Risale-i Nur’un Metod ve Gayesi (3)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

II. RİSALE-İ NUR HİZMETİNİN İCRASINDAKİ METODLARI

l. Risale-i Nur Kur’an-ı Azimüşşana ayna olmuştur

Bediüzzaman’a göre, Müslümanların ahkâm-ı diniyede göstermiş oldukları lakaytlığın, tembellik ve ihmalin en mühim sebeplerinden birisi, yazılan eserlerin, telif olunan kitapların Kur’ân’ın me’hazındaki kutsiyeti lâyıkıyla yansıtamamalarıdır. Ona göre, kitaplar, içtihatlar Kur’ân’a cam gibi ayna olmalı, içinde Kur’ân’ı göstermelidir. Kitaplar vekil ve gölge olursa, me’hazdaki kutsiyet kaybolur. Çünkü cumhuru bürhandan ziyade me’hazdaki kutsiyet imtisale sevketmektedir.

“Bir adam İbn-i Hacer e nazar ettiği vakit, Kur ân’ı anlamak ve Kur’ân’ın ne dediğini öğrenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa İbn-i Hacer’in ne dediğini anlamak maksadıyla değil.”28

Eğer nazarlar bu tarzda Kur’ân’a çevrilse, zaruriyat-ı diniyede doğrudan doğruya Kur’ân gösterilse, vicdanlar daha ziyade ikaz olunur, ruhların hakikate karşı bevki artar, Kur’ân’ın kutsiyet ve câzibesi vicdanları ihtizaza getirir. İman vasıtasıyla hakikatlerin telkini nefisleri etkiler, bu suretle Kur’ân doğrudan doğruya nefisler üzerinde bütün mânasıyla hâkim ve nâfiz olur.

İşte bu orijinal metoda Risale-i Nur’lar tam ayna olmuştur. Kur’ân’ın kutsiyetini şeffaf bir biçimde göstermek gayesiyle muhataplarını doğrudan doğruya Kuı,ân ile karşı karşıya getirip, kendi şahsiyetini tamamen azletmiştir. Hayatında, sohbetlerinde ve telifatında kendisine “Kutbü’l-Arifin,” “Gavsü’l-Vâsilin” süsü vermemiş, kendisini Kur’ân’ın bin dellâlı ve bir hizmetkârı olarak görmüştür.

Bu sebeple “Risale-i Nur’u okuyan, Müellifin şahsına bakmaz; doğrudan doğruya eserin içindeki hakikatlara, bürhan ve delillere hasr-ı nazar eder.”29

Risale-i Nur’un hizmetindeki muvaffakiyetin sırrını da Bediüzzaman şöyle ifade etmektedir:

“Ben görüyorum ki; Kur’ân-ı Hakîmin hakaikına ait bazı kemâlat, o hakaika dellâllık eden vasıtalara veriliyor. bu ise yanlıştır. çünkü, me’hazin kutsiyeti çok bürhanlar kuvvetinde te’sirat gösteriyor; onun ile, ahkâmı umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse, yani onlara teveccüh edilse, o me’hazdaki kutsiyetin te’siri kaybolur.”30

Bu zamanda, “hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda bir Kur’ân dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalaleti kırsın; herkese kat’î kanaat verebilsin. Bu kanaat da, bu zamanda, bu şerâit dahilinde dinin hiçbir şahsî, uhrevî, dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir.

“Kader-i İlâhî ihtiyarım haricinde dini, hiç bir şeye âlet etmemek için beşerin zalimâne eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, ikaz ediyor: Sakın, diyor, iman hakikatini kendi şahsına âlet yapma; tâ ki imana muhtaç olanlar anlasınlar ki yalnız hakikat konuşuyor, nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun.

“İşte Nur Risalelerinin, büyük denizlerin büyük dalgalan gibi gönüller üzerinde husule getirdiği heyecanış, kalplerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur; başka bir şey değil. Risale-i Nur’un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha beliğâne neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerâit altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur; Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur; konuşan yalnız hakikattir; hakikat-ı imaniyedir.”31

2. Risale-i Nur ilm-i akide ve kelâmda tecdid yapmıştır.

Risale-i Nur, iman hakikatleri ve İslâm esaslarını aklî ve mantıkî delillerle ispat ve izah etmiştir. Merhum Mehmed Akif’in,

“Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” beytiyle ifade ettiği mânâya Risale-i Nur tam ayna olmuştur.

Risale-i Nur, Kur’ân-ı Hakimin bu asrın idrakine bir dersidir. Risale-i Nur’larda Kur’ân hakikatleri, ilim ve tekniğin dili ile asrın idrakine uygun bir biçimde açıklanmıştır. Mantık ve muhakeme sentaksı içerisinde “sırr-ı temsil” metodu ile uzak hakikatler yakınlaştırılmış, dağınık meseleler sistematik bir yaklaşımla bir araya getirilmiş, en yüksek hakikatlere ulaşılmıştır. Aklın istifadesi yanında, nefis, hayal, vehim, heva gibi his ve duyguların da istifadesi gözetilmiştir. Metot olarak, uzak yerlerden dağları kazarak su getirmek yerine, Musa Aleyhisselâmın asâsı gibi, her yerde suyu bulmuş, asasını nereye vurmuşsa oradan âb-ı hayatı fışkırtmıştır.

“Risale-i Nur, sâir ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarı ile ders vermez ve evliya misillü, yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh vesair letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar; taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişemediği yerlere çıkar hakaik-ı imaniyeyi kör gözüne de gösterir.”32

Risale-i Nur aleyhinde yapılan sinsi plânlara, uydurulan yalan ve propagandalara rağmen onun yurt içinde ve dışında kemâl-ı iştiyak ile okunmasının sebeplerinden biri de iman ve küfür muvazenelerinde ortaya koymuş olduğu orijinal bir metot ile küf£r ve dalâletin dünyadaki elim ve ürkütücü neticelerini göstererek, hakikî ve elemsiz lezzetin ancak ve ancak imanda olduğunu ispat etmesidir.

Risale-i Nur, “Bu dünyada bir mânevî Cehennemî, dalâlette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevî bir Cennet bulunduğunu” ispat etmiş, “günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde manevî elim elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i şeriatın amelinde, Cennet lezâizi gibi lezzetler bulunduğunu”33 gözlere göstermiştir. “Akibeti görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye akıl ve fikre galebe ettiğinden, ehl-i sefaheti sefahetinden kurtarmanın yegâne çaresi; aynı lezzetinde elemini gösterip hissini mağlup etmektir.”34

Risale-i Nur’daki bu metot, “imanın kuvvetini lakaytlığa, ibadetin iştiyakını sefahete hâkim kılmak”tır.

Bu asırda diğer dehşetli bir hal ise, küfr-ü mutlak, fen ve felsefeden ve küfr-ü inadîden gelen bir temerrüdün iman hakikatlerine karşı muaraza etmesidir. Bunlara karşı atom bombası gibi küfrün temellerini param parça edecek bir hakikat-i kudsiye lâzımdır. Bu hakikat, Kur’ân’ın elmas bir kılıcı olan Risale-i Nur’dur. Çünkü bu asırda mânevî cihad, iman-ı tahkikî kılıcı ile olacaktır: Dindeki “sâhib-i rüşt ve dâvâ” hakikatine bihakkın ayna olan ve hak ve hakikatleri gözlere gösteren Risale-i Nur’dur.

3. Risale-i Nur bir şahs-ı mânevî tesis etmiştir

Bediüzzaman’a göre, bu asırda komitecilik ve cemiyetçilik fikrinden doğan dehşetli dinsizlik şahs-ı mânevîyesine karşı çıkan bir şahıs en büyük bir mânevi mertebede de bulunsa, küfür ve dalâletten gelen vesveseleri tamamıyla izale edemez. Dinsizliğin şahs-ı mânevîsine karşı mukabele edebilecek bir şahs-ı mânevî gerektir. Risale-i Nur, bugün milyonlarca insanı kendine celb etmiş, bir şahs-ı mânevî oluşturmuştur. Bu şahs-ı mânevî, siyasetçilik, cemiyetçilik, komitecilik, dernekçilik, kavmiyetçilik, bölgecilik, şahsiyetçilik gibi vasıf ve biçimler taşımaz. Bunlar, Kur’ân’ın mânevî ve hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur etrafında toplanan, ondaki hikmet ve marifete müşteri olan hakikat halkalarıdır. Bu şahs-ı mânevî, siyasî ve içtimaî anlamda bir teşkilat, gizli veya açık bir cemiyet değildir. Belki kalbî ve vicdanî bir ilişkiden kaynaklanan, bir “gönül birliği” ve bir “Kur’an mensubiyeti” dir.

Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinin hizmet tarz ve anlayışı, maddî, siyasî, şeklî, sathî kalıplar içerisine girmez ve sıkıştırılamaz. Onun şahs-ı manevîsinin hizmeti bir merkeze, bir şahsa, bir muhite münhasır değildir. Onda, maddî, şeklî bir emir-komuta zinciri, alt-üst ilişkisi yoktur. Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisi, bir “Kur’ânî yakınlaşma” ve “ulvî hisleri paylaşma” oluşumudur. Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi, toplum hayatının en kuvvetli, en güçlü mânevî dinamiğidir.

Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi, farklı boyutlardaki insanı bir araya getirmiştir. Birbiri içinde merkezden muhite doğru açılan “talebe-kardeş-dost” olarak ifade edilen bu hakikat halkalarının hizmet sunuş yelpazesi çok yönlüdür. Bu tarz, içtimaî hayatın farklı, yaygın ve değişken cephelerine Kur’an hakikatlerini hasbî olarak ulaştırmayı amaçlamaktadır. Risale-i Nur’un meslek-i esası aynı olmakla birlikte, bütün bu farklı tezahürler meşrebe bakar, esasa taalluk etmez. Yani, Risale-i Nur, “tek-boyutlu,” “şablon” insan yetiştirmez. Risale-i Nur “İsm-i Câmi”ye mazhar olduğundan, onun küllî marifet, hikmet, hakikat, fikir ve hizmet çerçevesini herkes kendi idrak ve anlayışı, teveccüh ve kabiliyeti, ruhundaki kabul ve saffeti, azm ve gayreti nispetinde alır, öyle yansıtır. Bu meşrep anlayışı, hakaik-î nisbiyenin vuzuh ve huzuruna sebep olur. Tabiri caizse, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi içinde tek tip meyva ağacı yetiştiren bir bahçe değil, belki mütenevvi ağaçlar, meyveler, çiçekler, güller ve gülistanlar barındıran muhteşem ve mükemmel bir bahçe, tatlı bir iklimdir. Bu tezahürler kendi bütünlüğü içinde, belki “güzel,” “daha güzel,” “en güzel” nitelendirilebilir.

4. Risale-i Nur’un metodu müsbet harekettir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin vefatından önce vermiş olduğu en son ders, “Müsbet hareket” tir. Son dersinde şöyle der:

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahiye göre sırf hizmeti imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiye’ye karışmamaktır. Bizler âsayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”35

“Bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile değil, ancak haricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Vazifemiz, dahildeki âsayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da; vazife-i İlâhiye’ye karışmamaktır ki, bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakka aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.

“Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, benim vazifem hizmet-i nuraniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur’ân’dan ders almışım.”36

Bediüzzaman bu memleket ahalisini birbirine karşı sertleştirecek, tarafgirlik ve iltizam hissini verebilecek, âsayiş ve sükûneti bozabilecek her türlü hareketten şiddetle kaçınmış ve talebelerini de kaçındırmıştır. Onun şu sözlerı fevkalâde dikkat çekicidir:

Risale-i Nur, kırılmaz; ona iliştikçe kuvvetleşir. Ve millet ve vatan aleyhinde hiçbir vakit istimal edilmemiş ve edilmez ve edilemez.”37

Bediüzzaman’ın müsbet harekete ve âsayişe bu derece ehemmiyet vermesinin birçok hayatî ve köklü sebepleri vardır:

İçtimaî hayat bulanırsa, onun teskin ve durulması uzun bir zamana muhtaçtır, yeniden tesisi ve sükûneti büyük himmet ve gayret ister. İstibdad, terör ve anarşi ile çalkalanan içtimaî bir bünyede sağlıklı, sürekli ve müessir bir hizmet yapılamaz. Kur’ân hakikatlerinin kalp ve idraklere nakşı için içtimaî sükûn elzemdir. Olaylara “akıl-mantık-muhakeme” zinciriyle deşil “heyecanfizikî güç ve taraftarlık” hissiyle bakılırsa, zıtlaşma şiddet kazanır, içtimaî nabız yükselir. şiddetli çalkantılar cemiyetin iç huzurunu, kalbî bütünlüğünü bozar. Sükûnet giderse, onun yerini anarşi, istibdat ve terör doldurur. Bu içtimaî kargaşanın, fesat ve ihtilâllerin önünü kesecek ve durduracak sed, müsbet hareket etmektir.

Bediüzzaman, hayatında hiçbir kitap telif etmemiş olsaydı sadece takdim edeceğim şu vecizesi, kalbî duygulardan, niyet ve nazar dairesinden tutun tâ fert ve aile ilişkilerine, içtimaî ilişkilerden tutun tâ âfâkî ve geniş dairelere kadar hayatın bütün boyutlarında, beşerin bütün ilişkilerinde rahatlıkla kullanılabilecek bir reçetedir:

“Güzel gör, hem güzel bak. Ta güzel düşünmeli:
Güzel bil, hem güzel düşün. Tâ leziz hayatı bulmalı.
Hayat içinde hayattır hüsn-ü zanda emeli.
Su-i zanla yeistir, saadet muharribi, hem de hayatın katili.”38

5. Risale-i Nur siyasetten tecerrüt etmiştir.

Bediüzzaman, hayatı boyuna fiilî siyasete asla itibar etmemiş, siyasetten tamamen tecerrüt etmeyi de hizmet tarzının esası olarak görmüştür. İçtimaî ve siyasî olayları gayet hakîmane ve mükemmel bir biçimde fikren tahlil edebilen bir zatın bu derece siyasetten tecerrüt etmesi, düşündürücüdür. Gerçekten, siyasetten tamamen uzak bir hizmet tarzı benimsemiş olması, onun düşünce ve fikirlerinin en orijinal, en “nemli ve dikkatle araştırılması gereken yönlerinden birisidir. Bediüzzaman neden bir parti kurmamış, siyasî bir model üzerinde çalışmamış, bütün himmet ve gayretini Kur’ân hizmetine tahsis etmiştir? Bu sualin cevabını, Risale-i Nur’ları tarayarak özet bir biçimde maddeler halinde sıralamaya çalışalım:

a. Bediüzzaman’a göre, içtimaî hâdiseler değerlendirilirken teşhis tam, sağlam ve sağlıklı olmalıdır. Onun teşhisinin özeti şudur:

Milletin hastalığı zaaf-ı diyanettir. Kalpler bozulmuştur, iman zedelenmiştir. Bu zamanda, hayat-ı beşeriye yolculuğu bataklığa girmiştir. Pis ve kokuşmuş çamur içerisinde kafile-i beşer düşe kalka gitmektedir. Bunlardan ancak bir kısmı selâmetli bir yolda gitmektedir. Bir kısmı da mümkün olduğu kadar bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtalar bulmuştur. Fakat o gidenlerin %20’si sarhoştur. Dalâletten telezzüz etmektedir. 0 pis çamuru misk ü amber zannediyorlar, yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar, boğuluyorlar. Geriye kalan % 80’i ise mütehayyirdirler. Bataklığı biliyor, pis olduğunu hissediyorlar, dalâletten nefret ediyorlar, fakat çıkamıyorlar, yol bulamıyorlar. İşte bunlara nur vermek, nur göstermek gerektir.39 Siyaset topuzu ile kalpleri tenvir etmek zordur. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilemez. Bazı arızalar ile topuz kırıldığı zaman nur dahi uçar veya söner. Onun için o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetini tercih etmiştir.

