Sadece Hak vardır, Ne Güzel!

BAZEN HİKMETLİ olduğu zannıyla söylenmiş, insanı ümitsizliğe sevk eden sözler okuyorum. “Alemde vefa yoktur” gibi. İlk anda tokat gibi çarpıyor insanın yüzüne. İçini acıtıyor. Önceleri bu silleyi tedip sillesi sanırdım, nefsimize vuruluyor addederdim, ancak şimdi anlıyorum ki insanın asıl içini sızlatan şey söylenen sözün içindeki esma-i ilahiye zıt oluşu. Bu zıtlık cehennem azabı gibi bir acı doğuruyor. Söylenene inandıkça daha da bedbaht oluyorsunuz.

Neler söylüyorlar? “Aşk diye bir şey yoktur”. “Bu dünyada adalet yoktur” ila ahir. Söyleyenlerin niyetini anlamakla birlikte bu sözleri maksadını aşmış buluyorum. Öncelikle bir şeyi yerli yerine koyalım. İnsan tümüyle var olmayan bir şeye varlık kisvesi giydirmez, yoku var etmez. Yahut tümüyle batıl bir şeye tutunmaz. İnsanın tutunduğu herşeyde bir dane-i hakikat bulunur. İnsanın sezgileri latifeleri tümüyle yanılmaz. Bu yüzden hiçbir söz tümüyle yanlış değildir, hiçbir insanın inancı tümüyle batıl değildir.

Sufiler Hak ismini izah ederken şöyle derler. Hak Allah’ın alemdeki zuhurudur. Hangi isimle nereden zuhur ederse etsin, zuhur eden Hak’tır. Bu yüzden biz Allah’ın Zât’ını değil Hakkı bilebiliriz. Çünkü zuhur edendir Hak. “Her şeyi Hak üzere yarattık” demenin anlamlarından biri de budur.

Varlıkta ortaya çıkan herşey Hak’tan zuhur edince. Aslında batıl yoktur. Hakkın zuhurunu algılayamadığımızda verdiğimiz bir isimdir batıl. Yukarıda sözünü ettiğimiz anlamda görebilen göze herşey Hak’tır. Bu isim açıklaması bile sufilerin herşey Allah’tır demek istemediklerini aşikar eder.

Bu zaviyeden bakarsak, en batıl sandığımız putperestlik dahi esma-i ilahinin yanlış anlaşılmasından zuhur etmiştir. Yoksa insanlar salt tahta ve taş diye bir şeylere tapmamışlar, onlarda bazı esma-i ilahinin zuhurunu sezmişler, sezgilerini akla dökerken hatalı tevil yapmışlardır. O hata düzeltilirse sırf inat olmamak kaydıyla putperestlik bile düzeltilebilecek, doğruya yöneltilebilecek bir hatadır.

İşin en kötüsünü zikredersek onun üstündekiler ona kıyasla daha iyi anlaşılır. Alemde saf batıl yoktur, hakaik-i nisbiye vardır. Hakikat bazen hayal ve vehim perdesi altına girer, bazen aklın kimi bağları onu sınırlar ve böylece perdelenir, hak batılmış gibi görünür. Oysa var olan tek şey Hak’tır.

“Hak birdir ama tadad eder” der Bediüzzaman. Cüz-i aklımla bu külli cümleden bu yaşım itibariyle anladığım şudur. Allah’ın varlık tecellisinin zuhuru birdir. Üstad bunu anlatmak için güneş ışığı örneğini verir. Dünyaya düşen ışık birdir, fakat düştüğü cismin mahiyetine göre renklenir, çeşitlenir. Hakikatte ışığın içinde renkler vardır, ancak zuhuru için bir cisme çarpması lazımdır. Cisme çarpınca cismin kabiliyetine göre bir ya da birkaç dalga boyunu yansıtır, böylece ana renklere veya ara renklere dönüşür. Bazen de ışık tümüyle geri yansıtılır ki o vakit beyaz olur. İnsan-ı kamil’in rengi beyazdır. O güneşten aldığını kırmadan tümüyle yansıtır. İnsan da Allah’tan gelen tüm isimleri geldiği biçimde yansıtırsa ona hakiki manada halifetullah denir. Ancak vakıa odur ki biz genellikle bir veya birkaç ismi yansıtırız, ya da diğer isimler o birkaç ismin gölgesi altında silik ve sönük kalır.

Hakk’ı yansıtmak sanıldığı gibi sadece merhametli olmak, adil olmak, güzel olmak gibi insana ilk bakışta sevimli gelen sıfatlarla ilgili değildir. Bir katil Allah’ın Mumit ismini yansıtır. Bir asker, bir cellat, bir kasap, bir böcek ilaçlayıcısı hep Mumit isminin zuhurlarıdır. Bunlardan kimi Adl ismi ile beraber zuhur eder ki ona “Adam görevini yapıyor” deriz. Yahut Adl ismi olmadan zuhur eder “Adam katildir, zulmetti” deriz. Ancak her halde adam bir ismin zuhurunun dışına çıkmamıştır. Yani O da Hakk’ın bir tecellisidir.

