Satranç Konusunda Ne Yapmalı?

İslam alimleri arasında bazen tartışmalar ve birbirinin vermiş olduğu hükümleri kabul etmemek gibi durumlar sık sık olmasa da bazen söz konusu olabilmektedir. Burada esas olan yekdiğerini itham etmek değil; İslamiyet’e yakışan güzel bir üslup ile konuşmak, sorulursa cevap vermek gereklidir. Unutmamak gerekir ki Peygamberimiz (asm) “Ümmetim dalâlet üzere toplanmaz. Öyle ise sizlere ihtilâf çıktığı zaman Sevad-ı Azamı iltizam ediniz” mealinde hadisi vardır. Sevad-ı azam malumunuz üzere çoğunluğun görüşü demektir.

Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde defalarca bu hususa dikkat çekerek; ”Sevâd-ı âzama ittibâ edilmeli. Ekseriyete ve sevâd-ı âzama dayandığı zaman, lâkayt Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salâbetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı.” demektedir. (Hutbe-i Şamiye)

İbn-i Hacer gibi büyük alimler sevâd-ı azamı “hak ve istikamet üzere giden ümmetin ekseriyeti” olduğunu belirtmiş Celâleddin-i Suyûtî de sevad-ı azamı “doğru yolda gitmek üzere birleşen ümmetin ekseriyeti” şeklinde izah etmiştir.

Bu durumda ümmetin ekseriyetinin “Ehl-i hak ve istikamet üzere olan samimî dindar Ümmet-i Muhammed” (asm) olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Fitne zamanında ümmetimin ekseriyetine tâbi olun. Allah ümmetimin ekseriyetini dalâlet üzere toplamaz” hadisi de bunu teyit etmektedir.

Yakın bir zamanda tasavvuf mesleğinden kıymetli bir hocamız çok sert açıklamalarda bulunarak ortalığı birbirine kattı. “Satranç oynama” ifadesine çok farklı anlamlar yükleyerek İslam’dan kaynaklanan güzel ahlak ve kavli leyyin (yumuşak söz) usulünü bir hayli sarsmış oldu.

Çok açık ve net olarak bazı esasları söylemek lazımdır ki lehte ve aleyhte konuşan insanlar biraz düşünüp sonra karar versinler:

