Sanat Eğitimi ve Bediüzzaman

Calib-i hayret bir durum. Eserlerinde 500 değişik sanat kelimesini ve kullanıldığı yerleri, ve terimin nasıl kullanılması gerektiğini nereden tahsil etti Bediüzzaman? Bini aşkın sadece sanat kelimesini çok farklı yerlerde kullanan, buna bağlı olarak sanatlı yaratıcı anlamında Sani kelimesini kullanan ve Sani kelimesinden türetilmiş Sani-i Hakim, Sani-i Zülcelal gibi bileşik tamlamalar kullanan Bediüzzaman.

Fiil olarak sanat menşeli kelimeler mesela tezyin, müzeyyen ve müştakları. Kainat okumaları tasavvufcular gibi ezbere değil ayrıntılı okumalar.

Mesela ikici kelimede vahdehuyu izah ederken ne kadar sıravari birbirinin mantıklı devamı olan bir sanat faaliyetini anlatır. Bu tanzimi yapmak ne kadar geometrik düşünen ve her şeyi yerinde terimi ile izah eden büyük bir görsel zekanın ve yazma kudretinin olduğunu gösteriyor.

“Biz gözümüzü açtıkca kainat yüzüne nazarımızı saldırdıkça, en evvel gözümüze ilişen amm ve mükemmel bir nizamdır ve şamil hassas bir mizandır görüyoruz. Herşey dakik bir nizam ile, hassas bir mizan ve ölçü içindedir. Daha bir parça dikkat-i nazar ettikçe yeniden yeniye bir tanzim ve tezyinat gözümüze çarpıyor. Yani birisi intizam ile o nizamı değiştiriyor ve tartı ile o mizanı tazelendiriyor. Herşey bir model olup pek kesretli muntazam ve mevzun suretler giydiriliyor. Daha ziyade dikkat ettikce o tanzim ve tezyin altında bir hikmet ve adalet görünüyor. Her harekette bir hikmet ve maslahat gözetiliyor. Bir hak bir faide takib ediliyor. Daha ziyade dikkat ettikce gayet hakimane bir faaliyet içinde bir Kudret’in tezahüratı ve herşeyin her şenini ihata eden gayet muhit bir ilmin cilveleri nazar-ı şuurumuza çarpıyor. Demek bütün mevcudattaki şu nizam ve mizan umuma amm bir hikmet e adaleti ve o hikmet ve adalet bir kudret ve ilmi gözümüze gösteriyor. Demek bir Kadir-i Külli şey ve bir Alim-i Külli şey şu perdeler arkasında akla görünüyor.“

Bu bahis devam ediyor.

Şu paragrafta bu ifadeler dört defa tekrar ediliyor;
Biz gözümüzü açtıkca
Daha bir parça dikkat-i nazar ettikce
Daha ziyade dikkat ettikçe…

1-Amm ve mükemmel bir nizamdır ve şamil hassas bir mizandır görüyoruz.

2-Yeniden yeniye bir tanzim ve tezyinat gözümüze çarpıyor.

3- Daha ziyade dikkat ettikçe o tanzim ve tezyin altında bir hikmet ve adalet görünüyor

4-Daha ziyade dikkat ettikçe gayet hakimane bir faaliyet içinde bir Kudret’in tezahüratı ve herşeyin her şenini ihata eden gayet muhit bir ilmin cilveleri  nazar-ı şuurumuza çarpıyor

Nizam, mizan, tanzim, tezyin, hikmet ve adalet, Kudret ve İlim.

Kelimeler iki koldan gidiyor, nizam ve mizan.

Mizanla tanzim akraba, nizam ile tezyin akraba, çünkü nizamsız süsleme tezyin olmaz.

Mizan, adalet aynı fiilin başka görüntüleri, mizan denge, adalet de denge biri fiziki diğeri manevi.

Bütün bu iki koldan giden fiilleri bir dört basamaklı ve gittikçe yakınlaşan bir kamera gözle anlatmak… Burada bir ayet metni yok tamamen muhakeme ve muakele. Burada anlatılan Allah’ın ilmi ve kudreti bu sıralamadan sonra geliyor. Bediüzzaman‘ın eşya, olay ve tabiat okumaları imanın inşasını sağlar, hem de ne inşa.

Bütün bu kelimeler sanat felsefesinin beşeri sanatlarda da geçerli kelimeleri, bir resim tablosu da bir heykel parçası da bu sıralamalara dikkatle olabilir.

Fiillerin aklen, mantıken devamlılığını bu ön cümlelerle sağlıyor, onları gözlemleyen gözün bu mantıki ve berahine uygun zihin sarfları her kudreti beşerin işi değil. Büyük bir hafıza hayal, müşahade kudreti gösteriyor.

Yukardaki metni daha da açarak anlatsak bir sinema olur.

Risale-i Nur’u anlamakta zorlanan kelime ve mana yapısını, sentaksını anlamayan insanların yanında yüz elli yıl öncenin edebi metin telakkilerini günümüze transfer etmeden anlatmanın ne anlamı var? Biz iman ve kainata bakış açılarını temel gaye edinmişiz, neden böyle aslı maksadın çok uzağındaki konularla kendimizi meşgul ediyoruz hayret.

Bu toplumun Kur’an’ın hakikatlerine yeni bakış açılarına ihtiyacı var, biz onlarla meşgul olmuyoruz.

Yirminci mektup en büyük muhakemat. Bütün bahisler akla durgunluk verecek bir mantık, akıl, hayal, anlatım daha neler içinde bunlara dikkat çekelim. Pencereler risalesinde kaç çeşit tabiat levhası ve insana nisbite yapılmış onları yapalım.

Münacaat Risalesi nasıl öyle teknik bir şekilde bütün kainatı kucaklar şekilde anlatıldı. Ayet’ül Kübra geleneksel roman konusunda zavallı Türk yazarlarına bir örnek. Karanlığın Yüreği romanını bir Amerikalı yazmış, felsefi roman. Bu Ayet’ül Kübra ve Haşir için nerde o Amerikalı hayret.

Joseph Conrad 19. yüzyılın sonunda yazdığı Karanlığın Yüreği tarihin en kanlı asırlarından bir tanesine damgasını vuran savaşlar, gelişen teknolojinin açtığı uçurumlar, modernliğin allak bullak ettiği toplumlar gibi konulara bir üvertir niteliğini taşıyor Marlov Afrika’da medeniyete ve kendisine olan güvenin parçalandığını hisseder. Dönemin değer yargılarını hem de emperyalizmin meydana getirdiği tahribatı resmediyor. Eser Afrika’yı bir sembolik imge olarak Avrupalıların zihnine nakşetmiştir.

İnşaühü lizake yine bir mantık ve akıl, editasyon harikası. Şu cümleden doğmuş: “Malik ül Mülkü zülcelal alem-i ekberi bahusus Küre-i Arz yüzünü öyle bir surette inşa ederek yapmıştır ki birbiri içinde hadsiz daireler olup her bir daire bir tarla hükmünde olup vakit bevakit mevsim bemevsim asır beasır eker biçer mahsülat alır.“

Şu cümlenin daha sonraki bahis tafsilatı vakit ve asır, mevsim üçlüsünden icraat-ı ilahiyeyi anlatıyor. Allah’ım ne harika bir rububiyet ve uluhiyyet temaşası, gelin bunları anlatalım.

Himmet UÇ – risalehaber.com