Risale-i Nur’da bazı tasavvufi ifadeler

Bütün Güzelliklerin Kaynağı İmandır

“Her hakiki hasenat gibi cesaretin dahi membaı imandır, ubudiyettir. Her seyyiat gibi cebanetin dahi menbaı delalettir. Evet, tam münevverü-l kalb bir abidi, kürre-i arz bomba olup patlasa ihtimaldir ki onu korkutmaz. Fakat meşhur bir münevverü-l akıl denilen kalbsiz bir fasık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı der, evhama düşer.” (Söz.19)

Kulluk İnsanın Yaratılışında Varolan Bir Haslettir

“Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevi amelleri güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü ahirete mal edebilir. Fani ömrünü bir cihette ibka eder. (Söz.21)

“Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek, ne derece hakiki bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtri, münasip bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen şu temsil-i hihayeciğe bak, dinle…” (Söz.22)

İnsanın Değeri, Öngörüsüyle Doğru Orantılıdır

“Ey nefsim! Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksat yapsan ve ona daim çalışsan, en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat yapsan ve şuh hayatı dahi ona vesile ve mezra etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanatın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenab-ı Hakk’ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun. (Söz.24)

“Ey nefsim ve Ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız. Sermaye- i ömür ve İstida-i hayatınızı hayvan gibi, belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu hayat- ı faniyeye ve lezzet-i maddiyeye sarf etmeyiniz. Yoksa, sermayece en ala hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde, en ednasından elli derece aşağı düşersiniz.” (Sözler, 127)

İnsanın İki Yarası ve İki İlacı

“Yaralardan birisi insanı rahatsız eden hadsiz bir acz-i beşeri, diğeri elim nihayetsiz bir fakr-ı insanidir. Bunların tedavisi için gereken iki ilaç ise; biri sabır ile tevekküldür, diğeri ise şükür, kanaat ile talep, dua ve Rezzak-ı Rahim’in rahmetine itimattır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse:

-‘En leziz ve en tatlı haletin nedir?’ belki diyecek:

-‘Aczimi, zaafımı anlayıp, validemin tatlı tokadından korkarak, yine validemin şefkatli sinesine sığındığım halettir.’ Halbuki: Bütün validelerin şefkatleri ancak bir lema-i tecelli-i rahmettir. Bunun içindir ki, kamil insanlar acizde ve havfullah’da öyle bir lezzet bulmuşlar ki, kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberi edip, Allah’a acz ile sığınmışlar. Aczi ve havfı kendilerine şefaatçi yapmışlar.” (Söz.32)

Ahirete Endeksli Hayat, Her İki Cihanın Mutluluk Kaynağıdır

Bir Hadis-i Kutsi’de Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuş: ‘Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim’( ). Buna göre ahlaksız ve bedbaht bir adam, su-i zan ve akılsızlığı ile sıkıntılar çekmeye mahkum olur. Güzel ahlaklı olan insan ise, güzel şeyler düşünür, güzel hülyalar görür, kendi kendine ünsiyet eder. Çünkü güzel ahlakı, ona güzel fikir verir, güzel fikir ise her şeyin güzel yönünü gösterir. Kötü ahlak ise, ona kötü fikir verir, kötü fikir ise ona her şeyin kötü yönünü gösterir.

Velhasıl, her kim hayat-ı faniyeyi esas maksat yapsa, zahiren bir cennet içinde de olsa, manen cehennemdedir. Ve her kim hayat-ı bakiyeye ciddi müteveccih ise, saadet-i dareyne mazhardır. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da, dünyasını Cennet’in intizar salonu hükmünde gördüğü için, hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder. (Söz.35,39)

İnsan Hayatının Gayesi

İnsan hayatının gayesi, mahiyeti, sureti, onun sırr-ı hakikati ve kemal-i saadetini bir derece anlamak için, hayatın gayesini özetleyen aşağıdaki dokuz maddeye dikkatle bakmak gerekir:

İnsana verilen değişik duygularla, Allah’ın sonsuz nimetlerini kavrayıp, şükretmek.

İnsanın fıtratına konulan cihazların anahtarlarıyla, Allah’ın güzel isimlerini anlamaya çalışmak ve bu isimlerin penceresinden Onun Zât-ı Akdesini tanımak.

Allah’ın bin bir isminin ortaya koyduğu sanatların sergilendiği şu dünya fuarında, insanın kendi vücuduna özel olarak takılan o hârika sanatları bilerek hayatınla teşhir edip dışarıya yansıtmak.

Gerek hâl ve gerek kal diliyle Kendi yaratıcısına karşı kulluğunu ilân etmek.

Nasıl bir asker, Pâdişahından aldığı türlü türlü nişanları, resmi vakitlerde takıp pâdişahın nazarında görünmekle onun iltifat-ı âsârını gösterdiği gibi, insanın da Esmâ-i İlâhiyenin birer cilvesi olarak kendisine verilen insanlığa mahsus inceliklerle süslenip, onları lütfeden Allah’ın nazar-ı şühuduna görünmek.

Tüm canlıların kendilerine hayatı bahşeden Allah’a karşı arz ettikleri tahiyyelerini, tesbihatını ve ibadetlerini bilerek müşahede etmek, tefekkürle görüp şehadetle göstermek.

İnsanın hayat makinesine takılan ilim, kudret ve irade gibi sıfatları, küçük çapta bir mukayese ölçüsü ve doğru orantılı olarak kullanıp, kabiliyetleri sınırlı olan sıfatlarıyla, Allah’ın sonsuz ve sınırsız yansımalara sahip sıfatlarını idrak etmek.

Kâinattaki tüm varlıkların kendilerine mahsus dilleriyle Allah’ın birliğine ve rububiyetine dair şahitliklerini gösteren ifadelerini anlamak.

İnsanın hamurunda var olan acizlik, zayıflık, fakirlik ve ihtiyacın ölçüsüyle, ters orantılı olarak, Allah’ın sonsuz kudretini, sonsuz servetini anlamak. (Sözler, 127-128)

Niyazi BEKİ

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org