  1. Hocamız, tek başına İslâmiyetin temsilcisi değildir ve İslamiyet’i bir tek kendisi anlatmıyor. Sadece İslamiyet içinde bir tarikata mensuptur ve bu tarikatın temsilcisi olarak yorum ve nakil yapmaktadır.
  2. Hocamızın “caiz değil” dediği bir husus, birçok âlim tarafından caiz görülmüş ve bazı hocaların caiz dediği hususlardandır. Cadde-i Kübra-i Kur’âniyye geniştir ve fakat insanların karakterleri, hikâyeleri, hususiyetleri farklı farklıdır.
  3. Hocamızın mensubu ve temsilcisi olduğu tasavvuf ve tarikatın doğruları olduğu gibi, yanlışları da bulunabilir. Üstelik bu doğrular ve yanlışlar, onu yorumlayan kişiye göre de değişebilmektedir.
  4. Tarikat usulünde akıldan ziyade kalp esastır. Bu nedenle aklın çok sık kullanımından ziyade kalbin konuşturulması esasını benimseyen hocamız için, satrancın kerih olarak yorumlanması tutarlıdır. Ama Allah’tan elimizde sadece bir değil, birçok doğru yol var. Bir başka ekole göre de satranç caizdir, oynanması teşvik edilmese dahi ses de çıkartılmaz.
  5. Bediüzzaman Said Nursi’nin müzik ile ilgili içtihadı, yüksek bir ders niteliğindedir. Tarikata mensup veya bir başka meslekten olan her düşünce sahibinin bu yüksek dersi dikkate almalarını tavsiye olunur. Nitekim bazı müzikler ve sesler birtakım insanlara haram ve zararlı olabilir; ama yine aynı sesler bir başka insana caiz ve faydalı olabilir. Marziyyat-ı İlâhiyye’ye (Allah’ın insanlardan istediği hususlara) odaklanmış bir kul, bu konuda kendi kendine de (tamamen kendisi için) içtihat edebilir.
  6. Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayyi, fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîmun. (Bakara Suresi 256.) Ayet meali şöyledir: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir”. Demek ki her konunun çok makul, çok kolay çözümleri vardır. Kendimizi çözümsüzlükler içine hapsetmek de uygun değildir.
  7. “Fıkıh” alanı içerisinde doğrudan doğruya vahiy ve sünnetten oluşturulan kaideler olduğu gibi, icma, kıyas ve akıl yürütülerek oluşturulmuş kaideler de vardır. Burada bulunamadığı vakit reddetmek değil İslam âlimlerine müracaat edilir ve sevad-ı azam esaslarına göre hareket edilir. Zira “Fıkıh” dinin bizzat kendisi değildir, dinin gündelik hayat, sosyal hayat, ticaret, hukuk alanlarında yorumlanmasından ibarettir.
  8. Dinin en önemli yönü iman ve ibadetlerdir. İbadetlerin en önemlileri Kur’ân ve Sünnette çok belirgin şekilde anlatılmış ve sünnet ile pekiştirilip anlamamız sağlanmıştır. Amenna… Zaten ibadet ve itikad konusunda ehli sünnet bir sıkıntı yaşamamaktadır.
  9. Problemli konular ise gündelik hayatımızda, insanlar arası ilişkilerde tanımlanmamış ve tarif getirilmemiş hususlardadır. Birisi “şöyle yaparsak daha iyi olur, efdal olur, faziletli olur” diye görüş geliştirirken, bir başkası “hayır, öyle yapmaya gerek yok, tam tersine şöyle yaparsak daha faziletli olur!” şeklinde görüş geliştirdiğini görebiliriz.
  10. Müzik gibi, oyun gibi ve kadınlarla ilgili hususlarda bazı insanların normal dışı zaaflar taşıdığı, taşıyabileceği ve kendisini, dengesini kaybedebileceği düşünülerek, bu hassas durumdan hasar görmeden çıkmak için bazı bariyerler ve sakınımlar geliştirildiği çok görülmüştür.
  11. Burada iyi niyetli yaklaşmak ve Kuran lisanı ile “kavl-i leyyin” olmak esastır. Moto-mot nakilcilik, bodoslama nakilcilik yapmamalıdır. Zira “dinde zorlama yoktur” esasına uymamaktadır. Yine müzik üzerinden şöyle bir örneklendirme yapacak olursak “Müzik haramdır!” görüşü her açıdan hatalıdır ve yanlıştır. “Hangi müzik!”, “hangi dinleyen!”, “hangi..” gibi kıstaslar belirleyicidir.. Hatta “kadın sesi haramdır!” görüşü de aynı bunun gibidir.. “Hangi kadın sesi!”, “hangi dinleyen!” gibi belirleyiciler vardır. Zira topyekün kadın sesinin haram olması, kâinatın düzenine, insan tabiatına, hayatın gerçeklerine aykırı bir durumdur. Fakat bazı kişiler için ve sadece o kişilere özgü olarak her türlü kadın sesi haramdır, çünkü kadın sesi; o kişide başka bir şeye dönüşmekte ve ahlaki düzen bozulmaktadır. Demek ki müzik bazı kişiler için ve sadece o kişiye özgü olarak haramdır, çünkü o kişide olumsuz etkiler yapmaktadır. Bazı tarikatlarda kullanılan müzik ise insana huzur verdiği gibi kâinata imanla bakmasına dahi yol açabilmektedir.
  12. Örnek çoğaltılabilir. İşte satranç gibi, kişiye özel sakınımlar, kişiye özel haramlar, kişiye özel yasaklar olabilir. Ümmete helâl, fakat o kişiye haramdır. Bunu da en iyi sadece o kişi bilebilir.
  13. Fıkıh dediğimiz alan, ehli sünnetin görüşler geliştirdiği, yorumlar yaptığı alanlardır. Bununla birlikte batıl mezheplerin dahi doğru içtihatları olduğunu, doğru görüşler geliştirdiğini, tamamen her yönü ile İslam dışı olmadığını söyleyebiliriz.
  14. Geçmişi, tarihi, tarihin herhangi bir kesitinde oluşan olayları daha farklı ve soğukkanlı değerlendirebilme imkânlarına sahibiz ve böyle olmak lüzumu vardır. Çünkü elimizde çok sağlam İslam kaynakları vardır. Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri yani Risale-i Nur Külliyatı işte böyle bir zamanda en çok müracaat edilen kitapların başında gelmektedir.
  15. Mevlânâ’nın fil örneğindeki gibi herkes bir tarafından tutup hatalı bir görüşü bile savunabilir. İşte “İçtihatta hata eden bile bir sevap alır. İsabet edene ise iki sevap vardır” kaidesi ile hareket etmeli, kendinden farklı düşünen insanları küfürle ve inançsızlıkla itham etmemelidir.
  16. İslâm tarihini okuyup mezheplerin oluşum süreçlerini inceleyince çok ilginç hususlara rastlanılmaktadır. Bediüzzaman’a göre “her batılda dahi bir dane-i hak bulunur!”. Hiçbir görüş tamamen batıl değildir. İçinde elbette hakikate yapışmış ve doğruluk üzere olan birçok görüş vardır, denilmelidir. Tekfircilik pek büyük bir günahtır.

Siyasi konularda olduğu gibi sosyal ve dini meselelerde de (İman ve itikada giren konular hariç) tarafgirlikten kaçınmak gereklidir. Hatta düşmanımızda bile hak ve hakikat gördüğümüzde sadece o konuda teslim-i silah etmek, doğru kimin elinde ise onu almak lüzumu vardır.

Gerçek İslam alimleri, bir konuyu anlatırken “filanca mezhepte şöyle, filanca görüş böyle…” diyerek kendi doğrusunu anlatır ve mesuliyetten kurtulurlar. Bizlere düşen ise sevad-ı azam yani çoğu İslam âliminin tuttuğu yolu seçip tarafgirlik ve inatlaşmaktan şiddetle kaçınmak gerekir, vesselam…

VEHBİ KARA – Nurdan Haber