Dahildeki cihad-ı mânevî için, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır.

b. Risale-i Nur’lar, iman ve Kur’ân dersidir. Maksadı, rıza-ı İlâhîdir. İman dersi için gelenlere, kim olursa olsun tarafgirlik nazarıyla bakılamaz. Dost-düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır.40

c. Kalp, mide, beden, hane dairesinden tutun tâ mahalle, şehir, vatan, memleket, küre-i arz ve nev-i beşer, dünya dairesine kadar birbiri içinde daireler vardır. Her bir dairede, her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir.41 Fakat en küçük dairede (kalp dairesi) en büyük ve ehemmiyetli ve dâimî vazife vardır. En büyük dairede ise en küçük, muvakkat ve ara ,sıra vazife bulunabilir. Fakat büyük daire daha caziptir.

“Cazibesi ile meraklıları kendi ile meşgul eder. Hakiki ve büyük vazifeyi unutturur. Tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulmünü hoş görür, şerik olur.”42

Gaflet veren, dünyaya boğduran, âhireti unutturan en geniş daire siyaset dairesidir. Siyasî bir insanın ihlâs, saffet ve samimiyetini muhafaza etmesi zordur. Mücadele suretindeki hâdiseler karşısında güneş gibi bir iman lâzımdır ki tâ boğmasın. Onun için, “Siyasetçi, ekserce tam müttaki ve dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar müttakiler de siyasetçi olamazlar. Halbuki dindar ise, bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir diye siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci, üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeye-eğer mümkünse-çalışabilir.”43

d. Sırr-ı ihlâs siyasetten tecerrüdü emreder. Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini “siyasî propaganda” ithamı altında cam parçaları kıymetine indirmemek için siyasetten tecerrüd gerektir. Tâ ki o elmaslar kıymetini her kesimin, her taifenin nazarında parlak bir biçimde göstermiş. olsun, ihlâs kırılmasın.44

e. Siyaset dairesi bulaşıcı ve yaygın bir hastalıktır. İspanyol nezlesine benzer, fikri hezeyanlaştırır. Müslümanları tefrikaya atar. Kendi siyasi görüşünü paylaşmayan melek gibi bir mü’min kardeşine düşmanlık eder, kin besler; el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafgirlik eder, zulmüne rıza gösterir, cinayetine mânen iştirak eder. İcraatta adalet, hakkaniyet esaslarını zedeler, onun yerine siyasî tarafgirlik esas alınır, içtimaî râbıtayı bozar.45

f. Siyasî hâdiselerde “müteharrik-i bizzat değiliz. Bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz.”46 Siyasî olayların menbaı, tezgahı Batıdır. Onların çirkef, çıkarcı oyun ve manevralarına bilerek veya bilmeyerek âlet olmak ihtimali vardır. 0 cereyanlara kapılanların hareketi hariç hesabına geçer, iradesi hükümsüzdür. Niyetinin hâlis olması fayda vermez.47

g. Bediüzzaman, fert psikolojisi açısından da siyaset ile meşguliyete taraftar değildir. Çünkü, âfâkî ve siyasî boğuşmaları merak ile takip edenler, tarafgirâne bakanlar, ruhlarını sersem, akıllarını geveze ederler. Siyaset bu zamanda kalpleri ifsat eder, asabî ruhları azap içerisinde bırakır. Selâmet-i kalp ve istirahat-ı ruh isteyenler siyaseti bırakmalıdırlar.48

h. Kur’ân-ı Hakimin hizmetinin bütün siyasetlerin fevkinde bir kutsiyet ve ulviyeti vardır. Doğu yalancılıktan ibaret olan dünya siyasetine tenezzül edemez. Bize ve merakımıza dairemiz içinde ezvak-ı mâneviye ve envar-ı imaniye kâfi ve vâfidir.49

6. Risale-i Nur’un aksiyon gücü orijinaldir.

Risale-i Nur hizmetinin aktif, güçlü ve sürekli bir aksiyon gücü vardır. Bu gücün kaynağı imandır. İmar inkişaf ettiği nispette fertte aksiyon da inkişaf eder. Bediüzzaman’ın ifadesi ile, “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir. Ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir.”50

Kalplere sahip çıkamayan, ruhları tutuşturamayan hizmetler zahiren ve şeklen ne kadar büyük görünürse görünsün, hakikat noktasında çabuk parlayan, alevleri s”nen saman ateşine benzerler, kalıcı ve etkili olamazlar. ş Risale-i Nur’un aksiyonu en büyük bir mânâ içindir. “Akıl-kalp-ruh” üçlüsünü esas aldığı için slogan değil, hayat ve tatbikattır. Yıkım, paralama, parçalama, hiddet, fizik gücü, silâh değil; aşk-ı hakikat, kalbi irşattır. Sistemsiz, hedefsiz, gayesiz değildir. Onun aksiyon gücü âsayiş ve emniyetin teminine yardım eder, fitnenin kapısında durur, içtimaî yıkım ve çalkantılara fırsat vermez. Bu aksiyon, bozulan, başkalaşan çarkları rıfk ve mülâyemetle, şefkat ve merhametle tedaviye çalışır. Onun aksiyonu nakkaştır, kalplerin derinliklerine kadar iner, hissiyatın en incelerini heyecana getirir, ulvî istidat lan inkişaf ettirir.

Risale-i Nur’un aksiyon gücünün etkinliğini ifade etmesi açısından yaşanmış bir olayı dile getireceğim:

1985 yılında sıkıyönetim mahkemesinde Risale-i Nur’lardan dolayı yargılanan bir Nur talebesinin koğuşuna-muhtemelen-ASALA örgütüne mensup bir Ermeni getirilir. İstanbul doğumlu bu Ermeni vatandaş gayet güzel Türkçe bildiğinden aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Ermeni sorar:

“Sen ne suç işledin? Ne diye seni buraya getirdiler?”

“Bir suçum yok. Sadece kitap okuduğumuz için…”

“Ne kitabı?”

“Risale-i Nur.”

Risale-i Nur’ kelimesini işitince, Ermeni bir an durur ve dudaklarından şu kelimeler dökülür:

“Nurculuk… Dünyanın en sessiz, fakat en kuvvetli gücü.”

7. Risale-i Nur’un eğitim ve öğretim metodu mükemmeldir.

Risale-i Nur bütün vatan sathında yaygın ve sürekli bir eğitim tezgâhı kurmuştur. Vatan sathında bir mektep, bir irfan müessesesi haline getirmiştir. Bugün Risale i Nur Türkiye’de ve dünyada 7’sinden 70’ine kadar uzanan yaş grupları tarafından iştiyakla ve sürekli olarak “gürül gürül” okunmaktadır. Hiçbir zorlama ve aralarında maddî bir bağ bulunmadığı halde, belki milyonlarca insanın Risale-i Nur’un ders ve hakikatlerinin etrafında-lillah için-kenetlenmeleri Kur’ân namına büyük bir hizmet ve ehemmiyetli bir olaydır. İslâm tarihinde, hiçbir müellifin yazmış olduğu eserin etrafında bu derece bir içtima yaşanmamıştır. Risale-i Nur, Sahabe mesleğinin bu asırda bir cilvesi olduğundan, onun eğitim modeli doğrudan doğruya Asr-ı Saadetteki “Darü’lErkam” modelini yansıtmaktadır.

Risale-i Nur’un eğitim ve öğretim metodu mü’minlerin, özellikle genç nesillerin Kur’ân terbiyesi ile yetiştirilmelerine büyük önem verir. Eğitimdeki amacı, kemiyetten ziyade, keyfiyete bakar. Bu anlamda “Ashab-ı Suffa” tarzını örnek alır, “1000 koyuna bedel bir aslan” felsefesini yansıtır.

8. Hizmetin icrasında ecir ve ücret istemez.

Risale-i Nur, neşr-i hakta enbiyaya ittiba eder. Yani hizmetinin karşılığında ecir ve ücret istemez. ücretini Cenab-ı Allah’tan bekler, bu dünya hizmet yeridir, ecir ve ücret yeri değildir. Risale-i Nur un bu metodu riyasız, alkış ve gösterişten uzak, sâfi bir hizmet metodudur. Risale-i Nur bu tarzı ile “şâşaasız hizmet” düsturunu esas almıştır. Halktan istiğna ve iktisada riayet ile de, ilmi vâsıta-i cer etmekten kurtarmış, ilimdeki izzetini muhafaza etmiştir.

SONUÇ:

Bediüzzaman Said Nursî, Sikke-i Tasdik-i Gaybî isimli eserinde, “Ben kasemle (yeminle) te’min ederim ki; Risale-i Nur’u senâdan maksadım, Kur’ân’ın hakikatlarını ve imanın rükünlerini te’yid ve ispat ve neşirdir. Halik-ı Rahîm’ime yüz binler şükrolsun ki, kendimi kendime beğendirmemiş, nefsimin ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş. Ve o nefs-i emmâreyi başkalara beğendirmek arzusu kalmamış” demektedir.

Bu ifadelerin ışığı altında biz de tebliğimizde, Said Nursî’nin şahsiyetini nazara vermek değil, belki onun Kur’ân a ve İslâm’a yapmış olduğu hizmeti anlayabildiğimiz ölçüde sizlere aktarmaya gayret gösterdik. Biraz uzun gittik, sabrınızı taşırdık. Ancak, böyle bir allâme-i Kur’ân’ın, böyle bir sahib-i zamanın Kur’an namına medih ve senâsı herhalde israf olamaz. Çünkü o Kur’ân’ın emrindedir, Kur’ân’ın şakirdidir.

Çünkü o, asrın bunalımlarını teşhis etmiş Lokmanı Hekim, tabib-i iman, dellâl-ı Kur ân, mânâ âleminde mütehassıs-ı cihandır.

Bediüzzaman, asrın hastalıklarına Kur’ân’ın eczahanesinden ilaçlar sunan tabib-i zamandır.

Bediüzzaman, sünnet-i Resûlullah’ın ihyasına çalışan ve Kur’ân’ın kutsiyetini ilân eden dellâl-ı Kur’an’dır.

Bediüzzaman, kurtuluşu Kur’ân’da arayan, nazarları Kur’ân’a celb eden rehber-i zamandır.

Bediüzzaman, dâvâ-yı Kur’âniye’nin mes’uliyetini omzuna almış nâşir-i nur-u Kur’ân’dır.

Bediüzzaman, kalb-i küllîyi ve vicdan-ı umumîvi hikmet-i Kur’âniye ile tamireden mimar-ı imandır.

Bediüzzaman, marifetullahın esrarında kulaç atar; küheylân-ı zamandır, muarrif-i Kur’ân dır. Ve nihayet, beklenen ümid-i İslâm’dır.

Bediüzzaman, mesleğini sağlam temeller üzerine oturtmuştur. Çizdiği. yol hakîmanedir ve fıtrata uygundur. İnsana en lâzım olandan başlamış, beşeri “Tevhid”e çağırmıştır. Müntesiplerini fikrî, kalbî ve ruhî bir istihaleden geçirerek tefekkürün engin ufkunda gezdirmiş, müstakim ve kâmil bir cemaat tesis etmiştir. Dâvetini hikmetle yapmış, yumuşak süz ve tatlı dille mesajını sürdürmüştür. Kaba, sert, tutarsız, kıncı ve yıkıcı bir üslûba asla iltifat etmemiştir. Dâvâsını sabır ve çile içerisinde celâdetle, yılmadan ve yıkılmadan, müsbet hareket ile yürütmüştür. Kenetleşmiş, samimî, hâlis bir fedakârlar ordusu tesis etmiş, küfrün şahs-ı mânevîsi karşısında nurlu ve metin bir şahs-ı mânevi oluşturmuştur. Geleceğe ümitle bakmış, ye’se düşmemiştir. Konuştuğunu yaşamış, yaşadığını konuşmuştur. Yaşayan bir hakikat olarak gönüllerde taht kurmuştur. Mesleğinde, meşrebinde, tarz ve üslûbunda insanı esas almış, ona ulaşmanın yollarını çizmiş, onun inşa ve ikmaline büyük önem vermiştir.

Said Nursî, ihlâs-ı tammı, engin tefekkürü, hadsiz fedakarlığı, toprakvari mahviyeti, imtizaçkârane ruhu, yoKun şefkati, enaniyetsiz büyüklüğü, rekabetsiz hizmeti, gösterişsiz ve hâlis ubudiyeti, metin sadakati ile çağın beklenen halaskârı olmuştur. Yirminci yüzyılda Asr-ı Saadet modelini çağa yansıtmış, Darü’l-Erkam ve Aslıab-ı Suffa usulünü yaygınlaştırarak durgun ve drınuk kitleleri aşk-ı hakikat i1e harekete geçirmiştir. İslâm idealini, dinin ulvî ve kudsî gayelerini, her türlü şahsî ihtirş ve menfaatlerin üzerinde tutmuştur. İzzet-i diniyeşi muhafaza etmiş, ihlâs, istiğna, feragat ve âzamî iktisadî hayatına temel esaslar yapmıştır. Merkezden muhite yayılan bir hizmet anlayışı içerisinde ise kendinden başlamış, nefsine hitap etmiştir. Onun hizmet enerjisi, belli bir mekâna, belli bir zamana, belli bir muhite inhisar etmemiş, sürekli ve hasbî hizmet anlayışını her mekânda, her zamanda, her şart altında sürdürmüştür.

Elhasıl: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’dan telemmü etmiştir. Risale-i Nur,

“Takdir-i Hüda, kuvve-i bazu ile dönmez
Bir şem’a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez” hakikatına mazhar olmuştur.

Risale-i Nur yüklü mesajı, keskin fikri ve derin ilmi itibarı ile “muallim” vasfını; nefisleri tezkiye, kalpleri tat min, ruhları tezhip etmesi itibariyle de “mürebbi” sıfatı m tadır.

Risale-i Nur’un mütalâası, insana insanı unutturur, insanı marifet iklimine ulaştırır, Kur’ân’ın esrar ve envarında yoğurur, şekillendirir, tasaffi ettirir. İnsanı Resûlullah’a, Kur’ân’a, Allah’a bağlar. Esmâ ve sıfat-ı İlâhiyede tayerân, aşk ve muhabbet-i ilahiyede seyeran verir.

İşte böyle bir Kur’ân tefsiri ve hakikat manzumesine bütün İslâm âlemi, belki umum beşer hidayet noktasından muhtaçtır. Ve her geçen gün, bu ihtiyaç artacak, Risale-i Nur insaniyetin gündeminde kıyâmete kadar tazeliğini koruyacaktır.

Prof. Dr. Şener Dilek

Dipnotlar

28. Nursî, B. S, Sünuhat, Tülûat, İşârât, s. 28.

29. Nursî, B. S, Tarihçe-i Hayat, s. 478.

30. Nursi, B: S, Mektubat, s. 319.

31. Nursî, B. S, Tarihçe-i Hayat, s. 678.

32. Nursi, B. S, Kastamonu Lâhikası, s. 12.

33. Nursi, B. S, Hutbe-i Şamiye, s. 18.

34. A.g.e. s. 7.

35. Nursî, B. S, Emirdağ Lâhikası-2, s. 241.

36. Nursi, B. S, A.g.e., s. 242.

37. Nursi, B. S, Emirdağ Lâhikası-l, s. 18.

38. Nursi, B. S, Sözler, s. 571.

39. Nursi, B. S, Mektubat, s. 48.

40. Nursi, B. S, Emirdağ Lahikası, s. 36.

41. Nursi, B. S, Şualar, s. 202.

42. A.g.e.

43. Nursî, B. S, Emirdağ Lahikası, s. 57.

44. Nursi, B. S, Mektubat, s. 49.

45. Nursi, B. S, Kastamonu Lahikası, s. 113.

46. Nursî, B. S, Sünuhat, Tülûat, İşarát, s. 46.

47. A.g.e. 46.

48. Nursî, B. S, Kastamonu Lâhikası, s. 123.

49. A.g.e. 109; Mektubat, 48.

50. Nursi, B. S, Sözler, s. 314.

Köprüdergisi.com sitesinden alınmıştır.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: