Ruhlarla Münâsebet Kurulabilir mi?
Ruhlarla münâsebet mümkündür ve vâkidir. Bu hakikatin en açık delili de Rü’yâyı sâdıkalardır. Ancak bu münasebet, şeytanlara ve cinlerin şerli kısımlarına oyuncak olan ispirtizmacıların, düzenbazcıların işi değildir. Ruhlarla irtibat yolu onlara kapalıdır. Zira bu münâsebet, ruhen terakki ile fenâfillah, bekâbillâh gibi mertebeleri katederek ruhlar âlemine yakınlık kazanmak ve ahvâllerine muttali olmakla olur. Bunun da yolu, Allah’a ihlâs ile ibâdet ve emirlerine tam inkıyâd ederek, O’nun rızâsını tahsilden geçer. Bu cadde, ancak ve ancak “Havass-ı izam” denilen evliya ve asfiyâya mahsustur. Evet, O zâtlar mânâ âlemi ile ilgili feyiz ve bereketler, sır ve hakikatlar, melekût âlemi ile ilgili ciddî maksatlar için, âlem-i ervah ile münâsebet te’sis edebilmektedirler.
Nefsini, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı için yok etmiş ehl-i velayete, bir kısım manevî ve nûrânî âlemlere irtibat te’sis ettirmesi, Rabbül Âlemîn’in lütuf, inayet ve vedûdiyetinin muktezâsıdır.
Cenâb-ı Hakk’ın Lâtif ismine mazhar olan ehl-i velayetin, ruhların hâllerini müşahede, feyz ve bereketlerinden istifâde ve husûsan Fahr-i Kâinat Efendimiz’in rûhânîyeti ile görüşüp tefeyyüz etmeleri, melekût âlemi ile ilgili esrara müncelip olup, o âlemlerde gezmeleri, seyir ve temaşaları, lâtif, nurlu ve manevî sofralardan istifade etmeleri, hikmet-i İlâhiyye’ye muhalif olmadığı gibi, kudret-i İlâhiyye açısından da, ne müşkildir, ne de imkânsızdır.
Ruhlarla görüşme hususunda, Selef-i Sâlihîn’in muhtelif eserlerinde pek çok rivayetler ve kayıtlar vardır. Bunları te’yid sadedinde, asrımızın büyük mütefekkiri Bediüzzaman Hazretleri de şunları ifâde etmektedir:
“…Belki ayn-ı hakikat ve edeb ve hürmet ve istifade odur ki, Celâleddin-i Süyûtî, Celâleddin-i Rûmî, Îmam-ı Rabbani gibi zâtların seyr ü sülûk-i ruhanîleri gibi seyr ü sülük ile yükselerek, o kudsî zâtlara yanaşmak ve istifade etmektir.”
“Celb-i ervâh-i tayyibe ise, medenîlerin yaptığı gibi; hezeliyat suretinde bâzı oyuncaklara o pek ciddî ve ciddî bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip, kendi yerinde ve oyuncaklarına celp etmek değil, belki ciddî olarak ve ciddî bir maksat için Muhyiddîn-i Arabî gibi zâtlar ki, istediği vakit ervah ile görüşen bir kısım ehl-i velayet misillü; onlara müncelip olup münâsebet peyda etmek ve onların yerine gidip âlemlerine bir derece takarrüb etmekle rûhâniyetlerinden manevî istifade etmektir…”
Evet, bu nûrânî zatları bu mertebelere yükselten, terakki ettiren, feyizyâb kılan Kur’ân-ı Kerîm’dir. O zâtlar, Rabbani sırları, ilâhî hakikatları, hep Kur’ân-ı Kerim’den çıkarmışlardır. Bütün müçtehidler, yüksek içtihadlarının delil ve burhanlarını, bu sofradan istihraç etmişlerdir. Bütün sıddîklar, sadakatin zirvesine bu sofradan alınan marifetlerle yükselmişlerdir. Bütün İslâm hükemâsını, muhakkikin seviyesine çıkaran o sofranın hikmetleridir. Bütün âbidleri, Ma’bûd-u Bilhakk’a secde ettiren o sofranın letafet ve feyizleridir. Bütün evliya ve arifleri keşf, müşâhade ve irfan ile doyurup cezbeden o sofranın zevk ve feyizleridir. Bütün kutubları irşâd makamına çıkaran o sofranın ta’lim ve terbiyesidir. Bütün fukahâ-i izamı adaletli hâkim seviyesine yücelten o sofranın düstûr ve prensipleridir. Bütün mütekellimleri mantık ve fikrin şahikasına ulaştıran o sofranın hüccet ve delilleridir.
Öyle ise, en büyük mürebbi, en büyük halaskâr, en büyük mürşid ve en doğru rehber O’dur. Bu bakımdan ruhlarla irtibat, ancak O’nun terbiyesi altında yetişen nûrânî zâtlara mahsustur.
Mehmed Kırkıncı