Risale-i Nur neden tefsire benzetilmiyor?

Biz ona şiir öğretmedik. Zaten ona yakışmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. (Yasin sûresi, 69)

Usûl farklı birşeydir. Kalıp farklı birşeydir. Usûl birşeye vasıl olmak için takip edilmesi zaruri olan yoldur. Kalıp o yolun güzergâhından bağımsız olarak atılan adımların türüdür. Sözgelimi: Pastayı tatlı yapmak usûldendir. Tatlı olmazsa pasta da olmaz. Fakat o pastaya katacağınız diğer şeyler veya katma şekilleriniz veya katma oranlarınız vs. bunlar kalıplara girer. Lakin iş orada kalmaz. Altbaşlıklar içinde farklı usûl şartlarıyla da bağlanırsınız. Mesela: Portakallı pastayı ‘portakal tadı’ katmadan yapamazsınız. Ancak ona portakalın bizzat kendisini mi, aromasını mı, yoksa başka bir şeklini mi dahil edeceğiniz size bağlıdır.

Doğrusu bu: Sağlıklı bir üretim için usûllere muhtacız. Pasta diye pilav satmakla hiçbir aşçı âbâd olmaz. Hatta yalancı olur. Fakat bazı şeyleri çok fazla kalıba boğduğumuzu düşünüyorum. Bizi hareketsiz bırakacak şekilde… Risale-i Nur’un, müellifinin defalarca yazdıklarının tefsir olduğunu ifade etmesine rağmen, aksi iddialara maruz kalması biraz da bundandır. Usûllere değil kalıplara uymuyor oluşundandır. Oysaki bakınız Sözler isimli eserinde bu konuda neler söylemektedir:

“Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın i’câz derecesindeki kemâl-i nizam ve intizamı ve kitâb-ı kâinattaki intizamât-ı san’atı, muntazam üslûblarıyla tefsir ettikleri halde, manzum olmadığının diğer bir sebebi de budur ki: Âyetlerinin herbir necmi, vezin kaydı altına girmeyip ta ekser âyetlere bir nevi merkez olsun ve kardeşi olsun ve mâbeynlerinde mevcut münasebet-i mâneviyeye rabıta olmak için, o daire-i muhîta içindeki âyetlere birer hatt-ı münasebet teşkil etmesidir. Güya, serbest herbir âyetin ekser âyetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. Kur’ân içinde binler Kur’ân bulunur ki, herbir meşrep sahibine birisini verir. Nasıl ki, Yirmi Beşinci Söz’de beyan edildiği gibi, Sûre-i İhlâs içinde, otuz altı Sûre-i İhlâs miktarınca, herbiri zi’l-ecniha olan altı cümlenin terkibatından müteşekkil bir hazine-i ilm-i tevhid bulunuyor ve tazammun ediyor.

Evet, nasıl ki semâda olan intizamsız yıldızların sureten adem-i intizamı cihetiyle herbir yıldız, kayıt altına girmeyip herbirisi ekser yıldızlara bir nevi merkez olarak daire-i muhîtasındaki birer birer herbir yıldıza, mevcudat beynindeki nisbet-i hafiyeye işaret olarak, birer hatt-ı münasebet uzatıyor. Güya herbir tek yıldız, necm-i âyet gibi, umum yıldızlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardır.”

Görüldüğü gibi: Bediüzzaman, Kur’an’ın ayet düzenini iki boyutlu olarak düşünmemekte, boyut sayısını, tıpkı uzayda olduğu gibi üçe çıkarmaktadır. Bediüzzaman’ın bu üç boyutlu tefsiri algısında, Muhakemat isimli eserde de dikkat çektiği gibi, nazm-ı maanî nazm-ı lafzîden önceliklidir. Ve nazm-ı maanî, diğer iki boyutun üzerine bir boyut daha ekler. (Üçüncü boyuttan kastımız budur.) Bu nedenle Bediüzzaman her eserinde birçok ayete atıf yapar. Uzaydaki yıldızlar gibi dizilmiş ayetler (hatta hadisler) arasında seyran eder. Çünkü ona göre onların her birisinin birbirlerine bakar yüzleri ve ilgileri vardır. “Güya herbir tek yıldız, necm-i âyet gibi, umum yıldızlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardır.”

Hem sadece bu da değil. Kevnî ayetler olarak ifade edebileceğimiz Kitab-ı Kebir-i Kainat’ın ayetleri, yine onun bir parçası olarak kendi Fıtrat Kitabı’mızda yeralan ayetler, bir başka büyük kitap olarak Nübüvvet Kitabı (özelde Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın kendisi)… bunlar da aynı Allah’ın yarattığı ayetler olarak o birbirine bakan yüzlerden müstefiddirler.

Matematikte uzay, sonsuz sayıda noktanın bulunduğu, bu nedenle sonsuz sayıda doğrunun çizilebileceği bir alandır. Biz bu uzay kavramını Kur’an düzeyinde düşünürsek, ayetler bizim yıldızlarımız olur ki onların da arasında sonsuz sayıda bağıntı/ilgi kurulabilir. Çünkü boyut sayısı üçe çıkmıştır ve bu düzeyde mana, yani müellifin ifadesiyle nazm-ı maanî, bize ayetlerin sıralamasında daha rahat olabilme imkânı sağlar.

Örneğin: İhtiyarlar Risalesi’nde izah edilen ayetlere baktığımızda Meryem Sûresi 1-4, Bakara Sûresi 117, Yâsin Sûresi 82, Âl-i İmrân Sûresi 185, Müzzemmil Sûresi 17, Âl-i İmrân Sûresi 173, İsrâ Sûresi 23-24 ila ahir… gibi bir dizilimle metnin içinde geldiklerini görürüz. Yani bir sûre veya bir ayetler öbeği işlenmez İhtiyarlar Risalesi’nde. Karmaşık gibi görünen bir nazm-ı maanî içinde olur bütün anlatım. Bunlar adeta Kur’an semasındaki yıldızlar arasında fikir hızında yapılan yolculuklardır ve anlam itibariyle kurulan bağıntılardır.

Risale-i Nur’un bazılarınca tefsir olma açısından eleştirilmesinin bir nedeni de budur. Usûlce değil (Ehl-i Sünnet’in tefsir usûlüne bağlı kalınmadan hakikat bulunmaz) ama kalıpça hür yapısıdır. Ben, hassaten İhtiyarlar Risalesi’ni okurken, ayetlerin nasıl kanaviçe gibi bir eseri dokuduğuna şahit olurum. Herhalde her hakperest okuru da, bu hale şahit olur, hak verir. Bu arada şunu da belirtelim: Risalelerde, açıkça geçen ayetlerin yanısıra, mana itibariyle yine ayetlerden/hadislerden mülhem (veya onlara işaret eden) cümleler de yer almaktadır ki, onları tesbit etmek de ayrı bir dikkat işidir. Bazı külliyat çalışmaları böyle bir inceliği de gözetmişlerdir. Allah hepsinden razı olsun. En nihayet mürşidimin dediği gibi derim:

Zaman ihtiyarlar ama Kur’an gençleşir.

Ahmet Ay – hicbisey.com