Said Nursi’nin son dersindeki bilinmeyen ayrıntı

Hüsnü Bayramoğlu ağabey, Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son dersin nasıl yapıldığını açıkladı

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Hüsnü Bayramoğlu ağabey, Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son dersin nasıl yapıldığını açıkladı. 

Hüsnü ağabeyin sözleri şöyle:

Aziz, sıddık kardeşlerimize!

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, vefatından birkaç ay evvel Ankara’ya gitmek istedi. Üstadımız Hazretleri, Zübeyir Ağabey ve ben hemen acil Ankara’ya geldik. Sungur Ağabey de hemen otele geldi, beraberdik.

O zaman iç ve dış vatan düşmanları bazı lüzumsuz menfi tahrikler ve yayınlar ve propagandalarla halkı tahrik etmekle lüzumsuz bazı menfi neşriyatlar oluyordu.

Üstadımız dedi ki: 

“Münafıkların dedikleri gibi Risale-i Nur’da nüfuz var fakat o benim değil Risale-i Nur’undur. O kırılmaz. Millet ve vatanın aleyhinde hiçbir vakit istimal edilmemiş ve edilmez ve edilemez. Buna bütün adliyeler şahittir. Risale-i Nur millet ve vatanın tam menfaatine hiçbir zarar dokundurmadan yüz binlerle (şimdi milyonlarla) adama kuvvetli iman-ı tahkiki dersi vermekle saadetlerine ve hayat-ı ebediyelerine tam hizmette tesirlidir.” dedi.

Sonra bu münasebetle ders vereceğini ifade etti. “Ankara’dan Said Özdemir, Diyarbakır’dan Mehmet Kayalar gelsin, hemen uçakla gelsin.” dedi.

Biz, ikisinin gelme saatlerini tahmin ve tesbit ettik. Otele geldiler. 

Zübeyir, Sungur, Hüsnü, Said Özdemir ve Mehmed Kayalar olarak son dersine iştirak ettik. Aşağıdaki mektubu söyledi ve bize ders verdi.

Her zaman tazeliğini muhafaza ile sıkıntıları izale eden, ibretli bir ders-i hakikat olarak bu dersi  kardeşlerimize arz ediyoruz. Cenab-ı Hak bizleri ihlasla hizmet-i imaniye ve Kur’aniyeden ayırmasın,  muhafaza ve hizmette muvaffak eylesin. Âmin.

***

Umum Nur talebelerine ÜstadBedîüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir.

Aziz kardeşlerim!

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.

Mesela, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hâdiselerle sabit olmuş. Mesela, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi dört kumandanlara karşı bu tavrım tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikati için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis (as) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım.

Evet, mesela, seksen bir hatasını mahkemede ispat ettiğim bir müddeiumumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı,beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Manevî tahribatına karşı set çekmektir. Bununla dâhilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.

Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir

وَلاَتَزِرُوَازِرَةٌوِزْرَاُخْرَى (velateziruvaaziratunvizrauhra) düsturu ile ki: “Bir cani yüzünden; onun kardeşi, hanedanı, çoluk çocuğu mes’ul olamaz.” İşte bunun içindir ki bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dâhile karşı değil ancak haricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturu ile vazifemiz, dâhildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki âlem-i İslâm’da asayişi ihlâl edici dâhilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı maneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlahiyeye karışmamaktır ki  “Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk’a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.”

Ben de Celaleddin-i Harzemşah gibi “Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir” deyip ihlas ile hareket etmeyi Kur’an’dan ders almışım.

Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir.Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlas sırrı ile hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakiki talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark, pek azîmdir.

Bir mesele daha var. O da çok ehemmiyetlidir. Hükm-ü Kur’an’a göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icabatından olarak hâcat-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadlahâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcat-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete iman ettiği halde, zaruret var diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.                            

Risale Haber

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: