Sabır Kahramanı Hz.Eyyüb’ün Kıssasından Bize Mesajlar

Hz.Eyyüb (a.s.), Hz. İbrahim(a.s.) soyundan gelen bir peygamber. İslâm kaynaklarına göre Havrân bölgesinde yaşayan ve çok zengin olup, sayısız malı-mülkü, birçok oğlu kızı bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber olarak gönderilmiştir.

Sabah-akşam ümmeti ve Allah’a ibadetle meşgul olan Hz. Eyyûb, Rabbinin bir imtihanına maruz kalmış, bütün servetini, çocuklarını kaybettiği gibi şeytanın kendisine musallat olması neticesinde kalbi ve dili hariç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihaplı yaralar açılmış, yaralarına kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kokmaya başlamıştı, bu durumda kocasına hizmete sebat eden eşi “Rahmet” hariç hiç kimse onun yanına yanaşmadığından cemiyetten çekilmek mecburiyetinde kalmış, fakat hiçbir zaman sabrını ve Cenâb-ı Hakk’a bağlılığını kaybetmemiştir.

Farklı rivayetlere göre 3, 7, 13 veya 18 sene gibi epey uzun süren bu sıkıntılı dönemden sonra sabrıyla imtihanı kazanan Eyyûb (a.s.) Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ve emriyle ayağını yere vurmuş, fışkıran su kaynağından yıkanıp içerek eski sıhhati ve güzelliğine kavuşmuştur. Ayrıca kendisine yeniden birçok servet ve çocuk da ihsan edilmiştir.

Genellikle kabul edildiğine göre bu imtihana uğradığı sırada yetmiş yaşında olan Hz. Eyyûb, şifa bulduktan sonra yirmi yıl daha yasamış, diğer bazı rivayetlere göre ise hastalığından önceki kadar daha ömür sürmüştür. Kendisinden sonra Bişr adındaki bir oğlu, kavmine peygamberlik yapmıştır. 1

Kuran’da dört yerde Hz. Eyüp’ten bahsedilir ve onun sabrı mü’minlere örnek olarak gösterilir.

Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.2

Hz.Eyyüp ciddi bir hastalığa yakalanarak birçok sıkıntılarla karşılaşmıştır. Ancak içinde bulunduğu her türlü ağır şartlara daima sabrı ve Allah’a olan güveni ile örnek bir şahsiyet olmuştur.

… Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen biriydi. 3

Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” 4

Hâkim-i Adil olan Cenab-ı Allah insanları çok farklı şekillerde imtihan etmektedir. Sabır kahramanı olan Hz. Eyüp de şiddetli bir hastalıkla denenmiştir. Sabır, tevekkül ve umudunu sarsmayan ve şükredenlerden olmuştur. Benzer sıkıntılar, yine dünyadaki imtihan ortamı içinde başka mü’minlerin başına da gelebilir. Onun için Hz. Eyüp örneğinde olduğu gibi, imtihanın şekli ve süresi ne olursa olsun tahammül etmek ve imtihanı kazanmak lazımdır.

Bediüzzaman Hazretleri, sabır kahramı Hazreti Eyüb (a.s.)’ın hadisesini mealen şöyle ifade etmektedir:

Hz.Eyyüb’in vücudu bir çok yara içinde uzun müddet kaldığı halde, hastalığın büyük fayda ve mükâfatını bildiği için sabırla tahammül etmiş, daha sonra yaralarından çıkan kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i ilahiyenin yeri olan kalp ve lisanına iliştiklerinde, kulluk vazifesine zarar gelir düşüncesiyle, belki kulluk vazifesi için demiş: “Ya Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben kulluk görevime zarar veriyor.” diye kurtuluş için Allaha yalvarmış, Cenab-ı Hak o halis ve safi, garassız, lillah için münacatı gayet harika bir surette kabul etmiş, sıhatı vermiş ve her türlü merhametine kavuşturmuştur.

Bediüzzaman, Hz.Eyyüb Aleyhisselamın zahiri hastalıklarına mukabil zamanımız insanlarında ruhi ve kalbi hastalıkları var olduğu açıklaması:

BİRİNCİ NÜKTE: “Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın zâhirî yara hastalıklarının mukabili bizim Batıni ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.

Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor. O münacat-ı Eyyübiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyade muhtacız. Bahusus nasılki o Hazretin yaralarından neş’et eden kurtlar, kalb ve lisanına ilişmişler; öyle de; bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neuzübillah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar.

Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor. Meselâ: Utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melaike ve ruhaniyetin vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emare ile onları inkâr etmek arzu ediyor..5

Şu dar-ı dünya imtihan meydanı ve hizmet yeridir. Cenab-ı Allah insanı bir model yapmış, vücut libasını o model üstünde istediği gibi keser biçer, tebdil ve tağyir eder; çeşitli sıfatlarını gösterir. Örneğin Şafi ismi hastalıkları, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor… Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder. Eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hatta bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer. Musibetlerin neticesi olan sevap ve mükâfat-ı uhreviye ve kısa ömrü, musibet vasıtasıyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düşünse sabırdan ziyade, şükreder.

Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı baki tevehhüm etmesiyle sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp hâl-i hazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar. Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekva edip sabırsızlık gösterir. Nasıl şükür, nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de şekva, musibeti ziyadeleştir.

Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlahiyeye iltica edip feryat etmek gerektir.

Musibetlerin bir kısmı ihtar-ı rahmanîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki: Zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunane dönerler. Öyle de çok zahiri musibetler var ki; İlahî birer ihtar, birer ikazdır ve bir kısmı keffaret-üz zünubdur ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve za’fını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sâbıkan(geçmişte) geçtiği gibi o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir. Rivayette vardır ki: “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor, sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.

Bediüzzaman devamla şöyle diyor:

…Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm münacatında istirahat-ı nefs için dua etmemiş, belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mani olduğu zaman ubudiyet (kulluk)için şifa taleb eylemiş. Biz, o münacat ile -birinci maksadımız- günahlardan gelen manevî ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için ubudiyete mani’ olduğu zaman iltica edebiliriz.

… Nasılki mübarezede müdhiş bir hasma karşı gülmekle; adavet musalahaya, husumet şakaya döner, adavet küçülür mahvolur. Tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Kamu Yöneticisi 29.9.2011

 www.NurNet.org

KAYNAKLAR

1- Şamil İslam ansiklopedisi

2-Nisa,163

3-Sa’d, 44

4-Enbiya, 83

5-İkinci lem’a