Tuzak kuran bir insanı düşünün, bunu avcılık için, savaş taktiği için, yahut başka bir doğru amaç için kullanmış olabilir, yahut tuzak kurma yanlış yerde kullanılmıştır. Her hal-ü kârda Allah “Tuzak kuran” ismi ile onda zuhur etmiştir.

Kıskanç birini düşünün, bu onu hayırda yarışmaya, daha güzelini yapmaya, yahut ona emanet edileni korumaya da yöneltebilir, ki bu durumda Gayret ismi Adl ismi ile beraber zuhur etmiştir. Yahut başkasına emanet edileni cebren elde etmek şeklinde zuhur edebilir, bu durumda Cebbar ismi ile birlikte zuhur etmiştir ancak içinde Adl ismi yoktur. Görünen hoşunuza gitsin ya da gitmesin Hakk’ın zuhurudur. Allah’ın sıfatlarını tek tek bilebilmemizin yegane yolu da bu zuhurlardır.

Hak bir iken önce isimlere göre çok olur, sonra üzerinde yansıdığı aynalara göre zuhuru az ya da çok olur. Böylece biz Bir’i çok görürüz.

İnsan ilişkilerine bakarsak, hiç kimse bir diğerine karşı bütünüyle haklı değildir, diğeri de ona göre bütünüyle haksız değildir. Belki biri Hak ışığından biraz daha gölgede kalmıştır, Ancak gölge bile ışıkla var olan bir şeydir. Işığın zıttı değildir. Bunu düşünerek insanlar arası insaf düstur edinilebilir. Düşüncede insaf, sözde insaf, ilişkide insaf. İnsaf nısftan gelir ve bir şeyi yarı yarıya paylaşmak demektir. Bu birinde yok diğerinde var olan bir dengesizliğe değil, her iki tarafta da var olan bir dengeye işaret eder. İlişkiler de bu şekilde bir diğerini yok etmeden var olabilir.

Yukarıdaki örneğe gelirsek, “Alemde vefa yoktur” diyebilir miyiz? Kanaatimce hayır. Bu cümle de tümüyle yanlış değildir, görenin gözü Vefa’nın aslına dikilmiş, ve ona nispetle alemde olan her tür vefa tecellisi yok addedilmiştir. Buradan bakarsanız doğrudur. Ama insanın vefa diye bir şeyden söz edebilmesi dahi onun varlığına delildir. Tümüyle yok olan bir şeyden bahs edemezsiniz. Zira kelam ve düşncede varlık bile bir varlık kategorisidir. Ne ki adı söylenir, o vardır.

İnsan ilişkilerinde vefanın yahut adaletin aslına hakikatine yani ism-i Vefi’ye gire perdeli zuhuru vardır denilebilir. Perde, tecelli edenin mazharın aynasındaki kimi lekelere, pürüzlere denk gelmesinden, yahut mazharın eksikliğinden aslını iyi yansıtamayışından kaynaklanır. Ancak madem ki bir görüntü oluşmuştur, o isim alemde de vardır.

Hiç Allah’ın bir ismi alemde tecelli etmiyor denilebilir mi? Alemde hiç kamil insan da kalmamış mıdır? O zaman kıyamet zamanı gelmiştir de alem lüzumsuz yere mi devam etmektedir? Biz bir şeyi göremediğimizde o yok mu olur? Kanaatimce vefa örneğinde insan ne kadar vefa gösterirse o kadar “Vefa vardır.” Der, ne kadar vefa beklerse o kadar “Vefa yoktur” der. İnsanın bir isme tecelligah olmaktan daha şerefli bir hali olabilir mi? Vefa yokluğundan müştekiler o halde siz vefa gösterin, vefa alemde var olsun.

Siz bunu yokluğundan şikayet ettiğiniz diğer isimlere teşmil edin. Ne bütünüyle dünya kötüdür. Ne burada kemal hiç mümkün değil denilebilir. Ne adalet tecellisi tümüyle ahirete bırakılmıştır. Ne Vefi ve Rahim isimleri sadece ahirette mütecellidir. Kuşkusuz ahiret alemi dünyaya göre tecellinin çok daha yüksek olduğu zuhurun ayan beyan olduğu alemlerdir. Ancak isimleri burada göremeyen orada görmeyi beklemesin diyen bilegelere bakılırsa, burada yansımayı görmek ahirette aslı görmek için şarttır denilebilir. Bu yüzden burada görmek isteyene, vefa da vardır adalet de, aşk da, kemal de. Burada bütün isimler bütün hakikatler vardır, ancak hakaik-i nisbiyedir. Her şey hakaik-i nisbiyenin zuhurudur. Bizim iyi kötü güzel çirkin ayrımımız, hep iyinin mertebeleri güzelin mertebeleridir. Bu yüzden bölmekten vazgeçip hakikatleri tevhid etmek lazımdır. Bu bizi her tür ötekileştirmeden, ayırmadan ve peşi sıra gelen enfüsi ve afaki cehennem azabından koruyacaktır.

Ben öyle demeye gayret ediyorum. Her şey Hak’tandır. Her şey bir hakikatin zuhurudur. Hak Güzel’dir. Böylece her şey güzeldir. Çünkü her şey Onun değişik isimlerle, değişik aynalarda tecellilerinden ibarettir.

Ona buna yoktur, kötüdür, çirkindir demekten vazgeçelim.

Mona İslam

Karakalem.net