beşer bilemiyorlar, cehl-i mürekkebe düşüyorlar? Neden taakkul etmiyorlar, divâneliğe düşerler? Neden bakmıyorlar, hakkı görmeye kör olmuşlar? Neden insan sergüzeşt-i hayâtında, hâdisât-ı âlemden tahattur ve tefekkür etmiyor ki, istikamet yolunu bulsun. Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhâkeme etmiyorlar, dalâlete düşüyorlar. Ey insanlar ibret alınız! Geçmiş kurûnlardan ibret alıp gelecek mânevî belâlardan kurtulmağa çalışınız!” mânâsında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyâsen çok âyetlerde beşeri aklına, fikriyle meşverete havâle ediyor.

Ey bu Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm’ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırkbeş senedeki bu dehşetli hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız. Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telâkki edenler!

Hâsıl-ı kelâm: Biz Kur’an şâkirdleri olan Müslümanlar, bürhâna tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakàik-i îmâniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bâzı efrâdları gibi ruhbanları taklid için bürhânı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhân-ı aklîye istinâd eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’an hükmedecek.

Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkisâfına ve beşeri tenvir etmesine mümânâat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümânaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emâreleri göründü. Yetmişbir’de fecr-i sâdıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak…”

Hz. Üstâd Bediüzzaman, hayâtının son senesinde Ankara’da neşr edilen Nur’a âid son mecmua olan Sikke-i Tasdîk-i Gaybî.. veyâ İstanbul’da neşr edilen Şuâlar’dan bir formayı tashîh ederken, yakın bir gelecekteki îmânî ve İslâmî bir mânevî inkişâfâta dâir bir cümle münâsebetiyle Muazzez Üstâd; “Ben o bayramları görmeyeceğim. Sizler göreceksiniz” diye beyânda bulundular. Biz de; Tahiri, Zübeyr, Ceylân, Bayram, Hüsnü ve Sungur, “Hayır Üstâdım, Siz de göreceksiniz.” diye mâ’rûzatta bulunduk. Muazzez Nur Üstâd, tekrar; “hayır, ben görmeyeceğim” dedi ve bu karşılıklı mâ’rûzât birkaç defa tekrarlandıktan sonra Nur Üstâd, “hayır; ben görmeyeceğim, siz göreceksiniz. Sen gelir, o bayramları, kabrimde kulağıma söylersin” buyurmuşlardı. Bugün o cemâatten hayatta kalan bizler, bu günleri görmekle, Hz. Üstâdımızın ifâde buyurdukları o bayramları idrâk ediyoruz ümîdi ile kardeşlerimize arz ve takdim ediyoruz.

Bu münâsebetle, Hz. Üstâdımızın uzun ömrüne âit kanâatımızın bir sebebini kardeşlerimize arz etmek isteriz. Şöyle ki:

Hz. Üstâdımız, yanında bulunan talebe ve hizmetkârlarına bazen sadâkat dersi verirdi. Biraz da şiddetli îkâz ve ihtârda bulunurdu. Biz ona “resm-i geçit” derdik. Her birimize âit îkâzları muhtevî bir ders, meselâ; ‘‘Sana deseler ki, gel seni Ankara’da maârif vekîli yapalım. Yine Risâle-i Nur’a çalış. Fakat Said’ten ayrıl..” bu meâlde..

İşbu derslerin muhâtabları olan biz âcizler, Hazreti Üstâdımızın bu beyânlarını ‘kırk elli sene daha hizmetinde bulanacağız, belki hârika bir tecellî ile Üstâdımız uzun yıllar daha yaşayacaktır.’ kanaâti ile; ‘hayır Üstâdımız, siz de o bayramları göreceksiniz’ diye mukabelede bulunduk. Bu sebebledir ki; Hazreti Üstâdımızın vefât edeceğini hiç düşünmemiştik. ‘Said’den ayrıl’ sözü ne demektir, bilemedik. Bunları o zaman hep birer sadâkat dersidir diye telakki etmiştik.

Yoksa Hz. Üstâdımızın bu beyânâtları ‘Risâle-i Nur’un âlem-şümûl ve her ehli îmânâ faydalı küllî intişârı ve yayılması ve dersleri yanında, Hazreti Üstâdın tertip ve tanzim ettiği şekilde ve usulle Risâle-i Nur’un neşriyâtı, dersleri devâm etmelidir.’ gibi birer îkâz ve ihtârları mı idi. Ve son vasiyetleri istikametinde, hizmetin devam etmesi luzumunu mu ihtâr ediyordu. Ve bizzat Hazreti Üstâd’dan kaynaklanan hususların ikàmesini mi ders veriyordu diye tezekkürde bulunmuştuk. Cenâb-ı Hak’ka hadsiz şükür olsun ki Nur câmiasındaki kardeşlerimiz, Hazreti Üstâdımızın kendi yerinde vâris bıraktıkları Nur Külliyâtını, İhlâs ve Uhuvvet Risâlelerini, Mektubât’ın Nur’u ve lâhika mektuplarını, vasiyetlerini, temennî ve ricâlarını yakînen idrâk ederek sırât-ı müstakimin bu asırda bir âyine-i tecellîsi olan bu Hakikat-ı Kur’âniye istikàmetinde idâme-i hayat ettiler.

Yukarıda ifâde ettiğimiz Hazreti Üstâdımızın beyânlarını, mezkûr îkaz ve ihtârlarını ‘Hazreti Üstâdımızın, daha uzun yıllar yaşayacağına, biz de onun yanında ve hizmetinde bulunacağımıza’ haml ederdik. İşte bu sebebledir ki; Hazreti Üstâdımıza “siz de o bayramları göreceksiniz” diye mukàbelede bulunduk. Şimdi de bunun tam hikmetini bütün dekaiki ile idrâk etmiş değiliz. Belki Risâle-i Nur şahs-ı mânevîsinin hizmet-i külliyesi içinde, Nurlar’ın te’lifi, neşri, tertip ve tanzimi, ders tarz ve usulleri ve bilhassa hayâtını nurlara vakfedenlerin tâyinâtlarını devâm ettirmek gibi vasiyetlerinde zikrettikleri hususların yerine getirilmesi sadedinde bir ders-i ikaz telakki ediyoruz.

Nitekim son senelerindeki bir vasiyetinde:

“Hem benim şahsımın, hem Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsinin sermâyesini, kendilerini Risâle-i Nur’un hizmetine vakfedenlerin tayinlerine vermek, hususan nafakasını çıkaramıyanlara vermek lâzımdır.

Şimdiye kadar, birkaç senedir tayinatları verilen Nur talebeleri, haslara malûm olmuş. Ben de yanımda şimdi bulunan kardeşlerimi kendime vâris ve benim vazifemi yapmaya çalışmak lâzım. Tesânüdü de tam muhâfaza etsinler.

Evet, bu vasiyetnâmeyi tasdik ediyorum.

Said Nursî

Hazreti Üstâdımız “Umum Dostlarıma ve Nur Kardeşlerime Bu Vasiyeti İlân Ediyorum” diye başlayan son diğer bir vasiyetlerinde bu tayinat hususunu ehemmiyetle nazara veriyor ve “Şimdi, Risâle-i Nur’un satılan nüshalarının sermayesi, Risâle-i Nur’un malıdır. Said de bir hizmetkârdır. Hayatta tâyinini alabilir.” diyor ve devamla;

İnşâallah tam Risâle-i Nur intişâra başlasa; o sermâye şimdiki fedâkâr, kendini Risâle-i Nur’a vakfeden şâkirdlerden çok ziyâde fedâkâr talebelere kâfi gelecek ve mânevî Medreset-üz Zehrâ ve Medrese-i Nuriye çok yerlerde açılacak. Benim bedelime bu hakikate, bu hâle mânevî evlâdlarım ve hâs ve fedakâr hizmetkârlarım ve Nur’a kendini vakfeden kahramân ve herkesçe malûm kardeşlerim bu vasiyetin tatbikine yardımlarını ricâ ediyorum. Risâle-i Nur itibâriyle bana hiç ihtiyâç kalmadığı için âlem-i berzaha gitmek benim için medâr-ı sürurdur. Siz mahzun olmayınız. Belki beni tebrik ediniz ki, zahmetten rahmete gidiyorum.

Çok hasta

Said Nursî

Hazreti Üstâdımız Nur neşriyâtını ve matbaalarda tab’ını Nur’un bir mânevî bayramı diye ifade ederken Risâle-i Nur neşriyâtı ile hâs talebelerine husunan nafakasını tedârik edemeyenlere verilen tayinatı da ehemmiyetle nazara alıyor ve;

“Risâle-i Nur’un kıymettâr haysiyeti ve şâkirdlerinin şahs-ı mânevîsinin kemâl-i sadâkati bu mânevî Nur bayramına vesîle oldu..” diye yâd ediyor.

Cenâb-ı Hak’ka hadsiz şükür Risâle-i Nur’un tab’ ile neşriyâtı ve tercümelerle Âlem-i İslâm ve insâniyette intişârı mânevî bir bayram olması gibi .. kemâl-i takdir ve tahsin ile yâd edilmesi dahi Allâh u a’lem Nur’un bir mânevî bayramı hükmündedir diye kardeşlerimize tebriklerle arz ve takdim ederiz.

Mustafa Sungur

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: