Risale-i Nur, Kuran Nurunu Söndürmek İsteyenlere Karşı

İsmail Aksaraylı

Kur’ân nurunu söndürmek isteyenlere karşı yapılan mücadelede Risâle-i Nur aydınlatma vazifesini görmüştür.[i] “Kur’ân itibariyle bu asır dehşetlidir ve Kur’ân hesabiyle Risâle-i Nur: bu karanlık asırda ehemmiyetli bir hadisedir,”[ii] “kara kara içinde, zulmet zulmet içinde insanları nura çıkaran ve Kur’ân’dan çıkan bir nur”dur,[iii] kâbuslu bir rüya gibi musibetlere düşen Müslümanların kuvve-i mânevîyelerini takviye eder.[iv] Bu asırda büyük zorluklar içinde îman nurlarını ve Kur’ân’ın sırlarını neşreden, ehl-i îmanı meyusiyetten kurtaran başta Risâle-i Nur ve talebeleridir.[v]

‘KUR’ÂN NURUNU SÖNDÜRME PLANINA KARŞI

Said Nursî, Avrupa zalimlerinin devlet-i İslâmiyenin [Osmanlı Devleti] nurunu söndürmek niyetiyle yaptıkları müthiş suikast planını, Türkiye hamiyetperverlerinin, 1908’de “Hürriyet”i ilanla[vi] sonuçsuz bırakmağa çalıştıklarını; I. Dünya Harbi neticesinde yine o suikast niyetiyle Sevr Muâhedesi’nde Kur’ân’ın zararına gayet ağır şartlarla kâfirce fikirlerini icra etmek olan planlarını neticesiz bırakmak için Türk milliyetçilerinin Cumhuriyeti ilanla mukabele ettiklerini ve o karışıklıkta Kur’ân’ın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde yer alan Said Nursî, Risâle-i Nur ve onun fedâkâr talebelerinin o zulümâtı dağıttığını söyler. Ona göre: Avrupalıların bu Kur’ân nurunu söndürme planına karşı, aydınlatma vazifesini tam yerine getiren Risâle-i Nur’dur. Şimdi İslâmlar içinde Kur’ân nuruna muhalif hallerin ekserisi, o suikastların ve Sevr Antlaşması gibi gaddarca antlaşmaların vahim neticeleridir.[vii]

Said Nursî;, ehl-i dalâletin, Kur’ân’ı yanlış tevillerle tahrifine ve şüpheleri çoğaltmasına çalıştığı bir zamanda, Risâle-i Nur’un Kur’ân’ın hakikî tevillerini beyân edip, şüpheleri dağıttığını; daha sonra o şüphelerin bir kısmının fennî şekle girip ortaya çıktığını, bu şüphe ve itirazları def edenlerin başında Risâle-i Nur ve talebelerinin görüldüğünü söyler.[viii]

 

SAİD NURSÎ’NİN MUHATABI

Said Nursî’nin ‘ekseriyetle muhatab’ı, evvela kendi nefsi, sonra Avrupa felsefecileridir:

“Muhatabım, evvel kendi nefsim, sonra Avrupa feylesoflarıdır.”[ix] “Bu asırda Avrupa dinsizleri ve ehl-i dalâlet münafıkları, dehşetli bir surette Kur’ân’a hücumu hengâmında Risâle-i Nur o seyl-i dalâlete [dalâlet seline] karşı mukavemet edip, Kur’ân’ın tılsımlarını keşfederek hakîkatini muhafaza ediyor.”.[x] “Ben, otuz senedir, Avrupa feylesoflarına ve Avrupa feylesofları hesabına dahilde ecnebi dolapları hesabına çalışan mülhitlere karşı mücadele ederek cevap vermişim ve veriyorum. Muhatabım, ekseriya nefsimden sonra onlar olduğunu, Risâlelerimi takip eden anlar.”[xi]

 

MÜLHİTLERİN MESLEĞİ

Said Nursî, “Risâle-i Nur mesleğine muhalif olan” ve “ecnebi dolapları hesabına çalışan” mülhitlerin -İslâmiyetten çıkanların- mesleğini şu şekilde tarif eder:

“O bedbahtlar, bazı ehl-i îmanın (îmanları beraber olduğu halde) ve bir kısım ehl-i ilmin (âhireti tam bildikleri halde) onlara iltihak delâletiyle [katılmasıyla], bilerek ve severek hayat-ı dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi; sefâhet-i hayatı, dinî hissiyata muannidâne tercih edip dinsizlik ile iftihar ederler. (…) O bedbahtların dalâleti, muhabbet-i hayattan ve temerrüdden neşet ettiği için[xii] halleri ile durmuyorlar, tecavüz ediyorlar. Bildikleri ve onun ile ecdatları bağlı olan dine adâvetkârâne, membalarını kurutmak ve esasatını bozmak ve kapılarını ve yollarını kapatmak istiyorlar. (…) Onların dalâleti; fenden, felsefeden geldiği için acip bir gurur ve garip bir firavunluk ve dehşetli bir enaniyet onlara verip nefislerini öyle şımartmış ki kâinatı idare eden İlahî kanunların şualarını ve insan âleminde o hakâikin düsturlarını [o hakîkatlerin prensiplerini] süflî hevesatlarına ve müştehiyatlarına[xiii] müsâit görmediklerinden (…) eğri, yanlış, noksan bulmak istiyorlar.” [xiv]

Risâle-i Nur, “âlem-i İslâmı alâkadar eden pek büyük bir vazife-i Kur’âniye ve îmaniye”dir.[xv] İslâmın şeâirini [İslâmın esaslarını, maddi mânevî işaretlerini] tahrip eden ebedî düşmanlara karşı zaruri vazife, şeâiri ihya [canlandırma] ve muhafazadır.[xvi] Bu bakımdan Risâle-i Nur’un gördüğü vazife ‘tecdit ve takviye-yi din’dir [dini yenileme ve takviyedir].[xvii]

[i] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 7, 90, 102.

[ii] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 127.

[iii] Şualar, s. 599.

[iv] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 94.

[v] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 90.

[vi] 1908 II. Meşrutiyet’in ilânı

[vii] Şualar, s. 594.

[viii] Şualar, s. 575.

[ix] Tarihçe-i Hayat, s. 212.

[x] Şualar, s. 617.

[xi] Tarihçe-i Hayat, s. 230.

[xii] muhabbet-i hayattan ve temerrüdden neşet ettiği için: hayatı sevmekten ve inattan meydana geldiği için.

[xiii] süflî hevesatlarına ve müştehiyatlarına: çirkin, pis heves ve isteklerine.

[xiv] Şualar, s. 599, 600.

[xv] Tarihçe-i Hayat, s. 579.

[xvi] Tarihçe-i Hayat, s.134.

[xvii] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 15.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: