Rubûbiyet ve Ubûdiyet

Rubûbiyet; Cenâb-ı Hakk’ın her zaman her yerde her mahlûka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye ve tedbir etmesi ve mâlikiyyeti ve besleyiciliği keyfiyetidir.

Kâinatta görünen bütün varlıkların tanzimleri, muvazeneleri, nizam ve intizamları, idare ve tedbirleri tamamen rububiyetin bir tecellisidir. O’nun kuvveti ve emri ile idare ediliyor.

Cenâb-ı Allah, (cc) Rabbü’l-Âlemîn’dir. O’nun bu küllî rubûbiyetine karşı bütün âlem de ubûdiyet içindedir. Meselâ, Hikmet eliyle bir çekirdekten kocaman bir ağacın dal- budak, yaprak ve çiçekleri ile meydana çıkması, tohumu ile hamile olan meyvenin zuhur edilmesi; bir damla suyun anne karnında kan, pıhtı, et ve kemik gibi merhalelerden geçtikten sonra dünyaya insan olarak gelmesi gibi birçok deliller gösterilebilir. Demek ki, her şeyi yaratan, tedbir ve terbiye eden ancak kudret sahibi Allah’tır.

Ubûdiyet ise; kul olduğunu bilip Allah’a itaat etmek, Allah’a teslim olup, Kur’ân ve Peygamber (asm) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmaktır.

Rubûbiyete karşı elbette bir ubûdiyet gerekmektedir. Temsilde hata olmasın, insanların birbirlerine yaptıkları iyiliklere karşı nasıl teşekkür gerekiyorsa; rubûbiyete karşı da şükür ve hamd gerekiyor. Başka mahlûk olarak yaratmayıp; insan olarak yaratmak küllî bir şükür ve hamd gerektirir. Çünkü bizi insan değil de; cansız bir varlık veya canavar bir hayvan olarak yaratabilirdi. Hem insan, hem de Müslüman olarak yaratıldığımız için, küllî bir şükür ve hamd ile mukabele etmemiz lâzım değil mi?

Cenâb-ı Allah, (cc) insanlara verdiği bu nimetlere karşı elbette ibadet ve şükür ile mukabele etmemizi isteyecektir. Tabir caiz ise, bir lokantaya gidiyoruz, arzu ettiğimiz yemeği yedikten sonra, bir bedel ödüyoruz. Cenâb-ı Allah da, bu dünya sahnesinde sergilediği sayısızca nimetleri için elbette bizden bir ücret isteyecektir. Yani Rubûbiyetine karşı ubûdiyet talep edecektir.

Görüldüğü üzere, “Rubûbiyet dairesi, zarurî bir şekilde ubûdiyet dairesini iktiza ediyor.”

Bediüzzaman Hazretleri konu ile alâkalı şöyle buyurur:

“Ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar! Bakınız, insan âleminde iki daire ve iki levha vardır:

Birinci daire: Rubbiyet dairesidir.

İkinci daire: Ubudiyet dairesidir.

Birinci levha: Hüsn-ü san’attır.

İkinci levha ise: Tefekkür ve istihsandır.

Bu iki daireyle iki levha arasındaki münasebete bakınız ki, ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor. Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleriyle hüsn-ü san’at ve nimet levhasına bakıyor.”1

Rubûbiyet, elbette bir ubûdiyet gerektiriyor. Bir baba evlâdını veya öğretmen talebesini terbiye etmesi, itaati netice veriyorsa; Kudret sahibi Allah’ın kâinatı yaratıp terbiye etmesi de ubudiyeti gerektirir. 

Hülâsa, “ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor.” 

Rubûbiyete lâyık bir ubûdiyet ile yaşamak dileğiyle…

Rüstem Garzanlı

28.01.2017

Dipnotlar:

1-Mesnevî-i Nuriye, Katre,