Rüya ile amel edilmez

Bence bu tür rüyaları, bir tür tasavvuftaki keşif cinsinden saymak lazım, “göreni bağlar” deyip geçmek lazım. İsteyen uygulasın, isteyen gülüp geçsin.

Rüya ile amel edilmez. Yani rüyadaki hükme uyulmak zorunda değildir. Rüya fıkhi meselelerin kaynağı değildir.
Peygamberimiz rüyada ümmete talimat ve emir vermez. Vermişse de kale alınmaz.

En fazla görene manevi bir ikaz olabilir.

Bu yayılan rüyalarda bütün ümmete söyle gibi tabirleri geçiyor. Benim kanaatim bu ifadeler, şahsın kendi eklemesidir. Aksi takdirde rüya batıl olur.

Ortalıkta çok rüya dolaştığını görünce bu ikazı da yapmak gerektiğine inandım.

Yani rüya görülebilir ve kişi açısından da haktır. Problem, işin mutlak çözüm
olarak intişar ettirilmesindedi.

Kur’an ve sünnet tamamlanmıştır.
Yeni emir ve yasaklar olmaz. Fıkhın ve itikadın içine girmiş müsellem meselelere getirilecek hüküm değil rüya, keşif bile olsa kale alınmaz.

Elbette böyle zamanlarda görülen rüyalar intişar edecek. Kimisi inanacak kimisi inanmayacak, kimisi de küfredecek. Bunun da önünü alamazsınız bu çağda. İman ve küfür bireyseldir. Rüyayı kim görürse görsün ne bir fıkhi meseleyi tadil ve tağyir edebilir ne de aklın müsellem bir meselesini batıla çevirebilir.

Rüya meselesinde böyle bir ikaz yapmayı uygun gördüm.”

İlk yayılan O zatın rüyasında, Resulullah (sav) ona; “Ben Türkiyedeyim, Türklerin yanındayım” demişti. Üstad Bediüzzaman da bunu demedi mi?; “İla’yı Kelimetullah için Mekke’de bulunulsa, Türkiye’ye gelinmek icab ederdi.” diye.
*
Daha açık deliller önümüze gelecek. Ben bunları 30 senedir ısrarla söyleyip durdum. Tespitlerim, hep ‘Türkleri sevmekliğimle’ savuşturuldu. Kardeş, İslam bu millet eliyle ve buradan Risale-i Nur külliyatı üzerinden yeniden ayağa kalkacak.  Bunun mucizevi emarelerini göreceksiniz. O yüzden ben kendi zatımda bu tür rüyalara itibar ediyorum. İçinde şeriata ve tıbbın şeraitine aykırı ne var?
*
Bediüzzaman ne diyordu, onu dinleyelim:
**
“Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cûdi hükmüne getirip küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebeptir.
Çünkü zaaf-ı imandan gelen tuğyan, ekseri musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmaya rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu.

Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı, Risale-i Nur’a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilasına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar.

Madem biz, onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felaket getirmek ihtimali kavîdir.”

(Kastamonu Lahikası)
**
“Zira şu musibet, mâye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını hârikulâde ta’cil etti. Biz incinir iken, âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üçyüz dirileceğiz. Hârikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var.

Biz bu mağlubiyetle bir saadet-i acile-i (عَاجِلَهءِ ). muvakkata kaybettik; fakat bir saadet-i acile-i (اٰجِلَهءِ ) müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz’î ve mütehavvil ve mahdud olan hali, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.”

(Sünuhat – Said Nursi)

Selam ve dua ile…

Mehmet Ali Bulut

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: